Derviş, pir, ana gırık, fatik, veyvik, muskacı, üfürükçü hep vardı. Dua, büyü, üfürük, ip, efsun, aşk, bedduayla nefes alıyordular. Derviş ateşe girdi, pir el ile yol verdi, ana gırıke küfretti, fatike dağda ayıyla raks etti, ayı fatikeye türkü yaktı, veyve düğünde oynadı, muskacı muska yaptı. Yandı, bitti, kül oldu gitti. Ateşten, yoldan, dağdan, ormandan, muskadan, titreyen yapraktan evveli, hepsi de birer oyuncuydular. Meşgalesi insan, toplum, doğa, hayattı, sahnesi ev içi, kavak altı, kaya kovuğu, harman önü, gizil dağ doruğu. Binlerce yıldır, farkında bile olmadan, nizasız oyundaydılar.

Yetmişlerde yeni oyuncular çıktı şehrin ve doğanın sahnesine, ışıklar ve kalın perdeler altında da değil yalnızca, derviş ve ana gibi köylerde, ama isyancı oyunlar gösterdiler. Kadim hatırlı oyuncular, büyük bir saygıyla ama tuhaf bir sessizlikle, üstü dam ile gök, etrafı ağaç ile kuş, altı toprak ile taş sahneden çekildiler. Ömürleri gibi sözleri de toy bu sonuncular, büyüyü, duayı, ipi, üfürüğü, efsunu, rüyayı, tek bir fiskeyle sahneden aşağıya attılar. Sahnede patron, ağa, işçi, köylü, devrimci, polis, asker ve ötekiler kılığında arz-ı endam ettiler. Bu yeniler de sonra çekildiler, on yıl dolmadan. Bunlar çeyrek yüzseneden de sonra, en son İstanbul Taksim’de, Gezi adlı parkta, kahkahayla yine ortaya çıktılar.

Bir pazar sabahı. Dünya Tiyatrolar Günü. Öğrenci servisleri, motor bağırtıları, merdivenlerde pat-küt sesler, çocuk cıvıltıları yok, pencerede sanki çok uzaktan gelen kuş sesleri. Sosyal medyada tiyatro gününe dair, sanatçılardan yayılan kutlama dilekleri. Hafta başı, Füsun Demirel hükümete bağlı havuz medyadaki işinden atıldı. AKP’yi eleştirince, Gezi eylemlerine katıldıkları için işini kaybeden oyunculara katıldı.

Ankara sokakları, caddeleri, alışveriş merkezleri boş, ülkenin başşehrinde Ekim’den bu yan, bir hayalet kol gezer. Kendini patlatan veya direksiyonuna geçtikleri aracı havaya uçurarak onlarca insanı katledenlerin hayaleti. Ya yalan bir cennete gitmek, ya da aslında kara bir kahramanlar defterine adlarını kazımak istiyorlar. Eylemcilerin bir adı var, hayalleri veya insansı bir hikayeleri yok, öldüklerinde tanıyoruz, siyah beyaz fotoğraflarını ilk olarak son eylemlerinden sonra görüyoruz. Ankara artık terörün kalbi, IŞİD ve TAK’ın elini kolunu sallayarak yüzlerce kişiyi katlettiği bir kent, kara Ankara.

İşte o pazar akşamı, Tarık Günersel bir genç ekiple bizi aldı başka dünyalara götürdü. ÇSM’de (Çağdaş Sanatlar) oynadıkları oyun bir yiğitlik işiydi. İslamist iktidarın, sanatı yok etmek istediği artık çok açık, para, yargı, medya, silahlı kuvvetleri denetimine alan IŞİD’istlerin en şiddetle saldırdığı alan sanat ve kültür alanı. Bu saldırıya karşı sanat yapanlar, büyük ve yiğit insanlar. Tarık Günersel, işte bu insanlardan, sadece biri.

Ethos Ankara Uluslararası Tiyatro Festivalinde, ÇSM’deki o konforlu sahnede, pantomimci Yaşar Nezih Eyüboğlu, Almanya’dan gelen Wolfgang Nemo da vardı. Bu sonuncusu, burnunda kıpkırmızı bir elma, yüz çizgilerinde komik bir ifade, tezatlıkla savaşın korkunç yüzünü aldı getirdi, izleyenlerin gözü önüne seriverdi. Elma düştü, gülünç bol pantalonuyla palyaço yok oldu, patlama sesleri salonu sardı, Suriye’de, Bağdat’ta, Lahor’da, ama Kızılay’da ölen çocuklar geldi, ilk hayale.

Tarık Günersel ilk kez oynadığı Portreler ile, ölüme karşı yaşamı, boş inanca karşı aklı, baskıya karşı özgürlüğü anlattı. Bir Türkiyeli ve Türkiye gerçeği olan canlı bombanın hayatını da, daha iki yaşında bir çocukken babasından ayrı düşürülmüş bir insan olarak, babasız çocukların berdevam öfkesini yansıttığı oyunu da kederle oynadı (Çocukluk denildiğinde ne annesini, ne babasını, ne yanlarında büyüdüğü dedesi ile ninesini, sadece beyaz kedisini hatırlayan büyük şair İsmail Uyaroğlu sana da selam olsun). Yanan kadınları da, galaksilerarası kongreyi de, bakın kalbim sağda, isterseniz dokunun, sizinki solda atmaya devam edebilir, hem artık sağ-sol önemli değili de, işkenceye tepkiden dağa çıkan çocuğu da usulca oynadı, yanındaki Ezgi Çelebi, Sezgin Cengiz, Onur Somay ile.

Şu son yıllarda bir tek kültür ve sanatı ele geçiremediler yobazlar, ne bir sinemaları, ne şiirleri, ne hikayeleri, ne romanları, ne de tiyatroları var. Yaratıcılıkları yok, estetikleri, edebiyatları ve incelikleri de, kadına, çocuğa, ağaca düşmanlar, her yere sanki yokmuş gibi cami kondurmaktan, canlı bomba ve şehitlik propagandası, Türgev’e, Ensar’a açgözle dev mekanlar ayırmaktan başka bir yaratıcılıkları da yok.

Ama, sosyal yardım adlı kölelik ücretiyle aldattıkları, cennetle kandırdıkları, tecavüz ettikleri çocukların ailelerini bile on bin liraya susturdukları bir büyük oyunculukları var. ABD’ye gidip kendi kendilerini karşılıyor, IŞİD ile oynayıp Suriye’yi vurmaya devam ediyor, kabineleri, bakanları, televizyondaki sahtekarları, gazetelerdeki yazarları, yalan sahne parlamentoları ile tam bir maskaralık tiyatrosu çevirmedeler, yıllardır. Neyse ki, bin yıllık halk oyunculuğu yatağı, yetmişlerin devrimci gençlik tiyatrocuları ve daha üç yıl evvel Gezi parkta neşeyle oynayanların izinde Tarık Günerseller hala var, demek ki umut ve iyimserlik de. O halde, tiyatro günü mutlu olsun.