Toplum için ruh sağlığı yasası acil bir zorunluluk
Sağlığın alınıp satılan bir meta haline dönüştürülmesi en belirgin olarak ruh sağlığı alanında ortaya çıktı. Bireyin eşit ve bilimsel ruh sağlığı hizmeti alabilmesi için ‘ruh sağlığı yasası’nın acilen çıkarılması gerekiyor.
HAZIRLAYAN: Hande Gazey-Pınar Yüksek
Hafta boyunca sürdürdüğümüz Türkiye’nin Ruh Sağlığı Sorunları yazı dizisi son günü, değerlendirme ve tartışmaya gelen katkılarla sona eriyor.
Uzmanlar toplumun ruh sağlığı yasasına ihtiyacı olduğunu dile getiriyor: Bireyin ve toplumun bilimsel ve erişilebilir ruh sağlığı hizmeti alma hakkı; ruh sağlığı çalışanlarının güvence ve denetim altında hizmet verebilmeleri için bir ruh sağlığı yasası acil bir zorunluluk.
Psikiyatrist Prof. Dr. Selçuk Candansayar: Ruh Sağlığı Yasası, hemen şimdi!
Ruh sağlığı genel sağlığın ayrılmaz bir bileşeni. Dahası günümüzde ruh ve beden sağlığı ayrı kavramlar olarak da görülmüyor. Her türlü tıbbi hastalık biyolojik ve sosyal değişkenleriyle bireyin ruhsal durumunu da etkiliyor. Aynı şekilde ruhsal hastalıklarda da bedensel sorunlar bir arada bulunuyor. Modern bilimsel psikiyatri, ruh ve bedeni birbirinden ayrı olgular olarak görmüyor. Ruhumuz ve bedenimiz bir bütünlüğün bileşenleri. Öyle ki bu bütünlük bedeni ve ruhu da aşan, bireyi içinde yaşadığı dünya ile işi, aşı, kişilerarası ilişkileri, yönetilme biçimi, kimliği, yaşadığı mekanla her an etkileşen bir var olma hali.
Hastalığın bireysel değil toplumsal bir olgu olduğu, ruhsal hastalıklar alanında çok daha belirgin. Neoliberal hegemonya bireyi, toplumdan yalıtarak sahte bir “öznellik” görünümü altında nesneleştirirken sağlığı da alınıp satılan bir “meta” ya dönüştürdü. Bu dönüşüm yine en belirgin olarak ruh sağlığı alanında ortaya çıktı. Ruh sağlığının “iyi” olması, “mutlu olmak” olarak tanımlanır oldu. Sağlıklı insan mutludur, neşelidir, enerjiktir anlayışı yerleşti. Böylece insanlık kültürünün başlangıcından beri var olan psikiyatrik hastalıkların kapsamı genişler anlamı belirsizleşirken, tedavi ve iyileşme anlayışları da değişti. Bugün Türkiye’de psikoterapi, psikoterapist ve -terapisi (kuantum, enerji, bilinçaltı) gibi sınırı, içeriği, etkisi ve riskleri hiç bir şekilde denetlenemeyen bir “terapi salgını ve terapist enflasyonu gelişmiş durumdan.
Genel sağlığın olduğu gibi ruh sağlığının da “satın alınan” bir metaya dönüşmesine aslında en çok ve en başta ruh sağlığı hizmeti veren sağlık emekçileri karşı çıkıyorlar. BirGün’ de hafta boyunca görüşlerini yayınladığımız meslek örgütleri ve farklı ruh sağlığı disiplinlerinden uzmanların tümü de bu halin sakıncalarını bildirdiler. Psikiyatri, psikoloji, sosyal hizmet uzmanlığı, psikiyatri hemşireliği, psikolojik danışma ve rehberlik uzmanlığı, uğraşı tedavisi disiplinleri bir ekip olarak çalıştıklarında, bireyin ve toplumun ruh sağlığının korunması, geliştirilmesi ve hastalıkların tedavisi mümkün olmakta. Alanda her meslek grubu çok değerli ve önemli. Her meslek grubu kendi yetkinlik alanında çalışmak ve disiplinlerarası işbirliği içinde birey ve toplum yararına hizmet vermek istiyor. Hem tek tek uzmanlar hem de tüm meslek örgütleri aynı fikirde.
Ama gündelik hayata baktığımızda NLP’ den bilinçaltı temizliğine, yaşam koçluğundan enerji terapilerine kadar bilimdışı, şarlatanca uygulamaların sanki “ruhsal tedavilermiş” gibi piyasaya pompalandığını görüyoruz. Bu terapiler herhangi bir yeni “meta” nın önce popülerleşip sonra modası geçince unutulması gibi pazarda satılıyor. Bu halin en büyük nedeni, sağlığın bir insan hakkı ve kamu hizmeti olduğu gerçeğinin “unutturulması”, sağlığın bireyin sorumluluğuna ve mali gücüne bırakılması.
Oysa ruh sağlığı çalışanları her üç kadından birinin, her dört erkekten birinin hayat boyu en az bir kez depresyon hastalığına yakalandığını, erişkin nüfusta her yüz kişiden bir ya da ikisinde ağır ruhsal hastalık görüldüğünü biliyor. Savaşlar, kitlesel ve bireysel şiddetin de birey, grup ve toplumlarda ağır ruhsal örselenmelere de neden olduğunun farkında.
Ruh sağlığı çalışanları üniversitede bilimsel eğitimle alından diploma ile meslek yetkinliğini kazanmak, denetim altında mesleğini uygulamak istiyor. Bu asgari koşul için de bir “ruh sağlığı yasası” nın zorunlu olduğunu yıllardır söylüyor. Hem ruhsal sıkıntıları ve hastalıkları olan bireylerin “bilimsel, eşit, hakkaniyetli ve etik” ruh sağlığı hizmeti alma haklarını güvenceye almak, hem de alanda çalışan ruh sağlığı çalışanlarının yetki, sınır ve sorumluluklarının belirlenmesi ile güvence ve denetim altında hizmet verebilmeleri için bir ruh sağlığı yasası acil bir zorunluluk.
Beykent Üniversitesi Öğretim üyesi Dr. Canan Urhan: Ruh sağlığı sosyopolitik bağlamdan kopartılamaz
Son yıllarda, pandemiyle de açıkça gözlemlenebilir biçimde ruh sağlığı hakkında toplum genelinde “farkındalık” oluştu(rul)duğunu ve bu konuda “uzmanlık” tartışmalarının arttığını gözlemekteyiz. Bu konuda dikkat çeken bir eğilim sosyopolitik bağlamla yakinen ilişkili ruhsal sıkıntıların özellikle son 30 yılda nörobiyolojik ya da terapötik bir indirgemecilik üzerinden incelenmekte olması. Bu açıdan depresyon, kaygı gibi durumlar ağırlıkla nörobiyolojik bir yaklaşımla tedavi edilmesi gerekli haller olarak tanımlanırken, terapiye ilişkin alan da yöntemsel farklılıklarına rağmen benzer bir bakış açısını yansıtmakta. Bunun dışında, bireyin kendisini tanımasını, sürekli kendisi üzerinde çalışması ve geliştirmesini öğütleyen, problemlerin kaynak ve çözümünün bireyde olduğunu vurgulayan kişisel gelişim söylemleri esnek kapitalizmin ruhuna uygun öznelerin kurulmasında ideolojik bir rol de üstleniyor. Ruhsal sorunları konu edinen popüler psikoloji dizilerinin, kişisel gelişim/popüler psikoloji sektörü ürünlerinin ruh sağlığımız üzerinde bireysel sorumluluğumuz olduğu fikrinin kitlesel yayılımında ve her türlü sıkıntının bireysel girişimlerle çözüldüğü bir ruhsal ethos kurmada ahlaki girişimcilik rolü oynadığını söylemek mümkün. Halbuki ruh sağlığını psikopatolojik bir çerçevenin dışına taşıyarak politik bir bağlama işaret ettiği gerçeğini teslim etmek gerekli. Ruh sağlığının yaşanılan çevreden, sosyal ilişkilere ve ekonomik güvencesizliğe pek çok boyutu olduğu yadsınamaz. Bireyi içinde bulunduğu sosyo-ekonomik bağlamdan soyutlayarak ruh sağlığını sadece konunun “uzmanlarının” düzenleyebileceği bir alan olarak ele almak yüzeysel, semptomlara yönelik ve kısa vadeli bir bakış açısını beraberinde getirecektir. Hayatın her alanına sızan tıbbileştirme, terapi dili ve bireysel terapötik anlayış yerini kolektif eylem anlayışına bırakmadıkça depresyon, kaygı ya da intiharlara köklü çözümler sunmak çok güç. İş güvencesinin olmadığı ve çalışan haklarının hiçe sayıldığı iş yerlerinde “mindfulness”, “girişimcilik” ya da “dayanıklılık” söylemleri sadece neoliberal iktidar pratiklerini meşru kılmakta.
Örneğin yakın tarihte sıklıkla gündeme gelen Amazon firmasının lojistik merkezindeki yaralanmaların önüne geçme iddiasıyla başlatılan WorkingWell isimli esneme, farkındalık, meditasyon ve nihayet(!) mecburi tuvalet molası gibi uygulamaları içeren dijital sağlık programını çalışan performansını değerlendirmede kullanması ve çalışanlarına sağlık ve esenlik adı altında dayatması, program kapsamındaki wellness alanlarında yer alan AmaZen isimli meditasyon kulübelerinde meditasyon yapmanın ruh sağlığını iyileştirmekten çok bir halkla ilişkiler faaliyetine ve aktivitelerin ürettiği verinin çalışanlar üzerinde kurulan yeni Taylor’cı kontrol tiranlığına hizmet ettiğini hayal etmek güç değil. Dijital gözetim araçları uzaktan çalışmada çalışanın klavye başında geçirdiği zamanı sürekli takip ederek yönetim elinde bir sopaya dönüştürmekte ve çalışan hayatında kaygıyı sürekli hale getirmesi ruh sağlığının çalışma koşullarından ayrı düşünülemeyeceğinin güncel bir örneği. Bununla beraber prekerleşmenin en üst düzey eğitim almış kişilerden kilit çalışanlara kadar tüm kesimleri etkilemesi ve üniversite öğrencilerinin mezuniyet sonrası niteliklerine uygun işlerde tam zamanlı istihdam edilmelerinin gün geçtikçe zorlaşması da umutsuzluk, işe yaramazlık, kaygı ve depresyonu körüklüyor. Neoliberal tahakküm iş yerlerinde çalışanlar tarafından içkinleştirilmiş kıyasıya rekabet, mobbing gibi antisosyal davranışları beraberinde getiriyor.
Mücadele edebilmek ve iyi noktalara gelmek bu koşullara en uyumlu olanın ayakta kaldığı ama varlığı kanıksanmış bir sosyo-patoloji yaratıyor. Öte yandan pandemi örneğinde yaşadığımız üzere sağlıklı kalabilmek de sınıfsal konumlarla irtibatlı bir toplumsal adaletsizlik algısı yaratmakta. Yaşadığımız şehirler ise müştereklerimiz olmaktan çoktan çıkmış durumda. Bir kurum olarak sağlık ve uzmanlara güvensizlik aslında medyadaki çelişkili mesaj ve tartışmalara bakınca çok da yersiz değil. Kurumların şeffaflığı noktasındaki yetersizlikler insanların boşlukları zihinlerinde doldurmalarına yol açıyor. Bu bakımdan örneğin aşılara karşı duyulan güvensizliği tıbbileştirerek dikkat çekmeye çalışan bir grup insanın toplu “paranoyası” şeklinde bilimperest bir tavır almaktansa belki de çelişik ve eksik bilgi karşısında “züğürdün eleştirel düşüncesi” olarak ele almak kurumlar açısından bir özeleştiri alanı açabilir. Geçmişinde bazı şaibeli uygulamalara konu olan çok uluslu şirketlerin aşı konusunda yeteri kadar şeffaf olmamalarının aşıların sağlık üzerindeki etkileri konusunda soru işaretlerine yol açması da gayet anlaşılabilir. Çalışma hayatında koruyucu mekanizmalar, eğitim ve sağlık hizmetlerine adaletli erişim, kentsel katılım ve kurumsal şeffaflık gibi toplumsala dair konuları ruh sağlığı açısından gündeme taşımak, bu yönde çok disiplinli araştırma işbirliklerinin kurulması ve toplumun tüm kesimlerinin kamusal hayata örgütlü katılımı, psikopolitik iktidarın en önemli veçhesi olan sürekli “mutluluk” arayışı ve kendini bireysel olarak gerçekleştirmeden öte kamusal insan olarak yaşamı anlamlı bir şekilde geliştirme umudunu yeşertmesi bakımından önemlidir.
Uzman Psikolog Özgün Ergin: Gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı
Ben ve içinde yer aldığım Lisanslı Psikologlar girişimi, ülkemizde Psikoloji Lisans Eğitimi almadığı halde çeşitli eğitim ve sertifika programlarıyla veya yüksek lisans ve üst derece eğitimleri almak yoluyla, Psikolog ünvanının yasal olmayan ve toplum ruh sağlığına da zarar verecek biçimde birçok kişi tarafından, özellikle sosyal medyada ve reklam çalışmalarında kullanıldığını üzülerek görmekteyiz. Son zamanlarda Ruh Sağlığı konulu dizi ve filmlerin çoğalmasıyla birlikte psikolog talebi sağlık hizmetlerinin tüm kademelerinde artmaktadır. Artan bu talebin gerekli yasal düzenlemelerini yaparak bilimsel ve uygulanabilir bir zemine oturtmak ve böylece ihtiyacı olan birey ve grupların ruh sağlığı alanına giren tüm hizmetlerden eşit ve ulaşılabilir biçimde faydalanmasını sağlayabilmek amacıyla, bu yolda atılması gereken adımlar için kamuoyu oluşturmaya devam etmekteyiz. Bu çalışmalarımızdan biri de Ruh Sağlığı Yasası girişimlerine destek vermek yanında bir de psikologlar için, ifade etmeye çalıştığım sebeplerden ötürü meslek yasası çıkarılması çabasıdır.
Tedavi hizmeti veren kurumların dışında da psikologların önleyici ve koruyucu sağlık hizmeti kapsamında psikolojik destek sağladıkları unutulmamalıdır. Psikologlar sağlık hizmetleri sınıfında çalışarak, birçok kurum ve kuruluşta sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere diğer ruh sağlığı meslek mensuplarıyla birlikte hizmet vermektedir. Sadece hastalık veya tedavi başlığı altında değerlendirilemeyecek kadar geniş bir yelpazede yer alan bu gibi hizmetlerin, benzeri yaklaşım ve uygulamaların da birey ve toplum ruh sağlığı açısından önemi görmezden gelinemez.
Psikolog istihdamının kamu ve özel sektörde öğrenci kontenjanlarının artışın paralel düzeyde artmaması ve lisans programının içeriğine dair yapılmasını gerekli güncellemelerin yapılmaması gibi sorunlar kısa zamanda çözülmediği takdirde büyüyerek artan bir çığa dönüşecektir. Ulusal veya uluslararası kurumlar tarafından akredite edilmemiş, yetkinliği ve yeterliliği tartışılabilecek kişiler tarafından verilmekte olan eğitimlerle, geçerliliği ve yasal zemini olmayan uygulamaların ve unvanların kullanımı yoluyla, birey ve toplum ruh sağlığının suistimaliye karşılaşmaya devam etmekteyiz. Geçerliliği olmayan ve ülkemizde çıkacak bir yasa sonrasında da geçerliliği olmayacak ve unvan kazandırdığı iddia edilen bu eğitimlere, iş bulma kaygısı her geçen gün artan meslektaşlarımızın ve öğrencilerin başvurmak zorunda hissettiklerini vurgulamak isterim. Bu tarz mağduriyetlerin oluşmaması için bir psikolog meslek yasası ve bunu destekleyecek biçimde bir ruh sağlığı yasası artık ülkemiz için ihtiyaç olmaktan öte, zorunluluk haline gelmiştir.
Psikiyatrist Uzman Dr. Arzu Erkan Yüce: Yasadaki boşluk umut tacirliğine zemin hazırlıyor
Ruh sağlığı hizmetleri, yasada tanımlı ruh sağlığı uzmanlarının kendi rolleri ölçüsünde işbirliği sağladığı ekip çalışmalarıyla; hizmet alanın yararına yürütülür. Bu meslek grupları dışında yetkinlik ve yetkileri olmayan pek çok kişi ve kuruluş tarafından; “tedavi”, “terapi”, “danışmanlık’ adı altında yapılan uygulamalar, kişilere ciddi zarar verir.
Ruh sağlığını ilgilendiren her durumun önce psikiyatri hekimi tarafından değerlendirilmesi; tanı ve ayırıcı tanısının yapılması, olası tanıların dışlanması, ilişkili olabilecek bedensel bozuklukların incelenmesi, gerekirse diğer hekimlerle konsültasyonu; nihai tanıya ulaşılarak gerekli tedavinin disiplinler arası işbirliği ile düzenlenmesi gerekir. Bir “tedavi” türü olan psikoterapiler, alanda uzmanlaşmış; bir ekip içinde yeterli deneyim kazanmış ve süpervizyonlarını tamamlamış klinisyenlerce uygulanabilir. Yakınmaların psikiyatrist ya da klinik psikolog tarafından psikoterapi uygulanmasını gerektirir bir ruhsal bozukluk mu? (ör. depresyon) yoksa, bu uzmanlar/yasada tanımlı diğer ruh sağlığı uzmanlarınca ele alınabilecek bir ruhsal zorlanma mı) (ör. yeni bir çevreye uyum güçlüklerine bağlı içe kapanma) olduğuna bir psikiyatrist tarafından karar verilmelidir. Tanı almamış/yeterince tedavi edilmemiş ruhsal bozukluklar ciddi yeti yitimlerine; başka hastalıklara yatkınlığa, ölüm riskinde artışa, özkıyımlara ve halk sağlığı sorunlarına yol açar. Psikiyatri hekimi yetkili kılındığı bu tedavinin sorumluluğunu üstlenir, psikoterapiyi kendisi ya da bir klinik psikoloğun sürdürmesini, diğer ruh sağlığı çalışanlarının tedavi ekibinin bir parçası olmasını koordine eder. Psikiyatrik bozukluk olmayan durumlarda klinik psikologlar psikoterapileri bağımsız olarak sürdürebilirler. Diğer ruh sağlığı uzmanları psikososyal girişimleri, tedavi ekibi ile işbirliği halinde sürdürür.
Ruhsal rahatsızlıkların belirtileri çok çeşitli görünümlerde olabilir. Örneğin motivasyon güçlüğü; kararsızlık, obezite, öfke kontrol güçlüğü, ilişki yürütememe, kontrolsüzce para harcama, işsizlik, özel, sosyal, mesleki ve akademik yaşamdaki işlev kayıplarının pek çoğu, ruhsal bozuklukların belirtilerinden biri olabilir. Yaşamın olağan zorlanmalarından biri de olabilecek olan bu belirtiler, sıklıkla ruh sağlığı uzmanı olmayan kişilerce “terapi”, “koçluk”, “danışmanlık” adı altında “tedavi edilmeye”(!) çalışılır, kişiler asılsız vaatlerle oyalanarak var olan bozuklukların tanı alması ve uygun yöntemlerle tedavi edilmesi olanağı ortadan kaldırılır. Şiddetli olmayan belirtilerin sohbet, dertleşme, tavsiye alma gibi temel sosyal ilişkiler içinde hepimizin başvurduğu dayanışma/rahatlama yöntemlerinden ilk etapta yarar görmesi olasıdır. Ancak bu, buzdağının yüzeyindeki basit telkinlerle “düzelen” belirtilerin altında gizlenen daha ciddi, bütüncül tedavi gerektiren durumların ihmal edilmesine neden olur. Örneğin günlük dilde sıklıkla “”moral bozukluğu” ya da “verimsizlik” olarak tanımlanan bir durum, tedavi gerektiren bir depresyon ya da Dikkat Eksikliği Hiperaktive Bozukluğu kaynaklı olabilir ve bu ancak, bu konuda eğitim almış ruh hekimlerinin ayrıntılı muayene ve incelemeleri ile ayırt edilebilir.
Ülkemizde ruhsal sorunlarla uğraşan meslek gruplarının tanımlaması yeterince bilinmiyor. Kişiler nereye başvuracakları konusunda bilinçli değiller. Sağlık kurumlarında hizmet alanlara yeterli zaman ayırılamadığı günümüz koşulları, tedavinin önemli parçası olan psiko-eğitim ve psikoterapilere yeterli zaman ayrılmasına pek de olanak tanımıyor. Psikiyatristlerin “sadece ilaç yazdığı” ve “psikoterapi uygulamadıkları/önermedikleri” yönündeki mitler de kişilerin ruh sağlığı uzmanlarına başvurmaktan kaçınmalarına, piyasadaki alternatiflere yönlenmelerine, denetlenmeyen ortamlarda, ehil olmayan kişilerin etkilerine kapılmalarına kapı aralıyor. Damgalanma kaygısı da, psikiyatriye başvurmak yerine, şık paketlerle sunulan merdiven altı uygulamalara yönlendiren nedenlerdendir. Bu yanlış adreslerde sıklıkla, çeşitli psikoterapi ekollerine ait kuramsal bilgi ve yöntemlerden aşırılmış; ışıltılı söylemlerle bezenmiş yayınlar, albenisi yüksek sosyal medya paylaşımlarıyla üretilen sahte bilim yaygınlaştırılırken; psikiyatrik tedavi ve kanıta dayalı psikoterapilere ilişkin önyargılar ve yasadaki boşluklardan yararlanılarak umut tacirliği yapılır, çare arayışındaki insanlar istismar edilir. Yeterli denetim ve yaptırımların olmaması, pek çok konumdaki liyakatsizliklerin genel geçer olması da bu yolu açık tutar.
Dünyanın her yerinde psikoterapi uygulamalarına erişim güç, bekleme listeleri kalabalık ve tedavi -kesitsel olarak bakıldığında- maliyetlidir. Kısa sürede ve daha ekonomik çözüm beklentisi ile de tercih edilen bilim ve etik dışı yöntemler maddi ve manevi olarak bedeli çok daha ağırdır. Bilim insanları ve modern tıbba yönelik söylentiler, komplo teorileri, aşı karşıtlığı gibi hareketler de hizmet alanların yanılgıya düşmesine neden olur. Psikiyatri ilaçlarının “etki göstermedikleri”, “bağımlılık yaptıkları” da kişileri psikiyatristlere başvurmaktan alıkoyan bir başka efsanedir. Tüm tedaviler gibi ruh sağlığı tedavisinde kullanılan ilaç ve psikoterapilerin de istenmeyen etkileri görülebilir ancak bilimsel olmayan yöntemlerden ya da tedavisiz kalmaktan çok daha güvenlidirler. İlaç tedavilerini ilaçsızlıkla değil, ilacın olası bedellerini hastalığı tedavi etmemenin bedelleri ile kıyaslamak gerekir. Hekimliğin ilk kuralı “önce zarar verme’’dir. Oysa eğitimsiz, yetkisiz ve hiçbir denetlemeye tabi olmayan alan dışı kişilerin; insanların ve toplumun ruh sağlını önemsemedikleri ve zarar vermeme gayeleri olmadığı açıktır.
Ruhsal sıkıntı yaygın, hizmete erişim kısıtlı
Türkiye’nin Ruh Sağlığı Sorunları yazı dizisi devam ederken toplumda ruhsal sıkıntı ve sorunlarda yardım alma süreçlerindeki yönelimlere ilişkin bir anketi de katılıma açmıştık. Katılımcıların yüzde 84.6’sının son bir yıl içerisinde ruhsal sorun yaşadığını hissettiğini/düşündüğünü ve yüzde 76.8’inin son bir yılda ruh sağlığı sorunu nedeniyle yardım almayı düşündüğünü ifade ediyor olması pandemi döneminde bireyin ve toplumun ruh sağlığının etkilenme düzeyi hakkında bir veri oluşturuyor diyebiliriz.
Buna karşılık katılımcıların yüzde 38’i böyle bir yardım için hiçbir yere başvurmadığını; başvuruda bulunduğunu belirten 86 kişiden yüzde 85’i özel muayenehane ya da kurumlara başvurduğunu ve diğerleri ise kamu hizmeti sunan ruh sağlığı merkezlerine başvurduğunu ifade ediyor. Ankete katılanlardan yüzde 46’sı son bir yıl içerisinde ruhsal sıkıntı ve sorunlarından dolayı ilaç kullandığını belirtirken; ilaç kullananlardan yüzde 99’u ilacın bir hekim tarafından başlandığını ifade ediyor.
Anketi cevaplayan 152 kişiden 59’u NLP, hipnoz, reiki, meditasyon, bilinçaltı temizliği, yaşam koçu gibi uygulamalardan birine başvurduğunu ifade ediyor. Bu tür uygulamalara başvuru anket sonuçlarına göre yüzde 38 gibi yüksek bir orana sahip. Bu soruya seçeneklerde bulunmadığı halde kendi yanıtlarını ekleyerek BDT, EMDR, ilaç tedavisi, dinamik psikoterapiye katıldıklarını, yürüyüş yaptıklarını, bu alana yönelik kitaplar okuduklarını ifade eden katılımcılar da mevcut. Ankete verilen cevaplar hem bu uygulamalara katılım ve ilginin yüksek olduğuna; hem de bu uygulamalar ile etkinlikleri bilimsel olarak gösterilmiş tedavi yöntemleri arasında sınırların belirsizleştiğine ilişkin bir veri olarak kabul edilebilir.
Ruhsal sorunlar için başvuru kararında etkili olan yöntemlerden önde gelenler ise yüzde 25 ile internet araştırması ve yüzde 21 ile başka bir hekimin yönlendirmesi olarak göze çarpıyor.