“Hayal görmek”, romantik olmak” gibi çeşitli argümanların psikolojik baskısı altında toplumun yaşamında günlük iyileştirmeler için mücadele ederken, bunun düzenle olan bağına dair, daha az söz kurar olduk. Tam bu noktada “Tırşikçi kapitalistlere hayır!” sloganı ufuk açıcı işlevi görebilir.

“Tırşikçi kapitalistlere hayır!”

ZAFER AYDIN

Gördünüz mü, ya da duydunuz mu bilmiyorum ama Adıyaman tütün emekçilerinin eyleminden yükselen “Tırşikçi kapitalistlere hayır!”sesi çok çarpıcıydı. İlgi ve dikkat çekiciydi, aynı oranda sempatik olduğu da aşikâr. Tütün ekiciliğini uluslararası tekellerin çıkarları uğruna feda edecek yasaya karşı gerçekleştirilen eylemde dile getirilen bu söz, bir nevi tedavülden kalkmış bir söylemin hatırlatılması, unutulmaya yüz tutmuş iktisadi, politik ve sosyal gerçekliğin ifade edilmesiydi. Cemal Polat’ın aktardığına göre, Kürtlere özgü bir yaz yemeği olan tırşikten türetilen «tırşikçi”, bedava yemek için ağaya yaltaklananları aşağılamak üzere kullanılmakta. AKP milletvekilinin adının geçtiği yerde “Tırşikçi kapitalistlere hayır!” diye haykırılması adı geçen şahsa yönelik bir nitelendirme olmakla birlikte aynı zamanda akademik metinlerin, sosyalist partilerin programlarının dışında mağdurların ağzından dile getirilmiş hakiki bir kapitalizm eleştirisi oldu.

İstisna örnekler vererek itiraz eden olacaktır ama yine de genelleme yapmanın konforundan yararlanarak şunu diyebiliriz ki: uzun zamandır varlığı ve uygulamalarıyla hayatımızı kasıp kavuran kapitalizme ilişkin ideolojik-politik eleştiriyi duymaz olduk. Kapitalizmin sömürü, daha açık bir ifadeyle gasp, popüler deyimle çökme düzeni olduğu unutuldu. Kapitalizmi yıkmayı ve/veya aşmayı önüne koyan politik hareketler de dahil, kapitalizm eleştirisinin propagandasını yapmaktan, anti kapitalist bir hat üzerinden siyaset yapmaktan uzaklar. Elbette kapitalizmin yol açtığı mağduriyetlerden, yarattığı tahribatlardan söz ediliyor, ama o kadar. Köklü bir kapitalizm eleştirisi üzerine siyaset bina edilmediği için yaşanan sorunlar, yaşanması zorunlu bir gerçeklikmiş gibi kalıcılaşıyor. Yaşanan sorunlarla kapitalizm arasında neden-sonuç bağını kurmayan siyaset de mevcut statükonun kalıcılığına taş taşımaktan başka işe yaramıyor. Evet, tek adam rejimi, otoriterleşme, muhafazakârlaşma, bütün biçimsellik eleştirileri saklı kalmak kaydıyla laikliğin tehdit altında olmasına karşı itiraz önemli. Buraya dair söz kurulması, ittifak zeminini genişletecek adımlar atılması gerekiyor, ama bu talepler kapitalizme itirazla bağını kurmadan yapılamaz. Yapılamaz çünkü sahip olduğunu varsaydığımız toplumu, etkileme ve dönüştürme kapasitesi ancak kapitalizm eleştirisi ve onun yarattığı sınıfsal eşitsizliklere karşı çıkarak sonuç alıcı bir özellik kazanabilir.

Ne demek istediğimizi tarihsel bir örnek üzerinden ifade edelim. 15-16 Haziran’dan dokuz ay önce gerçekleştirilen Ekim 1969 Milletvekili Seçimleri’nde eylemin iki kenti İstanbul ve Kocaeli’nde Adalet Partisi birinci parti olarak çıkmıştı. İstanbul’da oyların yüzde 48,8’ini, Kocaeli’nde ise yüzde 52,3’ünü almıştı. Bu sonuçta işçilerin payını anlamak için 1969 yılının Eylül ayında Milliyet gazetesinde yayınlanan “İşçiler kime, neden oy veriyorlar?” araştırmasına bakmak yeterli. Prof. Kenan Bulutoğlu, Prof. Ahmet Niyazi Koç, Prof Metin Göker, Dr. İlter Turan ve Uzman Cengiz Arın tarafından, Türkiye genelinde 780 bin kişilik işçi kitlesini temsil eden örneklem üzerinden yapılan araştırmada, işçilerin oy vermeyi düşündükleri birinci parti, yüzde 35,2 oranıyla Adalet Partisi’ydi. Bununla kalmıyor; işçiler, “Geçim sıkıntısını kim çözer?” sorusuna yüzde 70 gibi yüksek bir oranla Adalet Partisi yanıtı vermekteydi. Aynı şekilde “Huzuru ve asayişi kim sağlar?” sorusuna verilen yanıt da yüzde 70 ile Adalet Partisi’ydi. Yine eylemin başını çeken metal işçileri arasında Adalet Partisi birinci sıradaydı. Ama bundan dokuz ay sonra işçiler oy verdikleri, destekledikleri partiye karşı “Ata binmiş eşekler, vatan sizden ne bekler?” sloganıyla sokakları doldurdular. Siyasal tercihleriyle bölünmüş, AP’ye, CHP’ye, TİP’e, MHP’ye oy vermiş işçiler, sınıf kimliğinin sağladığı birleştiricilikle buluştular. Haklarına el uzatan oy verdikleri, destekledikleri parti olsa dahi, buna izin vermeyeceklerini gösterdiler. Bu tutum, 60’lı yıllar boyunca Türkiye İşçi Partisi (TİP)’in kapitalizme karşı yükselttiği eleştirinin ve DİSK ile DİSK kurulmadan önce kendini devrimci sendikalar olarak tanımlayan sendikaların, sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesi içinde gören anlayışının payı büyüktü. İşçilerin politikleşmesinde, siyasi görüşlerinin gelişmesinde sınıfsal kimliklere seslenen, anti kapitalist siyaset etkili oluyordu.

Bugün sosyalist solun bu etkileme kapasitesini kaybettiği söylenemez, ama tercihlerinin, önceliklerinin değiştiğini söylemek mümkün. 1973 seçim başarısını sosyal kimliklere seslenme siyasetine borçlu olan CHP’nin bugünkü yöneticileri, toplumsal değerler araştırmalarından çıkan, toplumun muhafazakârlaşması sonuçlarını veri alarak, muhafazakârlığa oynuyorlar. Muhafazakârların dili ve argümanlarıyla, onları etkileyebileceğine dair bir ön kabulle siyaset yapıyorlar. Bu siyaset bir dönüşüm yaratmayacağı gibi muhafazakârlaşmanın yaygınlaşması ve kalıcılaşmasına hizmet ediyor. Bu durum aynı zamanda CHP’nin bir nevi laiklik alanını boşaltması sonucunu da doğuruyor. Buradan hareketle kimi sosyalist hareketler de laiklik üzerinden bir dil ve söylem kurarak bu boşluğu doldurma gayreti içindeler. Bunu söylemek laikliğin önemsiz olduğu anlamına gelmez elbette. Ama öncelik, kapitalizm eleştirisi, sosyalizm propogandası ve sınıfsal kimliklere seslenmek olmalı. İnsanların görüşlerini değiştirecek, siyasal angajmanlarında dönüşüm yaratmanın anahtarı buradadır. Can Yücel›in şiirinden hareketle söyleyecek olursak «Tanrıya açılan elin şaltere uzanması» için siyaset bunun üzerine bina edilmeli.

Kabul etmeliyiz ki, reel sosyalizm deneyinin yarattığı ağır yükü sırtımızdan hâlâ atamadık. “Hayal görmek”, romantik olmak” gibi çeşitli argümanların psikolojik baskısı altında toplumun yaşamında günlük iyileştirmeler için mücadele ederken, bunun düzenle olan bağına dair, daha az söz kurar olduk. Tam bu noktada “Tırşikçi kapitalistlere hayır!” sloganı ufuk açıcı işlevi görebilir ya da görmesi lazım dersek abartmış olur muyuz?