Húrin’in Çocuklarına Dair Öykü’sünde Tolkien, Aristoteles’in belirlemiş olduğu tragedya kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır. Öykü, Túrin’in doğumundan önce başlayıp ölümünden sonra biter ve bu şekilde tüm anlatının bir kişi tragedyasından ziyade asıl bütün olan Silmarillion’a ait bir tragedya olmasını sağlar.

Tolkein’in tragedya yolculuğu

AZİZ CEM KAYAALP

J.R.R. Tolkien’in kaleme aldığı Orta Dünya efsanelerinin edebi seçkisi, başka bir deyişle ‘Legendarium’, yazarın İngiliz kültürüne armağan ettiği bir mitoloji olma özelliği taşır. Peri masallarına âşık biri olarak kendi ülkesinin mitoloji bakımından çok fakir olduğunu düşünen Tolkien, yirminci yüzyıl gibi geç bir tarihte antik ozanların rolünü profesyonel bir şekilde devralmıştı. Başta İskandinav ve Fin mitleri olmak üzere Avrupa folkloruna olan hâkimiyeti kendi hikâyelerinde derin bir yankı taşır. Bu konuda iyi bilinen örneklerden biri (ne yazık ki pek yetersizdir) bir Germen destanı olan ‘Völsunga’nın ‘Yüzüklerin Efendisi’nde işlenen ‘kötücül yüzük’ konseptine benzerliğidir. ‘Legendarium’ bilinçli veya bilinçsiz yollarla Kuzey Avrupa mitlerinden sayısız yolla beslenmiştir ve Tolkien’in ilham kaynakları akademide uzun zamandır tartışılagelmiştir. Ne var ki, yazarın bir edebiyat profesörü olarak kesinlikle aşina olduğu Antik Yunan etkisi çokça ihmal edilir.
Platon, Devlet isimli diyaloğunda Lidya’lı Gyges’e dair bir öykü anlatır. Bir ölünün parmağında altın bir yüzük bulan çoban Gyges, yüzüğün tılsımından edindiği görünmezlik gücü sayesinde kralı öldürüp Lidya’nın başına geçecektir. Tek Yüzük’le böylesine spesifik bir ortaklığı olması, ‘Völsunga’ya kıyasla Platon’un yüzük konusunda daha etkili bir esin kaynağı olduğunu öne sürmek için yeterli bir argümandır. Ama Tolkien’in hangi mitten daha çok etkilendiğini tartışmak verimsiz olacaktır zira bunun yanıtı yalnızca yazarın bilinçaltında gizliydi. Bahsi geçen anlatının önemi, Tolkien’in aldığı Antik Yunan dili eğitiminin eserinde nasıl yansımalara sahip olabileceğini örneklemesinde yatar.

TRAGEDYA KURALLARINA BAĞLILIK

Eğer Tolkien evrenindeki başlıca unsurların ağırlıklı olarak hangi kültürlere ait olduğu kıyaslanacak olursa, şüphesiz Kuzey Avrupa mitolojileri bilge elfleri, becerikli cüceleri ve altın düşkünü ejderhalarıyla sahnenin büyük bir kısmını kaplayacaklardır. ‘Legendarium’da Antik Yunan efsanelerinden böylesine doğrudan alınmış öğeler yoktur. Tolkien daha ziyade klasik yazarların anlatım tekniklerinden yararlanmış gibidir. Orta Dünya’nın ilk çağına dair efsaneler içerisinde en keder yüklü olan ‘Narn i Chîn Húrin’, yani Húrin’in Çocuklarına Dair Öykü, Aristoteles’in belirlemiş olduğu tragedya kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır. Öykü, esasında Arda’nın yaratılışından Yüzüklerin Efendisi’ne kadar olan tarihini İncil benzeri bir üslupla anlatan Silmarillion’un bölümlerinden biridir. Lakin öteki bölümlerin aksine bütün hikâyenin içerisindeki bir kesiti betimlemek yerine tek bir karakterin tüm hayatına yoğunlaşır: Túrin Turambar.
Aslında, Aristoteles tekil karakterlerin tüm yaşamlarının ele alındığı destanları uygun bulmaz ve Herakles yahut Theseus destanlarının sahiplerini başarısız olarak niteler. Ona göre, destanın birinin tüm hikâyesini değil onun içinden bir kesiti anlatması gerekir, tıpkı ‘İlyada’nın Troia Savaşı’nın kısıtlı bir dönemini ele alması gibi. Ancak Húrin’in oğlu Túrin’in yaşamı Silmarillion’daki ana hikâyeye elzem bir şekilde bağlı olduğundan eksik bir halde anlatılması düşünülemezdi; kaldı ki Tolkien bu öyküyü başlı başına bir roman haline getirecek kadar yaşamamıştı. Yine de yazarın Aristoteles’in ilkesini takip ettiğini görmek mümkündür: Húrin’in Çocuklarına Dair Öykü, Túrin’in doğumundan önce başlayıp ölümünden sonra biter ve bu şekilde tüm anlatının bir kişi tragedyasından ziyade asıl bütün olan Silmarillion’a ait bir tragedya olmasını sağlar.

FARKLI BİR KAHRAMAN

Húrin’in Çocukları, Tolkien’in en çok bilinen öykülerinden değildir ve onu okuyanlar arasında bile en iyi ihtimalle tartışmalı bir konumda olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kimi okuyucular bu öyküyü ‘Legendarium’a yakıştıramazken, bu yazıda da destekleneceği üzere, kimileri için Tolkien’in yazarlığının zirve yaptığı eserdir. Öykü, bahtsız bir karakter olan Túrin Turambar’ın çevresinde gelişir; ancak kendisi kahraman olmaktan çok uzaktır. Túrin’in bir Fin miti olan Kalevala’daki trajik kahraman Kullervo’dan ilhamla oluşturulduğu neredeyse su götürmez bir gerçektir; Tolkien’in o destan üzerine de kendisine ait bir anlatısı bulunur.
Turambar Túrin kasvetli bir karakterdir. İkisi de mağrur ve güçlü insanlar olan ebeveynleri onu bir bey olarak yetiştirmişlerdir; fakat bir gün babası savaştan geri dönmeyince her şey değişir. Topraklarını yabancılar istila eder ve servetlerine el koyup insanlarını köleleştirirler. Gururlu annesi korkup kaçmayı reddeder ama henüz bir çocuk olan Túrin’i aynı kadere mahkûm etmek istemediği için onu bir Elf kralının yanına gönderir. Böylece çok erken yaşta evini ve ailesini kaybeden Túrin’e kalan tek miras ebeveynlerinin soğuk gururu ile intikam arzusudur. Bununla beraber, savaşta esir düşmüş babası yoluyla Kara Düşman Morgoth tarafından şu sözlerle lanetlenmiştir: “Ama düşüncem sevdiğin herkesin üstüne bir Kıyamet Bulutu gibi çökecek ve onları karanlığa ve ümitsizliğe boğacak. Nereye giderlerse gitsinler, şer yükselecek. Her konuştuklarında, sözleri kötü fikir getirecek. Ne yaparlarsa yapsınlar, aleyhlerine olacak. Hayata ve ölüme küfrederek, ümitsizlik içinde ölecekler.”

EYLEMİN TAKLİDİ

Aristoteles, tragedyayı bir “eylemin taklidi” olarak niteler ve “eylem halindeki kişilerin o eylem aracılığıyla taklit edilmesi” gerektiğini söyler. Túrin’in tüm yaşamı bu ilke üzerinden kurgulanmıştır ve eylemleri üzerindeki lanetin yankısıdır. Lanetin hiçbir kelimesi farazi kalmaz: Túrin yaşamı boyunca çeşitli Elf ve İnsan topluluklarında lider veya danışman olur, Kara Düşman’a karşı savaşlarında elinden gelen en büyük yardımı yapmaya hazırdır; ne var ki bahtı her zaman tersine döner ve istemeden yanındakilerin ölümüne sebep olur. Yunan filozofun karakterler konusundaki bir diğer ilkesi korku ve acıma duygusu uyandırmaları gerekliliğidir. Bu bağlamda, tragedya bahtiyarlıktan bedbahtlığa geçişi anlatacağına göre, saygın insanları merkeze almamalıdır zira bu itici geleceğinden korku ve acıma uyandırmaz. Buna karşılık alçak insanlar için de aynısı geçerlidir; empatiyi hak etmezler. Aristoteles’in çözümü, kendilerinden daha erdemli olan büyüklerin hataları yüzünden acı çeken karakterlerdir. Túrin, Silmarillion’da daima erdemi övülen babası Húrin yüzünden bu duruma düşmüştür. Baht dönüşü Aristoteles’e göre tragedyanın temel taşıdır ve vurucu bir tanıma anıyla gerçekleşmelidir. Túrin, yaşamının çeşitli evrelerinde iyi niyetle başladığı eylemlerin tersine dönmesi bir yana, öykünün sonunda kaldırması mümkün olmayan bir tanıma anı yaşar: Evlendiği kişinin kız kardeşi olduğunu öğrenir. Kırdığını düşündüğü lanetin halen hareketlerini yönlendirmekte olduğunu fark edince intihar eder. Kendisine karşı vardığı bu farkındalık veya tanıma ustalıkla oturtulmuş ve esasında bir zafer sahnesinin akabinde yaşanmıştır, bu da Aristoteles’in bahtiyarlıktan bedbahtlığa geçiş ilkesine bir kez daha dönüldüğünü gösterir.
Húrin’in Çocuklarına Dair Öykünün okur açısından tartışmalı konumu eksiksizce tasarlanmış bir tragedya oluşuna bağlı gibidir. Ne Yüzüklerin Efendisi gibi bir roman, ne de Silmarillion gibi tarihi bir anlatı olduğundan çoğu okur bu öyküyü kategorize etmekte güçlük çeker ve yersiz ve acı bir fırtına bulutu olarak görür. Öte yandan öyküdeki yapı taşlarının ne kadar özenle yerleştirildiğine dikkat edilirse, J.R.R. Tolkien’in gençliğinde gönül verdiği trajik kahramanları Turambar Túrin özelinde birleştirip en önemli eseri haline gelebilecek bir öykünün temelini attığı rahatlıkla anlaşılabilir.