Herhangi bir insana, “Burada asıl utanması gereken sensin” demek, kişiyle ilişki durumunuza göre sitemden kınamaya kadar uzanan bir çizgide algılanabilecek eleştiri cümlesi kurmaktır, hakaret iması içermez

TOBB marşı

ONUR BEHRAMOĞLU / @onurbehramoglu

6 Eylül 2016 tarihinde saat 09.30’da ‘Sanık’ sıfatıyla İstanbul Anadolu 61. Asliye Ceza Mahkemesi duruşma salonuna çağrıldığımı haber veren Savcılık iddianamesine göre, “Şu fotoğrafta asıl utanması gereken Tobb başkanıdır. Gericiliğe teslim olmuş burjuvazi, faşizme giden yola taş döşer” şeklinde beyanda bulunarak eleştiri sınırlarını aştığım ve müştekinin kişilik haklarına saldırıda bulunarak hakaret ettiğim anlaşılmakla atılı suçtan dolayı yargılanmamın yapılarak cezalandırılmam isteniyor.

“Şu fotoğrafta asıl utanması gereken Tobb başkanıdır. Gericiliğe teslim olmuş burjuvazi, faşizme giden yola taş döşer” cümlesine esas teşkil eden fotoğrafta, Tobb başkanı, baskıcı-gerici tavır ve uygulamaların zirveye ulaştığı dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikteydi. Yazdığım iki cümleden hangisinin “eleştiri sınırlarını aşarak müştekinin kişilik haklarına saldırıda bulunduğunun» hukuken izahının mümkün olmadığını, bütün bunların ancak politik olarak anlamlandırılabileceğini düşündüğümden, savunmamı bu eksende yapacağım.

Herhangi bir insana, “Burada asıl utanması gereken sensin” demek, kişiyle ilişki durumunuza göre sitemden kınamaya kadar uzanan bir çizgide algılanabilecek eleştiri cümlesi kurmaktır, hakaret iması içermez. Duyduğunuz rahatsızlığı muhatabınızın yüzüne karşı söylerseniz sitem, başkasına anlatırsanız yakınma, değer yargıları açısından değerlendirip doğru bulmayarak ayıplarsanız kınama anlamındadır. Buraya kadarı, ‘Cümlelerin Anlam Özellikleri’ başlıklı Türkçe derslerinde, ilköğretim düzeyinde verilen bilgidir. Kurduğum cümlenin muhatabı en ağırını, kınandığını algılıyorsa, bir değer yargısının terazisinde tartılıyor ve tartışıyoruz demektir. Ben o terazinin kefesine, Bergman’ın, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir” cümlesini koyuyor, muhatabımdan da kendi ağırlığını koymasını bekliyorum. O ise ‘hakaret’ suçlamasıyla mahkemeye davet ediyor beni. Eğer karşı ağırlığı yoksa, onun kefesine de “Hayâ imandan mıdır?” sorusuna Hazreti Muhammed’in verdiği yanıtı koyayım: “Hayâ dinin tamamıdır.”

Sahi, Tobb başkanı ya da şikâyeti haklı bulan sayın savcı hiç Bergman filmi izlemişler midir? İzledilerse, dünyayı kurtaracak denli yüce bir duygu olan utanca daveti neden hakaret saymaktadırlar? “Kur’an-ı Kerim’de peygamberi eleştirmenin de herhangi bir cezası yoktur. Şuna inanmıyor, bunun değeriyle alay ediyor, bunun inancını küçümsüyor diye hiç kimseye ceza verilemez” diyen İhsan Eliaçık’ı okumuşlar mıdır? Okudularsa, peygamberi eleştirmenin cezası yokken sıradan bir yurttaşı eleştirmenin cezayı hak ettiği sonucuna nasıl varabilmektedirler? Bütün bunlarla ne demek istediğimi anlamakta mıdırlar yoksa bu soruları sormak da hakaret kapsamında mıdır? “Felsefe yapma, edebiyat yapma, burayı tiyatroya çevirme” ifadelerinin kanıksandığı çöl ikliminde beyin damarlarmız büsbütün tıkanmış, düşünmek hepten olanaksız bir hal mi almıştır?

Yazılı kültürü özerk kurumlarla koruyabilen ülkelerden mi olacağız, onu günlük siyasi dalgalanmaların insafına mı terk edeceğiz, mesele budur. Necip Fazıl sevdalılarının nedense pek okumadıkları İsmet Özel’in dediği gibi, “Bilgilenmeyi önleyen her tutum ya şu anda işlenen suçları gözden saklamak veya sonuçlarını gelecekte fark edeceğimiz planların uygulamaya konmasını sağlamak içindir.” Tobb başkanının sergilediği tutum, bilgilenmeyi, düşüncenin serpilip gelişmesini, sorgulayıcı bakışı teşvik etmediğine göre, hangi suçlar gözden saklanmakta, hangi planlar uygulamaya konmaktadır?

“Gericiliğe teslim olmuş burjuvazi, faşizme giden yola taş döşer” cümlesini de iki ayrı perspektiften ele almayı deneyelim: Fransız Devriminin Robespierre’inden Cumhuriyet Devrimlerinin Mustafa Kemal’ine pek çok devrimci önder burjuva sınıfsal kökenden şahsiyetlerdir. Tamamı gericiliğe meydan okuyarak toplumlarını ileri çekme dinamiğini harekete geçirmiş, meydan okudukları iktidarlarla işbirliği içindeki sınıf, kesim ve güç odaklarıyla da mücadele etmişlerdir. O halde, “Gericiliğe teslim olmuş burjuvazi faşizme giden yola taş döşer” tespiti tarihsel bir gerçekliğin altını çizmekte, buradaki hangi ifadenin şahsa hakaret kapsamında değerlendirildiği anlaşılamamaktadır.

Bir şey varsa değişir, değişmiyorsa diyalektik yoktur. Gericilik de değişmekte, farklı kisvelere bürünmektedir. Türkiye’de gericilik iktidar partisiyle sınırlı olmayıp, mevcut düzeni köklü biçimde değiştirme niyeti olmayan muhalefeti de kapsamaktadır

Konuyu çekirdek aile düzleminde ele aldığımızda da, tutuculaşıp içe kapanan burjuva ailesinin nasıl faşizan karaktere büründüğünü, üyelerinin saygıdeğer bireyler olarak demokratik ilişkiler kurdukları ailelerde ise sevginin, dayanışmanın, yaratıcı enerjinin çiçekler açtığını görürüz. Bu konuda derinleşmek isteyenler için Marx’tan Freud’a, Balzac’tan Tolstoy’a, Bunuel’den Haneke’ye nice kilometre taşları yol üzre beklemektedir.

Cemil Meriç, “Bir Osmanlı şiiri vardır ama bir Osmanlı nesiri yoktur. Şiir bir avuç insana hitap ediyordu çünkü bu bir avuç insanın dışında düşünen kimse yoktu” derken, ne hazin, şimdiyi anlatır gibidir. Anmakta tereddüt ediyorum zira sayın savcılarımız kazara okurlarsa rahmetli üstadın da yargılanmasını talep edebilirler, lakin, “Şövalyeliğin ürpertisini, dinin vecdini peşin paranın buzlu sularında boğmuştur burjuvazi” diyen de aynı Cemil Meriç’tir! “Şövalyeliğin ürpertisini, dinin vecdini peşin paranın buzlu sularında boğan burjuvazi” cümlesi ile “Gericiliğe teslim olarak faşizme giden yola taş döşeyen burjuvazi” cümlesi, yan yana, omuz omuza durmaktadır. Kâr hırsının ticaret burjuvazisi ile değil mağrur bir düşünce adamıyla aynı saflarda yer almak da onurdur.

Bir şey varsa değişir, değişmiyorsa diyalektik yoktur. Gericilik de değişmekte, farklı kisvelere bürünmektedir. Türkiye’de gericilik iktidar partisiyle sınırlı olmayıp, mevcut düzeni köklü biçimde değiştirme niyeti olmayan muhalefeti de kapsamaktadır. “Türkiye’de sol sağdır, sağ da soldur” dediğinde, hiçbir solcu ya da sağcı, kendisine hakaret edildiği hezeyanıyla İdris Küçükömer’i dava etmeye kalkışmamış, ülkemizde epeyce zihni bulandırdığına inandığım bu görüş her kesimin düşünen insanlarınca sayısız makalede ele alınmış, eleştirel aklın süzgecinden geçirilerek tartışılabilmiştir. Bugün Türkiye’deki iktidarın da muhalefetin de gerici olduğunu düşünen kişi bunu ifade edemeyecek, daha ilk cümlesinde kendisini mahkeme kapılarında mı bulacaktır?

“Şüphe, bir nura doğru koşmaktır” diyordu Tevfik Fikret; şairler nura doğru koşarlar, “koşuyu kaybettikten sonra” bile. Türkiye’deki mevcut iktidar ise, nura doğru değil Nur cemaatine doğru, hatta onlarla beraber koşmuş; onlar engel tanımaksızın koşmaktayken ülkemizin uçuruma gerili çürük bir ip üzerinde yıllar yılı düşe kalka yürümeye mecbur edildiği, 15 Temmuz darbe girişimiyle mızrak çuvala sığmaz biçimde gözler önüne serilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuyla ilgili açıklamasında, “Bu örgüt kırk yıldır kanserli bir hücre gibi. Biz bu yapıya destek olduk, ben de bunlara yardımcı oldum. Aldığımız önlemler olmasaydı bu darbe girişimi çok daha büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkacaktı. Hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum” derken, ülkenin faşizmin kıyısından döndüğünü, kendisinin de bundan birinci derecede sorumlu olduğunu beyan etmektedir. 81 il emniyet müdürünün 74’ünün cemaatçi olduğunun bizzat İçişleri Bakanı tarafından açıklandığı ülkede “gericiliğe teslim olmuş burjuvazi, faşizme giden yola taş döşer” cümlesine hakaret davası açmak yerine üzerinde düşünülse herhalde daha uygar bir ülke olacağımız âşikârdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasi hayatının ilk yıllarında, partisinin il gençlik kolları başkanıyken ona ‘Reis’ diye hitap edilir, ev kirasını ödemek için para toplanırdı. Bugün saraydan halka seslenirken, “Biz kuru hurma yiyen peygamberin ümmetiyiz” demektedir. İslam’ın peygamberi de, toprak damlı evde, Medine’nin en yoksulu nasılsa öyle yaşamış ve evet, “Hayâ imandan mıdır?” sorusuna “Hayâ dinin tamamıdır” yanıtını vermiştir.

Şair ne yapmıştır? İfade hürriyeti sınırları içerisinde düşüncelerini yazmış, ülkenin muktedirlerini dünyayı kurtaracak utanca davet etmiştir zira “İnsan tek başına bütün insanlığı yeniden başlatmak zorundadır.” Karşılığında ne olmuştur? Özel sektörün Türkiye’deki yasal temsilcisi tarafından dava edilmiştir. Mahkeme, burjuvaziye karşı şairi suçlu bulursa bu binlerce yıllık mücadele tarihinde yeni bir haber olmayacak, anayasasında hukuk devleti olarak tanımlanmış Türkiye Cumhuriyeti’nde Tobb Marşı’ndan başka söylenebilecek söz kalmadığı belgelenecektir. O sözler de, hani bu da hakaret sayılmayacaksa, palavradan ibarettir:

“Tüccar sanayicinin eşsiz eseri / Şanlı hür teşebbüsün yasal önderi / Yüce saygınlığıyla yoktur benzeri / Türkiye Odalar Borsalar Birliği”