Sizin alınız al inandım  
Morunuz mor inandım  
Tanrınız büyük âmenna  
Şiiriniz adamakıllı şiir  
Dumanı da caba  
Ama sizin adınız ne

Turgut Uyar

Çok iyi yüzeriz biz. Hepimiz. Hatırlasanıza. Hani o ergenliğinizin en delişmen çağında kasabanın plajından karşıdaki adacığa nasıl yüzmüştünüz. Tam üç buçuk saatte... Bütün kasabanın ergenleri bir saat sonra gelebilmişti hem.

Hadi onu geçin, peki ya mahalleden kapı komşusu Hanife teyzenin torunu Murat’ı boğulmaktan kurtarmanız... Bütün kasaba sahile toplanmıştı da, onlar bakakalırken siz atlamış Muratcığı çıkarıvermiştiniz, akıntıyla büyük limanın altına sürüklenmeden.

Çok iyi güreşiriz biz. İnanmayan aşağı mahallenin çocuklarına sorsun. Üç sokak aşağıdaki boş arazinin yamacındaki çınarda pinekleyen serçelere sorsun. Efe vardı, hatırlayın. Hani babası tüccar olan. Meydan okumaya kalkmıştı size. Araziye çağırmıştı. Tişörtünüzü en yakın arkadaşınıza vermiştiniz. ‘Uzun sürmez, iki dakika tut şunu’ demiştiniz. Amma şaşırmıştı Efe. Ne olduğunu bile anlamadan kündeye geldiğinde...

Çok iyi at bineriz biz. Yazın yaylada, köyde nice huysuz atı yola getirdiniz. Köyün çocuklarıyla akşamüstlerinde yaptığınız at yarışlarını bırakın köyün gençlerini, yaşlıları konuşur olmuştu. Kahvenin önünden geçerken ‘Bu mu at yarışında bizimkilere nal toplatan İstanbullu çocuk’ diye aralarında tatlı tatlı dedikodu yaparken utanır, hafiften kızarırdınız. Bütün atlar güzeldi. Ama bir tanesi yok mu... Ah doru renkli atın yeri ayrıydı. Çok iyi at binerdiniz. Doru renkliye bir başka iyi...

Çok iyi atıcılık yaparız biz. Elektrik borusuyla külah atmakla başlayan bir kariyerden söz ediyoruz nihayetinde. Hayvanlara silah atmazdınız biliyoruz. Ama elli adımdan beş şişeyi arka arkaya indirmenizi kim unutabilir ki... Hem kimse aklından çıkarmasın, siz bu yola havalı tüfeklerle balon avlamakla girdiniz. Gez göz arpacığı tanesi 50 kuruştan hesap sorduğunuz balonlarla bellediniz. Sineği gözünden vursanız yeridir. Sakın ha, yanılıp da kimse meydan okumaya filan kalkmasın. Kötü olur.

Çok iyi top oynarız biz. Her türlüsünü hem de... Yakan toptan tutun da, voleybol, basketbol ve pek tabii ki futbol. Tozlu arazide başlamıştınız siz bu oyunu öğrenmeye. İhtisasınız halı sahalarda tamamlamış, uzmanlığınızı ilçedeki kulübün kaçak girdiğiniz sahasında edinmiştiniz. Sorsak bütün mahalle söyler, zamanında Beşiktaş’ın altyapısına çok istemişlerdi sizi. Zaten mahallenin futbol düşkünü amcaları eüer o gün lig maçı yoksa kahveden çıkışta sizin halı saha maçınıza bir uğrardı. İki dakika sizi izleyiversinler diye... Beşiktaş işi neredeyse oluyordu. Önce babanız hımhımlanmış, sonra mahalle maçında bileğiniz sakatlanmıştı. Eh, okuldu, sınavdı derken ne kadar büyük bir yetenek, memleketin şanlı spor tarihinin hiç açılmamış bir yaprağı olarak kalmıştı. Sol ayağınızla bir şut atardınız ki... Peeeh!

İşte bu yüzden Derya Büyükuncu’ya, Çiğdem Özyaman’a, İsmail Keleş’e, Nimet Karakuş’a, Mete Binay’a, Aylin Daşdelen’e, Fatih Keleş’e, Alex’e, Hagi’ye, İbrahim Üzülmez’e, Sabri’ye, Zico’ya, Tigana’ya, Del Bosque’ye ağzımıza geleni söyleyebiliriz. Twitter’da, Facebook’ta çemkirebiliriz. Küfredebiliriz. Kafalarına tükürebiliriz.

Boşuna konuşmuyoruz.

Bu işlerden iyi anlarız biz.

Sporu, futbolu beşikten mezara biliriz.

Çok olimpiğizdir vesselam.

Lakin çaktırmayız.