Türkiye’deki gıda krizinin temel gerekçesi, tek kelimeyle söylersek neoliberalizmdir. 24 Ocak Kararları’yla emperyalist kapitalizmin dayattığı politikalar bir bir uygulamaya koyuldu.

Timsahın ağzında Türkiye’de gıda krizi*
Fotoğraf: DepoPhotos

İLKAY ÖZ

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan 9 ay önce yaptığı açıklamada “Avrupa’ya bakalım. İngiltere’de, Amerika’da raflar boş. Elhamdülillah bizde bolluk, bereket yoluna devam ediyor. Fakat nankörlere ne anlatırsan anlat anlamazlar” demişti. 2 hafta önce de benzer cümleleri tekrarladı: “Şu anda marketlerin rafları Avrupa'da boş”. Erdoğan’ın bu söylemleri doğruymuş gibi varsayalım; diyelim ki Avrupa’da raflar boş, bizde bolluk var. Peki Türkiye’de market raflarının dolu olması insanların besleyici ve sağlıklı gıdaya kolayca erişmesi için yeterli mi? Geçen haftaki küresel gıda krizi yazısında söylediğimi bu hafta da tekrarlayacağım. Tarlalarda hasadın olması, market raflarının dolu olması gıda krizi olmadığı anlamına gelmez. Modern gıda krizleri arz eksikliğiyle değil, insanların yeterli ve sağlıklı gıdaya ekonomik olarak sürekli erişemiyor olmasıyla ortaya çıkıyor.

Timsahın ağzı açıldıkça gıda krizi büyüyor

Türkiye’de gıda krizinin olmadığını savunanlar (krizin yapısal kökenlerini geçelim) yüzbinlerce insanın yeterli ve sağlıklı gıdaya ekonomik olarak sürekli ve kolayca erişemiyor olduğunu farkında mı acaba? Yoksulluk ve yeterli gıdaya erişim zorluğu tüm halkı etkisi altına aldı. En çok etkilenenler de çocuklar. Yeni eğitim-öğretim döneminin başladığı bugünlerde yüzbinlerce çocuk öğlen yemeği yiyemiyor, her dört çocuktan birinin kilosu çok düşük. Durumu biraz daha iyi olanlar ise karınlarını sağlıksız ve besin değeri düşük gıdalarla doyurmak zorunda. Daha geçen aylarda röportaj yapılan 13 yaşındaki bir çocuk açlığını aklından çıkarmaya çalıştığını, acıkmamak için fazla su içtiğini söylememiş miydi?

Yetersiz ve dengesiz beslenme sonucunda hipertansiyon, kansızlık, obezite, kalp rahatlığı riski artıyor. Bu sağlık problemleri yalnızca çocuklar için ya da işsizler ordusu için değil asgari ücretliler için de geçerli. Çünkü asgari ücretliler de açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edildi. Örneğin Birleşik Kamu-İş’in “Açlık-Yoksulluk Araştırması Ağustos 2022” raporuna göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 7 bin 282 lira, yoksulluk sınırı ise 21 bin 784 liraya ulaştı. Sermaye pastadan daha fazla pay alırken asgari ücretliler, emekliler, işsizler, düşük maaşlı çalışanlar, öğrenciler, çocuklar açlık ve yoksulluğa itildi. Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar’a göre Türkiye’de 42 milyondan fazla tüketici açlık sınırının altında, 38 milyon tüketici ise yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Oysa Türkiye'de en üstteki yüzde 10, en alttaki yüzde 50’den ortalama 23 kat daha fazla kazanıyor. En üstteki yüzde 10 ulusal servetin yüzde 68’ine, en alttaki yüzde 50 ise yalnızca yüzde 4’üne sahip.1

2019’da GSYH’de emeğin payı yüzde 36.8 ve sermayenin payı yüzde 44.9’du. 2022 2. Çeyreği verilerine göre ise emeğin payı yüzde 25.4’e inerken sermayenin payı yüzde 54’e yükseldi. Bölüşümdeki bu eşitsizlik devasa boyutlara ulaştı. Bu değişim tabloda timsah ağzı şeklinde gözüküyor. UNCTAD raporlarında BM iktisatçıları da dünya ekonomisinde emeğin ve sermayenin aldığı paydaki bu uçurumu timsah kapitalizmi olarak nitelemişti.* Nasıl ki gıda arzının olması gıdaya erişimin garantisi değilse GSYH’deki artış da emekçilerin karnının daha fazla doyduğu anlamına gelmiyor. Keza gıda enflasyonu da resmi verilere göre aynı dönemde yüzde 93.9’a ulaştı. Ancak ücretlerin enflasyon oranında artış göstermemesi gıda harcamalarında daha fazla kesinti, gıdaya erişimde daha fazla sıkıntı demek.

Gıda alışverişini karın tokluğuna yetecek kadar yapabilmek için yüzbinler pazarları, marketleri karış karış geziyor, temel ihtiyaç maddelerinde sağlıklı ve besleyici olmasını beklemeden en ucuzunu arıyor. Akşam pazarları pörsümüş, çürümeye yüz tutmuş meyve sebzeleri toplayıp evine götürmeye çalışanlarla dolu. Engels’in İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu’nda anlattığı, patatesin, sebzenin, etin ancak en kötüsünü almaya gücü yetip yaşam mücadelesi veren emekçilerin halini akla getirmemek mümkün değil.

timsahin-agzinda-turkiye-de-gida-krizi-1065071-1.



Peki Türkiye’de neden gıda krizi var?

Türkiye’deki gıda krizinin temel gerekçesi, tek kelimeyle söylersek neoliberalizmdir. 24 Ocak Kararları’yla emperyalist kapitalizmin dayattığı politikalar bir bir uygulamaya koyuldu. İhracata yönelik birikim modeliyle iç pazar kısılarak işçi ücretleri düşürüldü, sosyal-siyasal haklar gasp edildi. Tarım alanında ise IMF ve Dünya Bankasının dayattığı istikrar ve yapısal uyum programları sübvansiyon ve desteklemeleri işlevsiz hale getirdi. Tarımsal KİT’ler özelleştirildi, küçük üreticilik gıda-tarım tekelleri lehine zayıflatıldı, tarımsal üretim kapasitesi daraltıldı. Devletin tarımdaki kamucu rolünün ortadan kalkmasıyla çiftçi piyasanın acımasız koşullarına terk edildi, gübre-tohum gibi temel girdilerde gıda-tarım şirketlerine bağımlı kılındı. Tohumculuk, Şeker, Tütün Yasaları küçük üreticinin tasfiyesine yasal zemin oldu. Tarım alanları maden, sanayi, konut ve turizm için tahrip edildi. Üreticiler aracı ve market zincirlerinin eline bırakıldı. Borçlandırılan çiftçi toprağından koparıldı. Buğdaydan, ayçiçeğine kadar ülkede yetişen ürünlerin üreticileri desteklenmek yerine ithalat tercih edildi. Oysa dövizdeki artış ile Covid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşının neden olduğu tedarik krizi, hem girdilerde hem de tahıl ve ayçiçeğinde dışarıya ve şirketlere bağımlılığın yol açabileceği sorunları gösterdi.

Gıda krizi, isyan ve sol

Küresel bir sigorta şirketinin Haziran 2022’de yayınladığı raporda gıda fiyatlarındaki büyük artışla 11 ülkede önümüzdeki yıllarda toplumsal çatışma riskinin yüksek olduğu ifade edilmişti. Bu ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Rapor gıda fiyatlarındaki hızlı yükselişin kaynaklara erişimi azaltıp 2010’ların başında Arap ülkelerindeki isyanlarda olduğu gibi bazı hükümetlerin düşmesine yol açabileceği uyarısında bulunuyor.2 Keza bu ülkelerdeki halkların temel besin maddesi olan buğdayın fiyatı o yıllarda olduğundan daha yüksek.

2008 küresel gıda krizinin yaşandığı dönemde Türkiye’de gıda krizinin kitleleri neden harekete geçirmediğini sorgulayan Ayşen Uysal’a göre kır ve kent emekçilerinin örgütsüzlüğüne ek olarak aile dayanışması ve sosyal yardım mekanizmaları gıda krizine geniş çaplı bir tepki gösterilememesine neden olmuştu. Günümüzde olağanüstü zorlaşan yaşam koşulları nedeniyle aile dayanışması ve sosyal yardımlar da yetersiz artık. Açlık toplumların harekete geçmesinde önemli bir etken ama Uysal’ın dediği gibi “kendiliğinden bir isyan” bugüne kadar hiç görülmedi.3 Bu anlamda Türkiye solunun temel görevi yoksulluk ve toplumsal eşitsizliğin derinleştiği koşullarda halktaki isyan potansiyelini harekete geçirip sokağa yansıtmak olmalı. Sol, dayanışma ve örgütlenme ağlarını inşa etmeli; toplumun tüm kesimlerinin yeterli gıdaya erişimini sağlayacak gıda hakkını savunmalı; demokratik bir gıda sistemi için üretici ve tüketicilerin gıda politikalarında birlikte karar verdiği gıda egemenliğini hedeflemeli. DTÖ, IMF ve tekellerin Türkiye’ye dayattığı tarım-gıda politikalarının karşısına sol bağımsızlıkçı, kamucu ve ekolojist bir meydan okumayla çıkmalı. Gıda krizinin yapısal kökenleri ancak böyle ortadan kalkabilir.

KAYNAKÇA:
1.https://wid.world/country/turkey/
2. allianz.com/en/economic_research/publications/specials_fmo/war-food-crisis.html
3. Ayşen Uysal, “Turquie: Pourquoi la crise alimentaire n’a-t-elle pas mobilisé?”, Alternatives Sud, Etat des résistances dans le Sud-2009: Face à la crise alimentaire, cilt 15-2008/4.