Resmi planların sınıfsal niteliğine vurgu yapılırken, DİP'in bunun tam karşıtında bir sınıfsallık içerdiğinin altı da özenle çizilmektedir: "DİP, büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden resmi planlardan daha iyisini değil, tam karşıtını gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır".

TİP ve demokratikleşme için plan

Türkiye İşçi Partisi (TİP) bundan tam 60 yıl önce 13 Şubat 1961'de kuruldu. O zamana kadar sol kanadı hiç olmamış olan Türkiye siyasetine TİP'in getirdiği yeni soluk, CHP'nin yüzünü belirli ölçüde emeğe dönmesinde de belirleyici oldu.

Buradaki konumuz, TİP'in ve genelde sosyalist solun 1980 öncesi tarihi değil, Aralık 1978'de çıkarılan "Demokratikleşme İçin Plan, 78-82" çalışması olacak. Daha önce örneği görülmemiş kapsamdaki bu çalışma (39+765=804 sayfa), nitelik olarak da resmi plan anlayışının tamamen dışına çıkan bir "Karşı-Plan" metniydi ve bugüne kadar da bir başka örneği görülmedi. Çok geniş bir kadronun destek verdiği bu çalışma, özgün ve tarihi niteliği bakımından olduğu kadar teknik özellikleri bakımından da dikkat çekicidir.

Bu bakımdan bugünlerde yeniden hatırlanmasının, içinde bulunulan koşullarda sosyalist solun nasıl bir iktidar programı tasarımı olabileceği üzerinde bir tartışma açılmasının, politik açıdan da öğretici sonuçları olabileceğini düşünüyoruz. (BirGün Pazar sayfalarında bu konuyu defalarca gündeme taşımaya çalıştık. Bkz: 29 Aralık 2019, 12 ve 26 Ocak 2020 ve 23 Şubat 2020 tarihli BirGün Pazar sayıları).

SOSYALİZME GEÇİŞ PLANI MI?

"Demokratikleşme için Plan, 78-82" (DİP), hayali bir sosyalist ekonominin plan önerisi olmadığı gibi, bir sosyalizme geçiş planı da değildir. Peki niçin demokratikleşme? MYK imzalı "Sunuş"a göre, "Türkiye'nin demokratikleştirilmesi, yalnız politik alanda değil, toplum yaşamının bütün alanlarında gerçekleştirilecek derin ve köklü dönüşümlerden oluşan bir süreç olarak görülmelidir". (...) "Bu belge, Türkiye'nin demokratikleştirilmesi için zorunlu olan maddi temellerin yaratılmasına daha bugünden başlamanın, yalnız zorunlu değil, aynı zamanda mümkün de olduğunu ortaya koymaktadır".

Resmi planların sınıfsal niteliğine vurgu yapılırken, DİP'in bunun tam karşıtında bir sınıfsallık içerdiğinin altı da özenle çizilmektedir: "DİP, büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden resmi planlardan daha iyisini değil, tam karşıtını gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır".

Kapitalist sistem içinde kalınmasına rağmen DİP, bağımsızlıkçı, kamucu ve toplumcu bir ilerleme yolunda büyük bir adımı temsil etmektedir. Ama bir başka açıdan da, TİP'in "sosyalist devrim" önceliğinin bizzat kendi hazırladığı DİP tarafından bir anlamda aşamalı bir mücadele programına tahvil edilmiş olduğu da söylenebilir. Nitekim "sunuş"ta tarif edilen şey, "tüm demokratik güçleri daha ileri hedefler için seferber ederek onların siyasal iktidara hazırlanmasına yardımcı olmaktır", yani demokratik güçlerin iktidarıdır.

Bugün gecikmeli olarak sorabildiğimiz bu soru, zamanında da hiç gündeme gelmemiş değildi. Nitekim, DİP'in adından başlayarak farklı görüşlerin ortaya çıktığı biliniyor. DİP çalışmasının mutfağında yer alan Mesut Odman, "Biz ona 'karşı-plan' demeyi tercih ediyorduk. O sırada 'burjuvazi'nin dördüncü plan hazırlık çalışmaları başlamıştı ve bizimki de ona karşı, sosyalist alternatif olacaktı" diye ifade ediyor. (Bilim ve Aydınlanma Akademisi adına söyleşi, 16 Temmuz 2013). Bir başka söyleşide de Odman, "'Ulusal demokratik cephe' politikası parti yönetiminde benimsenmeye başlamıştı, bizden sonra (Yalçın Küçük, Mesud Odman ve başka isimler Parti'den uzaklaştırılmışlardı) adını böyle koydular. Biz demokratikleşme için değil sanayileşme için plan yapılır diyoruz. Sanayileşme de sosyalizmin temellerini atmak için yapılır". ("Karşı-Plan ve Sosyalist Planlama Üzerine Mesut Odman ile Söyleşi", Madde, Diyalektik ve Toplum, cilt 2, sayı 4, 2019, s.375).

Aslında "sunuş"a bakılırsa, DİP'in "sosyalizme geçişin koşullarını hazırlayan" bir belge olduğuna çok sıklıkla gönderme yapılmaktadır. Bir anlamda, iç tepkileri göğüsleyebilmek için, "sosyalist devrim" önceliğinin devam ettiği de ima edilmektedir. Ama bize göre DİP, bir anlamda, TİP'in ana yönelişinde bir kırılmadır. Ama bu kırılmanın su yüzüne çıkmadığını da görüyoruz. Çünkü DİP yayımlandıktan sonra adeta unutulmaya terk edilmiş görünmektedir.

Gene de ihtiyatlı olalım: 12 Eylül Darbesi’yle her şey kesintiye uğradığı için TİP'in bu planı izleyen süreçte ne kadar benimseyip içselleştireceği, ne ölçüde kitlelere mal edeceği, ne kadar bir "mücadele silahı" olarak eylemlerine yansıtacağı, belki de ne ölçüde parti içi ihtilaflara yol açıp açmayacağını bugün tam tartamıyoruz.

1978'DE RESMİ PLANIN KARŞITINI YAPABİLMEK

Çok emek harcanmış olan DİP, koskoca DPT'nin hazırladığı IV. Plan ile hem teknik anlamda yarışmakta hem de politik ve sınıfsal perspektifleri bakımından onun tam karşıtında yer almak gibi büyük bir meydan okumayı da taşımaktaydı.

Dönem içinde yazılmış kapsamlı bir makalenin IV. Plan ile DİP'i karşılaştıran bölümüne bakarsak, "İki plan da temel hedef olarak sanayileşmeyi almakta ve sanayileşmenin esas olarak üretim ve ara malları kesimlerinde gelişmesinin gerekliliğini öngörmektedirler. Ancak iki planın kavramsal boyutları nesnel açıdan birbirlerinden temelden farklılıklar göstermektedirler. (...) Aynı temel amaca farklı sınıfsal öncüllere dayanarak yaklaşmaktadırlar". (...)" Devletin resmi planı olan IV. BYKP, Türkiye'nin kapitalist dünyanın bir parçası olmasını verilmiş bir öncül olarak kabul etmekte, (...) bir bakıma Türkiye'nin dış ile ilgili ekonomik sorunlarının tutarlı bir tartışmasından kaçınmaktadır". (İ. Tekeli, G. Şaylan, "Türkiye, Ekonomik Gelişme ve Planlama, Yurt ve Dünya, 1979, s.52-53). DİP ise aynı konuyu uzun bir birinci bölümde (s.3-213) kapitalizmin bunalımı ve emperyalizm ile azgelişmiş ülkeler arasındaki sömürü ilişkilerinin çözümlemesi bağlamında ele almaktadır. Öte yandan, IV. Plan'ın sistem içi hedeflerinin bile iç ve dış sermayeyi karşısında birleştireceğini ve bu planın uygulamaya geçmesinin engelleneceğini tarihsel olarak biliyoruz.

İkinci bir önemli farklılık daha vardır: "IV. Plan kalkınma sorununu esas olarak nicel büyüme açısından ele almakta ve kalkınmanın içeriğini, kapsamını belirleyecek yatırım politika seçmeleri hep bu açıdan oluşturulmaktadır". (Tekeli, Şaylan, s. 55). DİP'e göre ise, "kalkınma bir değişme sürecidir". "Büyüme, geri kalmışlığın, üretim yetersizliğinin, verim düşüklüğünün, ücret azlığının yenilmesi sorunudur. (...) Plan çalışması, en başta, işgücünün üretkenliğinin artırılmasını hedeflemektedir". Bunun da, "işgücü başına kullanılan üretim araçları miktarının artırılması", yani emeğin teknik donanımının olabildiğince yükseltilmesiyle elde edilmesi planlanmaktadır. İlginç olan bir hedef de, "ücretlerin üretkenlik artışından daha hızlı bir biçimde artmasının öngörülmesidir" (DİP, s. 220-29).

DİP'İN HEDEFLERİ

DİP'in dayandığı teknik temel, 64 sektörlü girdi-çıktı tablosudur. GSYH ve sektörel büyüme hedefleri, 1990'lı yıllarda Çin'in gerçekleştireceği performansı kıskandıracak boyutlardadır: GSYH ortalama artış hızı, beş yıllık plan süresince yıllık yüzde 10,35'tir. Sektörel temelde bu artış, toplam sanayi için yüzde 15,28, madencilikte yüzde 22,67, enerjide yüzde 21,02; aramalı sanayiinde yüzde 18,85, yatırım malları sanayiinde yüzde 17,77'dir. (DİP, s. 226). Burada, sanayinin GSYH içindeki payını artırmaktan daha kritik olan hedef, imalat sanayinin içyapısının değiştirilmesidir.

Bir başka seçiş, plan dönemi boyunca kamunun toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payının yüzde 77,4 gibi çok yüksek bir oranda belirlenmiş olmasıdır. Bu oran, devletleştirilecek sektörler olarak tanımlanan enerji ve madencilikte yüzde 100'dür. (DİP, s. 231, 239-40)

Öngörülen diğer devletleştirmeler, öncelikle beş büyük özel bankayı kapsamaktadır. Bu özelleştirmeler aracılığıyla sigorta sektörünün de, mevduat ve kredinin de büyük ölçüde devlet denetimine alınacağı hesap edilmektedir. Sanayi kuruluşlarının da bankalar aracılığıyla denetlenebileceği, dolayısıyla özel imalat sanayiinde (ki genellikle tüketim malları alanındadır) devletleştirmelere gidilmesine bu aşamada gerek kalmayacağı öngörülmektedir. Toptan ticaret ile dış ticaretin devletleştirilmesi ertelenemez bir hedef olarak görülmektedir. Toprak reformu ve kooperatifleşme başlıkları altında mülkiyet ve üretim ilişkilerine müdahalenin diğer biçimleri tanımlanmaktadır. (DİP, s. 232-36; 355-63).

"Finansman" bölümünde, devletleştirmelerin önemli bölümünün (toptan ticaret, dış ticaret. madencilik, enerji), gider kapısı olmaktan çok gelir sağlama araçları olacağı ifade edilmekte ve elde edilecek kaynaklar dökümlendirilmektedir. Yükü emekçilerin omuzlarında olan vergi sistemine yapılacak müdahaleyle, vergi kayıp ve kaçaklarının önlenmesiyle de önemli kaynaklar sağlanması, vergi yükünün yüzde 31,1'e yükseltilmesi, hedeflenmektedir. Kamu kesiminin büyümesiyle elde edilecek faktör gelirlerinin de önemli kaynaklar arasına gireceği dikkate alınmaktadır. (DİP, s. 323-53).

BUGÜN HANGİ DURUMDAYIZ?

Ekonomik ve sosyal yapıda son 40 yılda yaşanan önemli dönüşümlere rağmen, bugün de alternatif bir sol program hazırlanırken DİP ekseninden çok da uzağa düşülememekte, benzer öneriler çerçevesinde kalınmakta, hatta daha ılımlı önerilerle yetinilmektedir. SHP'nin 1989, CHP'nin ise 2001 tarihli kendine göre "radikal" raporları/seçim bildirgelerinin bile biraz bu etkileri taşıdığı düşünülebilir. Sosyalist hareketlerin ise, eğer sosyalizme geçiş programları varsa, DİP benzeri hedeflerin fazla uzağına düşmeleri beklenemez. Peki 40 yıl sonra hedeflerde bu istikrarın nedenleri nedir?

Birincisi, Türkiye'nin sanayileşme süreci hem 1980'lerde hem de 2000'lerde IMF/DB'nın iki büyük "yapısal dönüştürme" programıyla kesintiye uğratılmıştır. Dolayısıyla, gelişmiş dünya ile Türkiye arasındaki sınai-teknolojik açıklık daralmak yerine büyümüştür. Kaldı ki, özelleştirmelerin tahribatını gidermek için DİP'in öngördüğünden çok daha kapsamlı bir devletleştirme programına gereksinim duyulacaktır.

İkincisi, ülkenin emperyalizme olan bağımlılık ilişkileri DİP'i izleyen dönemde daha da boyutlanıp pekişmiştir. İç pazarın savunulmasında KİT'lerin oynadığı rolün eksikliği de not edilmelidir.

Üçüncüsü, tarımsal yeterlilik ve gıda egemenliği bakımından çok geriye gidilmiştir. 2000'lerdeki "yapısal dönüştürme" programının tam hedefinde olan tarım sektörünün belini doğrultabilmesi için köklü bir antiliberal programa ihtiyaç olacak, tarımsal KİT'lerin özellikle girdi üretimi alanında hızla yeniden oluşturulması gerekecektir.

Dördüncüsü, aydınlanma ve laiklik alanındaki geri gidişler, bilimsel ve teknolojik gelişmenin önünü tıkaması yanında, bir sınai kalkınma planının eğitim ayağını da aksatacak niteliktedir. Durum, 1970'lerin Milliyetçi Cephe hükümetlerinin tahribatının çok ötesindedir.

Beşincisi, işçi ve emekçi sınıfların örgütlenme düzeyi bugün çok daha zayıf ve baskı altındadır. Faşist bir otoritaryen yapının yerleştiği bugünlerde, emekçi sınıfın ve örgütlerinin bir sol programa ilgisini çekmek daha fazla çaba gerektirmektedir.

Altıncısı 1970'lerdeki sosyalist sistemin varlığı, çevre ülkelerinin emperyalizmle olan ilişkilerine belirli bir denge getiriyordu. Bu arada, henüz emeğin tüm kazanımlarına saldıran neoliberal düzenleme rejiminin hâkimiyeti başlamamıştı.

Oysa 2008 krizine rağmen neoliberal düzenlemeden vazgeçmemenin siyasi maliyeti, bugün, neoliberalizmin ancak otokratik rejimlerle mümkün olmaya başlamasıyla ödenmektedir. Türkiye bugün 1982 askeri darbe anayasasından bile çok daha kötü bir sivil darbe anayasına mahkûm edilmiştir.

Yedincisi, 1970'lerde Türkiye'de hâlâ görece ciddi bir DPT ve planlama anlayışı vardı. Hatta, DİP'in hazırlanışında DPT kadroları önemli katkı sağlamışlardı. (Mesut Odman, 2013 söyleşisisinde, onlara şöyle takıldıklarını anlatıyor: "Sizin yaptığınız kime nasip olmuş arkadaşlar, gündüz burjuvazinin, gece işçi sınıfının planını yapıyorsunuz"). Bugün artık DPT yok; planın adı var kendi yok.

Demek ki, ekonomik ve sosyal yapıda olan onca değişim, DİP benzeri bir planlı kalkınmacı/kamucu/devlet ağırlıklı sol programa (plana değil) olan ihtiyacı azaltmak yerine artırmaktadır. O nedenle çözüm önerilerinin ana eksenlerinde köklü değişiklikler yapılamamaktadır.

SONUÇ

Bugün yeni bir DİP veya benzeri bir beş yıllık sol plan yapmak sosyalist solun öncelikleri arasında mıdır veya olmalı mıdır? Yanıtımız hayır olacaktır.

Şunu da unutmayalım: DİP türü hacimli teknik planlar taban politikasına yönelik araçlar olarak kullanılmaya elverişli değillerdir. Bununla birlikte bu çalışma, sosyalist solun CHP'den niteliksel farklılığını ortaya koyması; sosyalist nitelikte olmayan bir plan çalışmasının bile sınıfsal perspektife sahip olunduğunda ne kadar farklı bir içerikte hazırlanabileceğini göstermesi bakımından çok öğreticidir. DİP, bugüne kadar yansıyan ışığıyla hâlâ görmezden gelinemeyecek bir çalışma olarak tarihe mal olmuş bir belgedir.

Bugün sosyalist sola düşen, benzeri bir plan belgesi hazırlamak değil, DİP'in eskimeyen yönlerini de göz önünde bulundurarak bir iktidar programı hazırlamaktır. Bunun ne ölçüde bir sosyalist programla özdeşleşeceği ayrı bir konudur. Ama DİP, en azından bir sosyalizme geçiş programına bir alt sınır çizebilecek sağlamlıkta bir belgedir.