Politik ve/veya kültürel bir durumu anlatmak için toplum yerine topluluk ifadesini kullanmak daha açıklayıcı olabilir. Toplum, sosyolojinin ve politikanın ortak sözcüğüdür. Modern zaman rejimlerinin kuruluşunda bu olgu/sözcük esas alınmıştır. Politik stratejilerin inşasında olduğu gibi gündelik hayatı düzenleyen bütün uygulamalarda da toplum kavramı merkezde olmuştur. Bu yüzden iktidardan muhalefete tüm kesimlerin politik söyleminde bu sözcüğün belirleyici bir yeri vardır. Toplumsal devrim, topluma kazanma, toplumdan dışlama, toplumsal gelişme, kalkınma, ilerleme vb.

Fakat toplum sözcüğü renksizdir ve neyi kapsadığı tam olarak belli değildir. Hatta bu sözcük ile ifade edilen, bir nüfus kümesi olmaktan çok, onun kimliksel özellikleriyle ilişkili olan bir bölümüdür ve bu durumu anlatmak üzere topluluk kavramı çok daha işlevseldir ve çağdaş sosyolojinin de tercihidir. Zira topluluk, somut ve bağlamsal konuşma imkânı da sağlar. Kim, ne, niçin, nasıl sorularının yanıtları belirginlik kazanır.

Bu ayırımın izlenebildiği toplum kesimlerinden birisi Alevilerdir. Ne var ki sıklıkla kullanılan Alevi toplumu yerine toplulukları ifadesi iki bakımdan önemlidir. Birincisi, renksiz sözcük olarak toplumun, Alevi dünyasındaki çeşitliliği anlatmada yetersiz kalmasıdır. İkincisi tam da bu zenginlik nedeniyle Aleviliğin tanımlanmasındaki gerilimlere teorik açıklık getirebilme potansiyeli taşımasıdır.

Aleviliğin tanımlanmasıyla ilgili gerilimlerin hatırlattığı etkinliklerin başında 2009’da yapılan Alevi Çalıştayları gelir. Bir dizi çalıştayın sonuç bildirisi, Alevi kurumlara, Aleviliğin tanımı için ortak kriterler üretmelerini öneriyordu. Bu kriterler devletin Alevilere yönelik atacağı adımlar için de adeta bir koşul gibiydi. Oysa Alevilerin tümünü içeren bir ortak tanım sadece zor değil, gerekli de değil. Tıpkı diğer kimlikleri tanımlarken olduğu gibi.

Alevi dünyası, gerçekte yol bir sürek bin bir düsturundaki gibi zengin bir tarihsel-toplumsal-kültürel ve dilsel çeşitliliği kapsıyor. Dolayısıyla bir inanç alanı olarak pek çok etnik/kültürel topluluk için bir tür şemsiye kimlik işlevi görüyor. Bundan dolayıdır ki hemen her şehirde farklı Alevi topluluklara temas etmek mümkündür.

Bu şehirlerden birisi de Mersin’dir. Gerek geleneksel Alevi kimliğinin parçaları olarak Tahtacı Aleviler, Arap Aleviler ve Roman Aleviler ve gerekse göçle bu kente gelen Girit Bektaşileri, Çepni Alevileri ve Kürt/Zaza Alevileri burada bir arada yaşamakta ve hatırı sayılır bir nüfusu oluşturmaktadırlar. Bu toplulukların kendi kurumları, dayanışma araçları ve kendine özgü inanç pratikleri ve gelenekleri vardır. Fakat aynı zamanda bir arada olmalarını mümkün kılan ve Alevi geleneğinin temelini oluşturan doğa ve canlı ile bütünleşmiş; Ocak, Cem, musahiplik gibi gelenekler üzerinden ortak kimliklerini yaşamaktadırlar.

15-16 Ekim 2022 tarihlerinde Alevi Kültür Dernekleri Mersin Şubesi’nde bu toplulukların her birinin öyküsünü ve birbirleriyle karşılaşmalarını/buluşmalarını ele alan bir çalıştay ve panel yapıldı. Hem Türkiye akademisi ve toplumunun, Alevi sosyolojisinin bu özelliğini tanıması hem de Alevi toplulukların birbirini yakından anlaması bakımından Mersin Alevi Toplulukları Çalıştay ve Panelinde konuyla ilgili akademisyenler, ilgili kurum yöneticileri ve kanaat önderleri bir araya geldi, bir muhabbet ortamında kendini konuştu, sorularını sordu, yanıtlar üretti. Mersin Cemevi tarihsel önemdeki bu etkinliğe ev sahipliği; başkanı Pir Hasan Kılavuz da soyadıyla müsemma kılavuzluk yaptı. Çalıştay ve panel, Türkiye’nin Alevi sosyolojisinde çoklu Alevi toplulukların buluşmalarına dair bir ilkti.

Bu etkinliğin mekânı Mersin kenti olmakla birlikte, tematik içeriği ve bağlamı aslında ülkenin tümüne ilişkindir. Aleviliğe dair çok iş yapılıyormuş gibi bir algının inşa edildiği, fakat bu kimliğin yasal olarak tanınması gibi en temel talebin söz konusu bile edilmediği bir zamanda Alevi toplulukların karşılaşma ve buluşmaları, artık geleneksel hale gelen asimilatif çabalara devam etmemek gerektiği yönünde politik karar vericilere bir mesaj olarak da okunmalıdır.