Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye genelinde yayımlanan tüm gazete ve dergilerin toplam tirajları 2016 yılında %20 azalmış. Toplam tirajda gazetelerin payı %94.1’miş. Yani düşüşün neredeyse tamamı gazetelere ait. Bu önermeyle gelince doğal olarak “tabii dijital yayıncılık, herkes internetten okuyor artık, hem bedava” gibi gerekçeler sıralanabilir. Bu gerekçeler elbette önemli, zaten basılı gazetelerin 2030’lu yıllarda tamamen ortadan kalkacağına ilişkin tahminler de var. Ancak %20’lik düşüş, sadece dijital yayıncılığın yükselişiyle açıklanamaz. Aynı yıl içinde örneğin Amerika’da bu düşüş %9-10 arasında seyrediyor. İngiltere’ye baktığımızda düşüş oranının Amerika’nın da altında olduğunu söylemek mümkün. Kabaca diyebiliriz ki, ülkemizdeki tiraj düşüşünün dijital yayıncılığın yükselişinden öte sebepleri var. Tiraj rakamlarındaki olağanüstü düşüş, “gazete okuru” dediğimiz kitlenin hiç “kolay lokma” olmadığını gösteriyor. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bunun nedenlerine bakmak istiyorum.

1-Gazetecilik “yapamamak”

Gazetecilik yapamamanın tek nedeni “gazeteler” ve “gazeteciler” değil. İçinde bulunduğumuz olağanüstü koşullar, salt gazetecilik yapmanın suç olarak algılanması, insanların bu nedenle aylarca tutuklu kalması elbette gazeteleri bağlamlarından koparıyor, sansürün ötesinde otosansürü de tetikliyor. Son örnek Cumhuriyet davasında insanların delil bile denilemeyecek şeylerle nasıl içeride tutulduğunu gördük, görüyoruz.

2-İtibar kaybı

Özellikle iktidar destekçisi basında neredeyse her gün “kurmaca” tabir edilen haberler üretiliyor. Sanılmasın ki gazete okuru bunları her seferinde yer. Zira bazen akıl sınırlarının ötesine geçiliyor. Son birkaç gün içinde medyada geniş yer bulan “casus kuş” haberine bir bakın. Bir kuşun üzerine göç yollarının izlenmesi için konulan cihazdan ne senaryolar üretildi, okur nasıl aptal yerine konuldu? Daha ne kadar üzerine para vererek aptal yerine konmayı kabul eder ki insanlar? Elbette düşecek ve düştüğü oranda da şişirilecek o tirajlar.

3-Muhalefet için muhalefet

Ülkede gerçekten olanları haber yapma çabasının “muhalefet” sayıldığı ortamda bu maddede yazacaklarım biraz insafsızca gelebilir ama bence üzerine düşünmekte fayda var. Evet gazetecilik yapmak bu şartlarda çok zor ama zorlaştıkça da başka bir “refleks” gelişiyor: Abartı. Gazeteciliğin üzerindeki baskı, var olan bazı şeylerin abartılmasına ya da yanıltıcı noktaların haberin ana unsuru yapılmasına kadar varıyor. Bu iş için doğrulama siteleri dahi kuruldu.

Böyle bir ortamda okur, gazetelerden bir miktar daha ciddiyet bekliyor olabilir. Bağımsız gazeteler genellikle dikkat ediyor ama onların da zaman zaman o kervana katılması bence “sadakati” azaltıyor. Bilimsel bir gerçeklik sunmuyorum bu benim yorumum. Daha ötesi, artık basılı gazete almadığını söyleyen hoyrat bir okurun “neden sürekli moralimi bozan bir şeyi almaya devam edeyim ki” yorumunu okuduğumda önce öfkelenmiştim ama bir parça düşününce tamamen haksız olmadığı sonucuna vardım. Gerçekleri gizlemekten asla söz etmiyorum ama gazetelerin “içerik dengesini sürekli her şeyin kötüye gitmesi” üzerine kurmaları –haksız olmasalar bile- bence gazetelerin kendilerine de zarar veriyor. “Ne yani, zaten ana akım medyanın hiçbir şeyi göstermediği ortamda, bağımsız gazeteler de mi çiçek böcek sunsun” homurdanmalarını duyar gibiyim. O derece abartılı bir noktadan tartışmamak gerek. Bunun optimum noktasını bulmak için hep birlikte kafa yormalıyız. Sadece destek bekleyerek yaşanmayacağı çok açık.

Yazının sonunda tekrarlayalım, basılı gazetelerdeki düşüş küresel bir sorun. Yeni medyalarda nasıl bir gelir modeli geliştirileceği tartışması da öyle. Ancak bizdeki sorun bunların da ötesinde, ki rakamlar da bunu ortaya koymuş. Bu yazıyı okuyanların büyük bölümü dijital mecradan okuyor biliyorum, belki onlar da artık basılı versiyonu neden tercih etmedikleri üzerine düşünüp benimle paylaşabilir ha keza basılı versiyondan okuyanlar da. Ezcümle: “Ben buradayım sevgili okuyucuyum, sen neredesin acaba?”