… or not to be;
işte soru bu.
Hayatta olmak, olmamak.
Fark sadece tek hece.
Hangisi daha asilce? Hayatın
amansız hücumlarına
zihinde direnmek mi,
yoksa silaha sarılıp
bu gidişe son vermek mi?
Ölmek… uyumak. O kadar.
Kalp ağrısı, doğanın
bedene mirası 1001 acı
bir uykuyla son bulur.
Bu hoş finali kim istemez
yürekten?
Ölmek, uykuya dalmak…
Peki rüya? Kâbuslar?
Ölüm uykusunda neler
görülür, kim bilir.
Hayata katlandıran
bu kaygı zaten.
Yoksa kim direnir
yönetenin küstahlığına,
adalet mekanizmasının aczine,
‘karşılıksız aşk’ acısına,
vefanın satılık olmasına?
Kim direnir?
Basit bir hançerle
her şeyi “halletmek” varken?
Kim çeker bunca çileyi?
Ölüm sonrası –giden hiçbir
gezginin dönmediği
o meçhul ülke-
böyle ürkütmese?
Düşünmek
işte böyle korkak eder insanı.
Bildiğimiz illetleri yeğleriz
bilmediklerimize.
Arzunun doğal rengi solar,
düşününce.
Ve nice hayatî hamle
başlamadan bitiverir.
•••
400. ölüm yıldönümünde
Shakespeare’i
şükran ve saygı ile
anarak, Hamlet’in
müthiş tiradının
bir çevirisi daha.