Tiyatro ve korona
SEMİH ÇELENK
Prof. Dr. DEÜ GSF Öğretim Üyesi
“Tiyatro ve Sureti” çalışmasının içinde yar alan “Tiyatro ve Veba” yazısında Antonin Artaud bir dönem insanlığı kasıp kavuran veba illetinin insanlar üzerindeki etkisi ile tiyatronun etkisi üzerinden bir karşılaştırma yapar. Bu karşılaştırmayı yaparken referans aldığı kaynak Saint-Augustin’in Le Cite de Dieu (Paganlara Karşı Tanrı’nın Şehri) kitabında söylediği “organları yok etmeden öldüren veba ile yalnızca bir kişinin değil, bir halkın da ruhunda, onu öldürmeksizin en gizemli bozulmalara neden olan tiyatro arasında eylem benzerliği vardır” yargısıdır. Saint Augustin’in bu yapıtın bir yerinde de şunu söylediğini aktarır Artaud: “Tanrılarınız, insanları öldüren vebayı yatıştırmak için kendi onurlarına ısrarla sahne oyunlarını isterler, dinsel önderimiz ise, ruhları yozlaştıran bu vebadan kaçınmak isterken sahnenin kurulmasına da karşı çıkar.”
Artaud, Augustine’in yaptığı benzetmeden bir tersinleme yaratarak, hakiki tiyatronun etkisini de tıpkı vebanın etkisine benzetir. “Tiyatro da veba gibi, ölüm ya da iyileşmeyle çözümlenen bir krizdir.”
Dünyamız Aralık ayından bu yana insandan insana geçen bir virüsün, Korona’nın egemenliği altında. Önce Çin’de başlayan, uzaktaki bir felaket etkisiyle gündemimize gelen, sonra Avrupa’da ve çevre ülkelerde görülen ve tedirginlik yaratan bu salgın bir süreden beri ülkemizde gün be gün artan bir hızla ilerliyor. Taşıyıcı, bulaştırıcı ya da hasta olmamak için, salgın zincirini kırmak için evlere kapanmak, iki kişiden fazla insanın yan yana gelmemesi türünden önlemler bir fantazi kabilinden konuşulurken kısa bir süre içinde insanların tek gerçeğinin kendi dört duvarları olduğu ile başbaşa kalıyoruz.
İki haftadır bütün konserler, oyunlar, film gösterimleri, festivaller, opera-bale gösterileri iptal edilmiş durumda. Bundan sonraki ilk gösteri ne zaman? Peki bir daha insanlar aynı salonda yan yana gelerek bir konseri, bir filmi ya da bir oyunu en erken ne zaman izleyebilirler? Alandaki hiç kimse bununla ilgili bir öngörüde bulunamıyor. Mayıs’ta Haziran’da oyun oynayabilir miyiz? Yazlıklarda oyunlar oynanabilir mi? Ekim’de sezonu açabilir miyiz? Ocak ayı nasıl?
Salgın hastalığın şu anda tarif edilemez bir korku, bir tekinsizlik, bir tedirginlik yarattığı görülüyor. Oysa ki insan ne kadar duygusal tepkiler verse de her zaman rasyonel düşünmeye teşne bir canlı... Bu tedirginlik ve tekinsizlik hali, insanları bir arada yapılan tüm faaliyetlerden geri çekse de, bir aşının geliştirilmesi, virüsün bir mutasyona uğraması, etkin ilaçların bulunması, salgının hızının düşmesi ve gerilemesiyle birlikte hayatın normal akışına döneceğini söylemek mümkün görünüyor. Böylelikle bugünkü felaket algısı da yerini başka bir algılama biçimi ile değiştirecektir.
Bunun karşısındaki diğer bir uç fikir de, bu sosyal mesafeli hayatın kalıcı olacağı, artık hiç kimsenin oyuna, konsere, sinemaya vb. gitmeyeceği, bu karantina günlerinde tiyatroların, opera-balenin, senfoni orkestralarının ve konser salonlarının görüntü arşivlerini açmasından da anlaşılacağı üzere bundan sonra bu tür faaliyetlerin ekran aracılığıyla, genel ağ üzerinden yayınlanacağı/ yapılacağı...
Bundan 10 yıl kadar önce verdiğim doktora dersimde bir öğrencime Doğu Avrupa’da faaliyet gösteren “Hamnet” isimli bir internet tiyatro platformunu araştırma ödevi vermiştim. Bu platformda ortak oyunlar yazılıyor, doğaçlama seansları yapılıyor, farklı mekanlardaki oyuncular tarafından aynı oyun konferans bağlantılarla canlandırılıyordu. O zaman için aşırı fantazi içeren bu eylemin benzerlerini şu karantina yaşadığımız günlerde de görebiliyoruz. Ve bu kıstırılmışlığın içinden tiyatro sanatının da elindeki araçlarla yeni keşiflerle çıkabileceğini tahmin etmek zor değil. Ama bunların –en azından şimdilik-kitleselleşebileceğini düşünmüyorum.
Yüzyılımızın en önemli olaylarından biri olarak şimdiden tarihe geçen bu Korona salgınının gündelik hayatımızın işleyişi içinde muazzam değişikliklere neden olabileceği görülüyor. Ama gerçekte dünya üzerinde bugün yaşayan insanlar tam anlamıyla dijital ve sanal bir dünyanın aktörleri olmaya ne kadar hazırlar? Ülkemizin tamamına yayılmış tiyatro seyircisinin nüfusun % 6-7si civarında olduğunu düşünürsek tiyatro sanatı gerçek anlamda yapılamadığında bu seyircinin kaçta kaçı ekran başında yayınlanan, sahnede çekilmiş oyunların seyircisi olabilecek? Tiyatronun, operanın, balenin, sinemanın büyüsü çağdışı olmasında demode olmasında değil mi zaten?
Bir nesneyle yan yana dururken o nesne size muazzam büyük gelebilir. Ama o nesneden uzaklaştıkça perspektif yasası gereği o nesne giderek küçülür, küçülür ve gözle görünmez olur. Toplumsal olaylarda, felaketlerde de hep aynı yasa işliyor. Ondan uzaklaştıkça olayın önemi azalıyor, belki de hiç yaşanmamış bir hale geliyor. Bir tarih, bir menkıbe ya da bir masal oluyor.
Toplumsal yaşantımızı anlamlı kılan birçok faaliyetin insanların bir araya gelmesiyle, yan yana gelmesiyle oluştuğunu biliyoruz. İnsanlık, şenliksi yanından, varoluşsal yalnızlığına pansuman olan bir araya gelme, çoğalma duygusundan karşılaştığı bir musibet yüzünden elbette vazgeçmeyecektir. Biraz gerileyecektir, tedirginlik duyacaktır, duracaktır, içine kapanacaktır ama çok uzun olmayan bir gelecekte, birlikte hissetmekten, birlikte gülmekten ve hüzünlenmekten, birlikte alkışlamaktan asla vazgeçmeyecektir.