Google Play Store
App Store

TMMOB 47. Olağan Genel Kurulu ve seçimleri tamamlandı. Genel Kurul’da yapılan seçimlerde TMMOB’nin yeni kurulları belirlendi. Seçimlerde en yüksek oyu, Gezi Davası tutuklusu, mimar Mücella Yapıcı aldı.

TMMOB 47. Olağan Genel Kurulu tamamlandı, kurullar belli oldu
Fotoğraf: TMMOB

26 Mayıs Perşembe günü Kocatepe Kültür Merkezinde başlayan TMMOB 47. Olağan Genel Kurulu, 29 Mayıs Pazar günü yapılan seçimler ile son buldu. Seçimlerde TMMOB Yönetim Kurulu, Denetleme Kurulu ve Yüksek Onur Kurulu üyeleri belirlendi. Tek liste ile girilen seçimlerde Devrimci, Demokrat, Yurtsever, İlerici, Çağdaş Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları’nın desteklediği Mavi Liste adaylarının tamamı seçildi.

Yönetim Kurulu seçimlerinde en yüksek oyu Gezi Davası dolayısı ile cezaevinde bulunan Mimarlar Odası adayı Mücella Yapıcı aldı. TMMOB 47. Dönem Yönetim Kurulu’na Hülya Küçükaras, Cevahir Efe Akçelik, Şükrü Akçadağ, Ekrem Poyraz, Mustafa Zorlu, Feramuz Aşkın, Yusuf Songül, Turğay Erkan, Müveddet Hanze Gürkaş, Selçuk Uluata, Murat Fırat, Ömer Ersin Gırbalar, Onur Gökulu, Hüsnü Meydan, Emin Koramaz, Utkan Güneş, Adnan Deniz Özdemir, A. Mücella Yapıcı, Yılmaz Çatal, Yüksel Kurt, Ayşegül Oruçkaptan, Orhan Sarıaltun, Esen Leyla İmren, Özden Güngör seçildi. TMMOB yeni Yönetim Kurulu, önümüzdeki günlerde ilk toplantısını yaparak başkan, ikinci başkan, sayman ve yürütme kurulunu belirleyecek.

Genel Kurulda gerçekleştirilen seçimler sonucunda Denetleme Kurulu’na İlter Çelik, Özgür Topçu, Nadir Avşaroğlu, M. Zeki Barutçu ve Halil İbrahim Yiğit seçilirken, Yüksek Onur Kurulu’na ise Battal Kılıç, Abdullah Bakır, Sadık Kınalı, Ayşe Işık Ezer ve Şihat Şengal seçildi.

TMMOB Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi de yayımlandı. Sonuç Bildirgesi’nde, “Yaşadığımız tüm baskılara rağmen demokrasiden, özgürlükten, bağımsızlıktan, laiklikten, toplumculuktan ve barıştan yana politikalarımızdan taviz vermeyeceğiz! Ülkemizi kasıp kavuran kriz koşullarında meslektaşlarımızın ekonomik, demokratik ve mesleki faydalarının geliştirilmesi için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz! Sanayileşen, üreten ve demokratikleşen bir Türkiye mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz! Türkiye’nin içinden geçtiği bu karanlık dönemde, Gezi’ye, emeğimize ve mesleğimize sahip çıkacağız!” ifadeleri kullanıldı.

TMMOB 47. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi’nin tamamı şöyle:

KARANLIĞA KARŞI BİLİM VE TEKNİK İLE MÜCADELE ZAMANI

GEZİYE, EMEĞİMİZE, MESLEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ!

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, 26–29 Mayıs 2022 tarihlerinde 24 bağlı Odası ve 650 bin mühendis, mimar, şehir plancısı üyesini temsilen TMMOB 47. Olağan Genel Kurulu olarak Ankara’da toplanmıştır.

Birliğimizin 46. Dönemi dünyada ve ülkemizde etkili olan Covid-19 Salgını nedeniyle ertelenmiş dönem olarak sadece 10 aylık süreyi kapsamış olmasına rağmen bu süre zarfında yürüttüğümüz çalışmalar, demokratik geleneğimize ve odalarımızın genel kurullarında ortaya çıkan iradeye sahip çıkma doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

Covid-19 salgını, ABD’nin Çin’e yönelik ticaret savaşları, emperyalizmin NATO’yu parlatma-genişletme, Rusya’yı kuşatma, Çin’in yükselişini engelleme çabaları, Rusya-Ukrayna savaşı, kapsamlı ambargo ve yaptırımlar, nükleer füzeler dahil silahlanmanın artan boyutları ve dünya çapında tedarik-ticaret-emek ve finans zincirlerinde yaşanan kırılmalar, etkileri önümüzdeki dönemde yoğunlaşarak sürecek olan önemli gelişmelerdir. Bu gelişmeler dünya ekonomisi ve siyasetinin gelecek perspektiflerini etkileyecek boyutlardadır. ABD’nin başını çektiği tek kutuplu yeni dünya düzeni dönemi kapanmıştır, artık iki kutuplu/veya çok kutuplu bir dünya vardır ve uluslararası ticarette ABD doları hakimiyetinin geleceği sarsıntıdadır. Küreselleşmenin sonu, yeni bir dünya düzeni ve kurumları, uluslararası ticarette yeni para birimi/veya birimleri gibi konular epeydir tartışılmaktadır. Ukrayna savaşı, çeşitli yönleriyle gördüğümüz üzere bu süreci hızlandırmıştır. Bu genel dünya durumu, halklar açısından sosyal hak kayıpları, işsizlik, yoksullaşma, açlık, toplumsal parçalanma, mülteci akınları, insanlık dışı yaşam koşulları, kitlesel ölümler ve halklar arasında kuşaklar boyunca sürecek düşmanlıklara yol açıyor. Ancak bu olumsuzluklar geniş kitleler tarafından sorgulanıyor ve başka bir dünya özleminin yayılmasına da yol açıyor. Mevcut dünya durumu, halkçı, kamucu/toplumcu, sömürüsüz, savaşsız, barışçı seçeneği halkların önüne koymaktadır. Genel kurulumuz bu tek doğru insani alternatifin yanındadır.

Ülkemiz ekonomiden siyasete, dış politikadan hukuka, çevreden sağlığa kadar her alanda yaşanan büyük bir kriz içerisindedir. Yargıdan bürokrasiye, güvenliğe kadar devlet işleyişinin her aşaması iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden dizayn edilmektedir.

Uzun yıllardır devam eden ekonomik krizin toplumsal etkilerinin en üst düzeye çıktığı bir dönem yaşanmaktadır. Hayat pahalılığı, işsizlik, yokluk ve yoksulluk bütün toplum kesimlerinin yaşamını tehdit eder hale gelmiştir. Artan kiralar, kontrol altına alınamayan fiyatlar, temel tüketim maddelerinde yaşanan kıtlık, düşen alım gücü, açlık sınırının altına düşen ücretler nedeniyle toplumun farklı kesimleri tepkilerini ortaya koymuştur. Üniversite öğrencilerinden sağlık çalışanlarına, kamu emekçilerinden işçilere, esnaftan çiftçilere ve emeklilere kadar pek çok kesim “geçinemiyoruz” diyerek öfkelerini sokaklara taşımıştır.

Temel gıda ürünleri erişilemez fiyatlara yükselmiş durumdadır. Milyonlarca yoksul, ucuz ekmek alabilmek için saatlerce kuyruklarda beklemek zorunda kalmaktadır. Artan tarımsal girdi maliyetleri, nakliye bedelleri ve aracı karları nedeniyle mevsim sebzeleri bile alınamaz hale gelmiştir. İnsanlar ev kirası, ulaşım masrafları ve faturalar nedeniyle ay sonunu getiremez olmuştur. Milyonlarca kişi geçimini sağlayabilmek için borç batağına sürüklenerek adeta bankalar için çalışır hale gelmiştir. İktidar sahipleri, kendilerini ve çevrelerini zenginleştirmek için ülkemizin bütün zenginliklerini tüketmektedirler.. Özelleştirmeler, devlet ihaleleri ve ödeme garantili projeler eliyle bir avuç iktidar yandaşının servetine servet katmıştır. Enerjiden tarıma, madenlerden sanayiye kadar her alanda paha biçilmez tesislerimiz halkın elinden birer birer koparılmıştır. Tek adam rejimi, yoksulluğu halkın yaşam tarzı haline getirmiştir.

Yaşanan bu kriz mühendis, mimar ve şehir plancılarının hayatlarını da olumsuz etkilemiştir. Başta yeni mezun ve işsiz meslektaşlarımız olmak üzere, kamuda ve özel sektörde her türlü mühendislik, mimarlık ve şehir planlama hizmetlerini yapan meslektaşlarımız giderek artan zorluklarla baş etmeye çalışmaktadır.

Kamuda çeşitli statülerde çalışan meslektaşlarımızın ekonomik ve sosyal koşulları gerilemiş durumdadır. Sistematik biçimde daraltılan iş alanlarımız nedeniyle yıllardır kamuda mühendis, mimar ve şehir plancısı ataması yapılmamaktadır. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımızın çalışma koşulları ise kriz derinleştikçe daha da zorlaşmaktadır. İşsizlik tehlikesi, düşük ücretler ve güvencesiz çalışma ücretli çalışan meslektaşlarımızın ortak kaderi haline gelmiştir. Emekli meslektaşlarımızın emeklilik statüsü, esnek kuralsız güvencesiz hale getirilmiştir. Devlet destekli ekonomik güvencesi sağlık ve sosyal hakları olan, sosyal risklere karşı koruyan emeklilik modeli değiştirilerek yerine bütün bu hakları yok sayan yaşlılıkta güvence olmayan bireysel emeklilik modeli ikame edilmiştir. Emekli olmak geç ve güç hale getirilmiştir. TMMOB sosyal güvenlik sistemi ve emeklilerimizin sorunlarının tespiti çözümü için gerekli çalışmalara devam edecektir.

Birçok genç meslektaşımız, mesleki, ekonomik ve sosyal tatminsizlik nedeniyle geleceğini yurt dışında aramaktadır. Yaşadığımız sorunlar, ülkemizde emeğiyle geçinen tüm kesimlerin yaşadığı sorunların bir parçasıdır. Bu sorunların sebebi mevcut siyasi iktidar ve onun 20 yıldır uyguladığı ekonomik-sosyal politikalardır. Bu siyasi anlayışın meslektaşlarımızın ve ülkemizin yaşadığı sorunlara çözüm bulması mümkün değildir.

Bugün elimizde her alanda harabeye dönmüş bir ekonomi ve her alanda çürümüş bir devlet yapısından başka bir şey kalmamıştır.

46. Çalışma dönemimiz, neoliberal yağma politikalarına karşı kamusal değerleri, ekonomik krize karşı mesleki ve özlük haklarımızı, dinci gericiliğe karşı aydınlanma değerlerini ve laikliği savunmakla geçmiştir. Yaşadığımız tüm baskılara rağmen demokrasiye, özgürlüklere, bağımsızlığa, laikliğe ve toplumculuğa olan bağlılığımızdan asla taviz vermedik.

Eğitim, ülkemizin geleceğinin şekillendirilmesinde en önemli konudur. Sosyal devlet anlayışının gerilemesi, eğitimin ticarileştirilmesi, niteliksizleştirilmesi, cemaatlerin ve gericiliğin eğitime müdahaleleri ülkemizin geleceğini tehdit etmektedir.

Toplumsal aydınlanmanın öncüsü olan üniversitelerin, 1980 faşist darbesi ile başlatılan zapturapt altına alınma projesi, AKP iktidarı ile en üst seviyeye ulaşmıştır. Ülkemizin tüm üniversiteleri, kayyum rektörler ile bilimden uzaklaşmakta; niteliksiz ve biat eden kuşaklar yetiştirilmesinin koşulları hazırlanmaktadır.

Genel Kurulumuz, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılık eğitiminin kaynağı olan ilk ve orta öğretimde; eğitimin demokratik, laik, bilimsel içerikte ve anadilde bir eğitim sistemini savunur. TMMOB, hem çocuklarımızın aydınlık geleceği, hem de gelecekteki meslektaşlarımızın alması gereken nitelikli ve parasız eğitim için mücadele etmekten geri durmayacaktır.

Cumhuriyet tarihinin tüm kamusal yatırımları ve kurumları farklı yöntemlerle özelleştirilmiştir. Özelleştirmeler sonucunda çalışanlar, üreticiler ve toplum büyük kayıplar yaşarken, sermaye sahipleri servetlerine servet katmışlardır. Ülkemizin kamusal birikimi ve zenginliği olan kamu kurum ve kuruluşlar halka ait olmaktan çıkarılmış, bir kısmı ise Varlık Fonuna devredilerek sürekli zarar eden, denetimsiz yapılar haline getirilmişlerdir.

Günümüz dünyasında elektrik enerjisi tüm toplum açısından vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Toplumun yeniden üretimi için gerekli olan tüm temel ihtiyaçlar gibi elektriğin üretimi, iletimi ve dağıtımı da merkezi bir plan ve kamusal bir anlayışla her türden rant ilişkisinden arındırılmış, kesintisiz, kaliteli ve erişilebilir olarak halka sunulmalıdır. Ne var ki sermayenin çıkarlarının toplumsal ihtiyaçların önünde gören neoliberalizm, diğer tüm kamusal hizmet ve sektörlerin olduğu gibi, elektrik üretim-iletim ve dağıtımının özelleştirilerek ticarileştirilmesini dayatmaktadır. Enerji üretiminde yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilmeli, kaynak potansiyelimiz gerçekçi yaklaşımlarla ortaya konulmalıdır. Özellikle doğalgaz, ithal kömür ve nükleer gibi ülke kaynaklarını özel sermayeye ve dışa aktaran mevcut politikalardan vazgeçilmelidir.

Bizden çalınanların geri alınması için tereddütsüz bir şekilde yeniden kamulaştırma adımları hızla atılmalıdır. Bu yağma düzenine karşı toplumun ortak çıkarı için, planlı ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için, yeni yatırımların yapılarak istihdamın artırılması için acilen sektör temelli yeni ve güçlü kamu işletmeleri kurulmak zorundadır. Bunun için kamusal fayda ve demokratik yönetim ve denetim anlayışı ekseninde oluşturulacak kamusal kurum ve kuruluşlara ihtiyacımız vardır.

Doğa ile uyumsuz ve plansız kentleşme, sanayi, enerji vb. politikalar sonucu yok edilen doğal yaşam alanları ve bozulan ekosistemler sağlık sorunları, gıda krizi gibi sorunların doğmasına neden olmuştur. Tarım sektörümüz yıllardır uygulanan yanlış ve özelleştirmeci tarım politikaları nedeniyle çöküş içindedir. Yaşanan krizden kurtulabilmek için ithalat kolaycılığına dayalı neoliberal ekonomi politikaları yerine üretim ekonomisini, sermayenin öncelikleri yerine kamusal çıkarları, gündelik politikalar yerine tarımda planlı kalkınmayı, gıda egemenliğini ve güvenliğini hedefleyen anlayış bir an önce benimsenmeli, tarım sektörüne yönelik yapısal sorunları gideren tarımsal planlamalar acil olarak gündeme alınmalıdır.

Ormanlarımız, madenlerimiz, denizlerimiz, derelerimiz, limanlarımız, mera ve tarım alanlarımız, tarihi mekânlarımız yandaş şirketlere ve uluslararası tekellere peşkeş çekilmektedir. Kaz Dağlarından Fatsa’ya, Cerattepe’den Kuzey Ormanlarına, Hasankeyf’ten Allianoi’ye, Dipsiz Göl’den Kapadokya’ya, Manisa Kula-Salihli Jeoparkı’ndan İzmir Çeşmeye ve Munzur Gözeleri’nden Salda Gölü’ne kadar yaşam alanları, denizler, dereler, kıyılar, ormanlar, meralar, yaban hayatı, biyolojik, jeolojik ve ekolojik çeşitlilik, doğal, tarihsel ve kültürel miras sermayenin dizginsiz talanına açılmıştır.

Yapılması halinde İstanbul, Trakya, Karadeniz ve Marmara Denizi’ne yönelik tahribatı felaket düzeyinde olacak olan Kanal İstanbul projesinin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Birliğimiz ve Odalarımız tarafından açılan davaların seyri, hukuk sürecinin iktidarın güdümünde sahte bir oyuna dönüştüğünü göstermeye yetmektedir.

Ülkemizin çeşitli yerlerinde yaşanan ve afete dönüşen doğa olaylarının yarattığı yıkım ve can kayıpları giderek artmaktadır. Yaşadığımız son sel felaketlerinin temel nedenleri, iklim değişikliğinden ziyade, insan kaynaklı doğa tahribatları, yanlış su politikaları, HES’ler, plansız ve çarpık kentleşme, yetersiz altyapı ile merkezi ve yerel yönetimlerin kentleri rant politikalarına teslim etmesidir. Yanlış su yönetimi ve HES politikaları sonlandırılmalıdır. Dere yatakları acilen bilim ve tekniğin kurallarına uygun olarak rehabilite edilmeli, bu alanlar üzerindeki mevcut yapılar kaldırılmalı, tekrar yapılaşmaya açılmaması için anayasal korumaya alınmalıdır.

OHAL KHK’ları ile haksız ve hukuksuz bir şekilde, haklarında herhangi bir soruşturma dahi yürütülmeden ihraç edilen kamu çalışanlarına yönelik gösterilen insanlık dışı tavır hala sürmektedir. Davalar hukuktan uzak kararlar ile uzatılmakta ya da sonlandırılmaktadır. Bu zulme biran önce son verip KHK’lar ile ihraç edilen meslektaşlarımız tüm haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmelidir.

Genel Kurulumuz, Kürt sorununda oyalamacı, tasfiyeci ve faşizan savaş politikalarını reddetmekte ve halk olmaktan kaynaklı doğal hakları için direnen Kürt halkının yanında yer almaktadır. İnkârcı, asimilasyoncu, güvenlikçi politikalar yerine aynı coğrafyada yaşayan halkların eşit ve özgür biçimde bir arada yaşama koşullarının oluşturulması, çatışmalı sürecin barış sürecine evrilmesi konusunda Genel Kurulumuz açık bir şekilde taraftır. Kürt halkının sosyal, siyasal, kültürel hakları, talepleri demokrasi ve insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, çözümsüzlük üreten baskı, şiddet ve güvenlik eksenli politikaların uygulanması çatışmalı ortamın devam etmesine neden olmaktadır. Bugün Kuzey Irak’ta askeri operasyonlar sürdürülürken, AKP’nin ülkeyi savaş ortamında seçime götürme amacıyla Suriye’de yapmaya niyetlendiği yeni operasyon, ülkemizde ve bölgede barış umutlarını yok ederken, çözümsüzlüğün daha da derinleşmesine yol açacaktır.

İktidarın politikalarına muhalefet eden tüm kesimler haksız, hukuksuz bir şekilde cezaevlerine atılmaktadır. Cezaevlerinde hukuk dışı, antidemokratik uygulamalar artmakta, bu uygulamalara karşı gelişen tepkiler de yetkililer tarafından görmezden gelinmektedir.

Türkiye tarihinde hiçbir dönemde kadına yönelik şiddet bu denli yaygınlaşmamış, alenileşmemiş ve cezasız bırakılmamıştır. Devlet kurumlarında ve gündelik yaşamda empoze edilen gerici anlayış, kadınların toplumsal ve mesleki hayata katılımını engellemektedir. Kadınlar erkeğe, işsizliğe, yok sayılmaya ve ev içi sömürüye mahkum edilmektedir. Kadın mücadelesinin önemli bir kazanımı olan İstanbul Sözleşmesinden çekilinmesi ile kadına yönelik şiddetin cezasızlığının önü açılmıştır. Ailede, eğitimde, çalışma yaşamında; kısaca bütün toplumsal yaşamda açıkça görülebilen olumsuzluklar, AKP iktidarında artmıştır.

Kadın meslektaşlarımızın çalışma ortamlarında yaşadıkları zorluklar, karşılaştıkları şiddet, cinsiyet eşitsizliği ve yıldırma politikalarının son bulması için daha etkin mücadele edilmesi gerekliliği önümüzde bir görev olarak bulunmaktadır. Birliğimiz kadına yönelik şiddete ve cinayetlere, yok saymaya, değersizleştirmeye, her türlü toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve nefret söylemine karşı adalet, eşitlik ve özgürlük için mücadele etmeyi sürdürecek, İstanbul Sözleşmesi yaşatır demeye kararlılıkla devam edecektir.

Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından birisi de mülteci krizidir. Krizin kaynağı olan emperyalizmin savaş politikaları ve onun sesi olan ABD-AB, Batı sınırlarına duvarlar örerek ya da Türkiye gibi kimi ülkeleri tampon ülke haline getirerek kendisini bu krizin uzağında tutmaya çalışmaktadır. Afganistan’dan Suriye’ye varan emperyalist müdahale süreçlerinden bağımsız bir mülteci krizi tartışılamaz. Türkiye’de mülteci krizinin kaynağında AKP iktidarının Suriye iç savaşında emperyalizmin dümen suyunda izlediği cihatçı iç savaş siyaseti vardır. Türkiye ekonomisindeki derin krizle birlikte işsizliğin ve yoksulluğun yaygınlaşması da yabancı uyrukluların günah keçisi ilan edilmesinin koşullarını yaratmaktadır. Bu da aslında iktidarın sorumlu olduğu gerçekliliğinin dışında bir sebep arayışı algısı doğurarak ile sürecin yanlış analizine sebep olmaktadır. İnsani düzeyde tüm halkların sorunlarına sahip çıkan, emekçiler arasında düşmanlık yaratmak yerine tepkileri sorumlu olan emperyalizme ve onun temsilcisi iktidara yönelten bir çizginin mülteci krizinde de geliştirilmesine büyük ihtiyaç vardır.

Çarpık ekonomik yapı, sermaye kesiminin kasalarını doldururken halkımıza emek sömürüsü, iş cinayetleri, gelir adaletsizliği dayatılmaktadır. Soma’dan Ermenek’e kadar yaşadığımız iş cinayetleri sonucu işçi mezarlığına dönüşmüş ülkemizde koşullar daha da kötüleşmiştir. İşçi sağlığını ve iş güvenliğini maliyet olarak gören kapitalizmin sömürü sistemi günlük hayatımızı teslim almıştır. Çalışma hayatını belirleyen politikalar, kanunlar ve ilgili mevzuat, uygulamalar kökten değişmelidir. Birliğimiz, üreten, sanayileşen, iş cinayetlerinin engellendiği, işsizliğin olmadığı, iş güvenliği mevzuatının sermaye tarafından değil, emekçinin ve aynı zamanda kamunun güvenliği ve sağlığını gözeten bilimsel-teknik yaklaşımların belirlediği bir ülke için mücadele etmektedir.

Siyasi iktidar tarafından seçim süreci öncesinde toplumsal muhalefetin tüm unsurlarıyla sindirilmesi amaçlamaktadır. Bu kapsamda "sosyal medyaya sansür yasası" olarak bilinen kanun teklifi meclisin gündemine getirilmiştir. Birliğimiz, halkın haber alma ve ifade özgürlüğü çerçevesinde; açık, özgür, sansürsüz, hızlı ve güvenli İnternet’in kamusal hizmet çerçevesinde bir yurttaş hakkı olmasını sağlama, iletişim kurma, bilgi paylaşma ve bilgiye ulaşma özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılması için tüm bileşenleriyle mücadele etme inancı ve kararlılığındadır.

İtirazlarını ve taleplerini yükseltmek için sokağa çıkan tüm kesimler sınırsız ve orantısız bir polis şiddetiyle bastırılmaktadır. Son örneğini Gezi Davası’nda gördüğümüz gibi mahkemeler iktidar sopası olarak görev yapıp, iktidar politikaları doğrultusunda kararlar vermektedir.

Adaletin karanlık çağını yaşıyoruz!

Gezi Direnişi ve Canan Kaftancıoğlu davalarında birbiri ardına verilen mahkumiyet kararları iktidarın toplumsal muhalefete gözdağı verme çabasının göstergesidir.

Ülke tarihimizin en görkemli, en yaratıcı, en gurur verici halk hareketi olan Gezi Direnişi’nin parçası olan arkadaşlarımız uydurma deliller ve asılsız suçlamalarla yargılandıkları dava sonucunda hapis cezasına mahkûm edilerek tutuklandılar. Gezi Davası’nda mahkûm edilen arkadaşlarımızın nezdinde siyasi iktidarın cezalandırmak istediği tüm Gezi Direnişi ve o direnişin parçası olmuş milyonlarca kişidir. Çünkü Gezi Direnişi, AKP’nin 20 yılda yarattığı çürümüş, köhne düzenin tam karşısında yer alan aydınlık bir Türkiye geleceğinin temsilcisidir.

Aralarında TMMOB Yönetim Kurulu Üyemiz Mücella Yapıcı, Şehir Plancıları Odamızın İstanbul Şubesi’nin eski başkanı Tayfun Kahraman ve Mimarlar Odamızın Hukuk Müşaviri Can Atalay’ın da bulunduğu yargılanan arkadaşlarımız hukuki gerekçelerle değil, politik hesaplarla cezalandırılmışlardır. Gezi Direnişi nasıl ki bu ülkenin yüz akı ve onurlu tarihinin bir parçasıysa, Gezi Direnişi Davasında yargılanan tüm arkadaşlarımız da bizim yüz akımız ve onurlu tarihimizin bir parçasıdır.

İktidar dayatmasıyla, kurgu iddianamelere dayanarak verilen bu mahkeme kararı Gezi’nin tertemiz direnişini lekeleyemeyecektir. Bu kararı kabul etmiyoruz! Gezi Direnişinin arkasında dimdik durduğumuz gibi, Gezi Davasında yargılanan ve ceza alan arkadaşlarımızın da yanında dimdik durmaya devam edeceğiz!

Halkı hedef alan, toplumsal muhalefeti sindirmeye yönelik bu karar, gelecekte hem iktidar sahiplerinin hem de bu kararın altında imzası bulunanların üzerinde bir utanç vesikası olarak kalacak ve örgütümüz bu hukuksuzlukların sorumlularının yargılanması için gerekli mücadeleyi verecektir.

TMMOB 47.Olağan Genel Kurulu delegeleri olarak biz, mühendis, mimar ve şehir plancıları TMMOB örgütlülüğü altında; meslek uygulama alanlarımız ile ilgili politikaların, ülkemiz ve halkımızın çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için çaba harcamaktayız.

Almış olduğumuz bilimsel teknik eğitim ve mesleki sorumluluklarımızın gereği olarak, yurdumuzu, insani değerleri, kentlerimizi, kırlarımızı, bilim ve sanayi alt yapımızı, doğal ve kültürel varlıklarımızı sahipleniyoruz. Daha fazla kar ve rant uğruna ülke kaynaklarının talan ve tahrip edilmesine karşı çıkıyoruz. Üreterek gelişen, paylaşarak büyüyen bir ülke istiyoruz.

Yüreği emekten ve halktan yana atan tüm demokratik güçlerle dayanışma içindeyiz. Emeğin, barışın, özgürlüklerin, çağdaş değerlerin, bilimin ve hakça bölüşümün egemen olduğu bir ülke için mücadele ediyoruz.

Genel Kurulumuz, “Mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunlarının halkımızın ve ülkemizin sorunlarından ayrı olmadığının bilinciyle;

Yaşadığımız tüm baskılara rağmen demokrasiden, özgürlükten, bağımsızlıktan, laiklikten, toplumculuktan ve barıştan yana politikalarımızdan taviz vermeyeceğiz!

Ülkemizi kasıp kavuran kriz koşullarında meslektaşlarımızın ekonomik, demokratik ve mesleki faydalarının geliştirilmesi için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz!

Sanayileşen, üreten ve demokratikleşen bir Türkiye mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz!

Türkiye’nin içinden geçtiği bu karanlık dönemde, Gezi’ye, emeğimize ve mesleğimize sahip çıkacağız!

Gezi direnişinde kaybettiklerimizi saygıyla anıyor, mücadelelerini sürdürerek onurlu duruşlarından vazgeçmeyen ve tutsak edilen arkadaşlarımızı selamlıyoruz.

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz! Yaşasın TMMOB Örgütlülüğü!