Seksenlerin sonunda Gaziantep’teki mecburi hizmetimi çoktan bitirmiş, sabırsızlıkla İstanbul’a dönmeyi bekliyordum.

Ne var ki, Sağlık Bakanlığı’na çöreklenmiş MHP’liler engelleyip duruyorlardı.

Çareyi kapağı SSK’ya atmakta bulmuş, tayinimi Bakırköy Doğumevi’ne yaptırmıştım.

Bakırköy eski mekânımdı.

Tren İstasyonu’ndan çıkıp Hrant’ın Kitabevi’ni geçer, o zamanlar trafiğe açık olan İstasyon Caddesi’yle İstanbul Caddesi’nin kesiştiği köşedeki, içinde küçük bir saat tamircisinin de bulunduğu turşucudan sola dönünce Yenimahalle’ye gidilirdi.

SSK Bakırköy Doğumevi ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yenimahalle’de, Bakırköy Lisesi’nin bitişiğindeydi.

•••

SSK Sultanahmet Hastanesi Hariciye ve Nisaiye Servisi adı ile 1952 yılında faaliyete geçmiş...

Hariciye Servisi’nin Samatya’daki SSK İstanbul Hastanesi’ne devredilmesinden sonra Bakırköy Doğumevi ve Dispanseri Başhekimliği olarak faaliyetini sürdürmüştü.

Eski bina zamanla tahliye edilerek yıkılmış, yerine yapılan yeni hastanede yatak sayısı beş yüze kadar çıkmış, önce kadın doğum, sonra da çocuk hastalıkları ihtisasına başlanmıştı.

Yirmi dört saat durmaksızın çalışan doğumhanesinde her sene yirmi, yirmi beş bin nüfuslu bir kasaba kadar çocuk dünyaya gelir…

Doğum sancısı çeken kadınların çığlıklarıyla doğum yapmış kadınların mutlulukları birbirine karışırdı.

•••

Çocuk hastanesi doğumevine sonradan eklendiği için kadın doğuma göre daha ihmal edilmiş haldeydi.

Ben, geçen yıl kaybettiğimiz Özdemir İlter’in öğrenciliğimizde bizlere aşıladığı ilgiyle çocuk servisini seçmiştim.

Gündüzleri uzmanlarla, asistanlarla vizitlere katılır, sonra ya polikliniğe iner, ya serviste devam eder, geceleri de acil çocuk nöbeti tutardım.

O yıllarda İstanbul nüfusu bu kadar kalabalık değildi.

Üstelik Recep Akdağ da daha politikaya atılmamış, Erzurum’da hastaneyle muayenehanesi arasında gidip gelmekteydi.

Hülâsâ; sağlık sistemi henüz “reforme” olmamış, aciller de ağzına kadar dolmamıştı.

Bizim nöbetler de gayet rahat geçerdi.

Asistanlarsa durup dinlenmeden çalışmak zorundaydılar.

Bir yandan doğumhaneye, bir yandan da bütün katlardaki servislere bakarlardı.

Bu arada, her gün çok sayıda bebek kan uyuşmazlığına bağlı yenidoğan sarılığına yakalanır...

Nuh Nebi’den kalma fototerapi cihazlarının dört lâmbasından iki tanesi ancak çalışır…

Küvözü geçtim beşik bile bulunamadığı için bebekler sedyelerin üzerine yan yana dizilir…

Hastabakıcılar biberonla beslemeye yetişemez…

Sürekli acıkan bebekler açlıktan birbirlerinin kulağını, topuğunu emer…

Bilirübinleri bir türlü düşmediği için de kan değişimi, exchange kaçınılmaz olurdu.

Ben de acile gelen hasta sayısının iyice azaldığı gece saatlerinde asistanlara yardıma gider…

Yenidoğanların henüz düşmemiş göbek kordonuna taktığımız musluklu kanüllerle sabaha kadar kanlarını değiştirirdik.

•••

Diğer SSK hastaneleri gibi Bakırköy Doğumevi de bundan on yıl önce Sağlık Bakanlığı’na devredildi, beş yıl önce de Halkalı’ya taşındı.

Taşındı, derken…

Tayyip Erdoğan’ın, Sur’daki vahşetten kaçanlar için “Göç etmediler, yer değiştirdiler” demesi misali!..

Gerçekten Halkalı’da Kanuni Sultan Süleyman isimli yeni bir hastane kuruldu…

Bakırköy Doğumevi’nin personeli bu yeni hastaneye nakledildi…

Hastane de kapatıldı!..

Bu perşembe de TOKİ tarafından arsa satışı karşılığı gelir paylaşımı yöntemiyle…

İş merkezi, AVM, katlı otopark, falan yapılmak üzere satışa çıkarılıyor.

Gerekçe?

Bina depreme dayanıklı değil, üstelik iyice mahalle arasında kaldı, park sorunu var, filan.

Tabii ki, yıkılıp yerine yeni bir hastane yapılabilirdi.

Çokça ölümlü trafik kazası yaşanan Sahil Yolu’nda Samatya’dan Silivri’ye kadar tek bir hastane olmadığı düşünülürse çok da iyi olurdu.

Ama gözleri paradan başka bir şey görmeyen İslamcılar satışı daha avantalı buldular.

Altmış yıl boyunca doğumunu Bakırköy Doğumevi’nde yapmış bütün kadınların…

Dünyaya gözlerini Bakırköy Doğumevi’nde açmış bütün bebeklerin…

Bakırköy Doğumevi’nde çalışmış bütün sağlık emekçilerinin…

Samatya’dan Silivri’ye bütün İstanbul halkının laneti üzerlerine olsun!..