Toplumcu gerçekçi edebiyat direniyor
Ağaya başkaldıran köylüden, kentte hayatta kalmaya çalışan emekçinin hakikâtine odaklanan toplumcu gerçekçiliğin bugünkü gücü tartışılıyor. Edebiyatçılar: Piyasa güçlense de toplumsal damar canlılığını koruyor.

Tuğçe ÇELİK
Türk edebiyatında 1950’li ve 1960’lı yıllarda etkili olan toplumcu gerçekçilik akımı sanatın toplum açısından işlevsel olması gerektiği fikrini merkezine alır. Yaşar Kemal’in köylü destanlarında, Orhan Kemal’in fabrika işçilerinde, Nâzım Hikmet’in dizelerinde yankılanan toplumcu gerçekçilik, bugün hâlâ edebiyatın belleğinde güçlü bir iz taşıyor. Köyde ağaya başkaldıran köylüden kentte hayatta kalmaya çalışan işçiye kadar uzanan bu damar, 20. yüzyıl boyunca Türk edebiyatının omurgasını oluşturdu.
Ancak artık sorular değişti: Bu miras günümüzde hâlâ canlı mı, yoksa bireysel anlatıların gölgesinde mi kaldı? Günümüz yazarları ve şairleri bu soruya farklı yanıtlar veriyor. Kimine göre edebiyat, piyasanın “keyifli” metinleri arasında toplumsal derinliğini yitirdi; kimine göre ise hâlâ hakikatin tanıklığını üstlenen en dirençli alan. Üç farklı ses; Esra Kahraman, Zafer Köse ve Gülseli İnal edebiyatın bugünkü yönünü kendi pencerelerinden değerlendirdi.
KAPİTALİZM İÇİN TEHLİKELİ
Yazar Esra Kahraman, toplumcu gerçekçiliğin yalnızca bir dönem estetiği değil, tarih boyunca süren bir direniş biçimi olduğuna vurgu yaparak “Toplumcu gerçekçiliğin gücünü yitirdiğine katılmıyorum. Siyasi atmosferin değişmesiyle birlikte insan hakları, eşitlik, demokrasi gibi kavramları unutturmak için yapılan topyekûn bir saldırıya karşı direnişini sürdürüyor” diyor.
Kahraman, 19. yüzyılda romantizmin bireysel duygularına karşı gelişen toplumcu sanat anlayışının bugün de aynı işlevi taşıdığını belirtiyor: “Gerçeğe edebiyatla, tiyatroyla, sinemayla objektif tutarak sosyal bilinç duygusunu kışkırttı. Realist yaratıcılar bireysel kurtuluş yerine toplumun tüm sınıflarına ayna tutarak sosyal farkındalığın gelişmesine katkı sundu. Toplumsal gerçekçilik ve eleştirel gerçekçilikte metinler güç merkezlerince kandırılan “âdem ordularının” korkunç günahlarını, masalsı bir dille anlatmayı reddeder. Onların yalanlarını, caniliklerini tüm açıklığıyla deşifre ederek hakikati sergiler.”
Toplumcu gerçekçilerin oluşturduğu bilincin kapitalist sistem için ciddi bir tehlike olduğunu kaydeden Kahraman şöyle devam etti: “Sosyalist bloğun ortadan kalmasıyla birlikte “imparatorlar” toplumsal tahakküm stratejileri geliştirdiler. Popüler kültürün toplumu şekillendirmesi için teknolojinin tüm nimetlerinden yararlandılar. Kârlılığı artırmak için her kanaldan “tüketmek özgürlüktür” sloganlarının yükseldiği dönemde liberal eğilimler de tavan yaptı. Böylece edebiyat ve sanatta somutun soyutla gölgelendiği bir dönem başladı. 1970’lerde gerçekçiliğin yerini metin oyunlarının aldığı postmodern metinler dolaşıma sunuldu. Bu metinlerde, sınıfsal ve sınırlar silinmiş, yüksek kültür ve popüler kültür birleştirilmişti. Postmodern edebiyat, ciddi ve gayriciddi, trajik ve komik, dehşetli ve gülünç sıfatların huzur kaçıran ve çözümsüz karışımını sunarak herkesin güldüğü ama neye ya da kime güldüğünü bilmediği bir belirsizlik yarattı. Bu belirsizliğin hedefi, bizliği ortadan kaldırıp tekliği yükselterek, bireyi toplumdan soyutlamaktı. Hakikati, edebi metinlerle temsil eden, belirli tarihsel anların, olay ve olguların kurgulandığı toplumcu gerçeklik, yazılma aşaması devam eden tarihin önemli bir parçasıdır. Gezegen var oldukça değeri daha çok anlaşılacaktır.”

KAHRAMANLIK ANLATISI
Şair Gülseli İnal ise tartışmayı şiirsel düzleme taşıyor. Ona göre şiir, toplumsal meseleleri yüceltmekten öte, yaşamı “yüksek kodlara dönüştürme” sanatı: “Şiir bireysel ya da toplumsal acıları iyileştirmek için yazılmaz; yaşamı yüksek kodlara dönüştürme alanıdır. İnsanlık tarihi şiir ritminde yazılmış kahramanlık destanları, mitolojilerle doludur. Ancak bu epik şiirin tarzıdır ve belli bir anlatıya angaje olmuş metinlerdir. Türkiye’de toplumcu gerçekçi tarza dönüşen bu kahramanlık şiir anlatıları dünya yaşamı ve bireysel algılarla sınırlı kalan, toplumsal sorunları, siyasi meseleleri kuşatan, az da olsa özgürlükten söz eden bir ekoldür. Dünyanın sınırlarında dolaşan bir şiirsel metnin gerçek özgürlükten söz ettiğini sanmak sahte bir yanılgıdır. Toplumcu gerçekçi şiir dünyayla sınırlı olan bir tarzdır. Toplumsal şiirin dayanacağı en son nokta ise dünyanın ve ruhun sınırlarıdır. Oysa asıl şiirin yapısı sınır tanımaz. Yüksek şiir; yaşamda ve dilsel ifadede en büyük özgürlüklerden biridir. Angaje şiir metinleri belli bir konuya odaklanmıştır, dolayısıyla algı sınırını aşamaz.”

***
HOBİ KÜLTÜRÜ HÂKİM HALE GELDİ
Yazar Zafer Köse günümüz edebiyatında toplumcu gerçekçiliğin değil, “hobi kültürünün” hâkim olduğunu belirtti. Köse’ye göre insanlar artık edebiyatı, değişimi değil, katlanamadıkları hayatı sürdürebilmenin aracı olarak görüyor: “Hayatı değiştirmenin mümkün olmadığını düşünerek tercih etmedikleri bir işte çalışan, apartmanda, şehirde yaşayanlar her fırsatta hobilere yöneliyorlar. Hobiler, toplumsal dönüşüm için değil, istenmeyen hayata devam edecek enerjiyi depolamak için yürütülüyor.” Bu eğilimin kitap piyasasını da belirlediğini söyleyen Köse, “keyifli” ve “akıcı” romanların, okuru geçici olarak rahatlatan ama dönüştürmeyen metinlere dönüştüğünü vurguluyor: “Bu edebiyat, pili biten cihazların şarj edilmesi gibi bir işlev görüyor; istemediği hayatına devam edecek okuru bir süre rahatlatıp geri getiriyor. Oysa biz, hobi sevdalısı okurun beklentisini karşılayacak keyifli metinleri, aynı zamanda onları sarsacak biçimde geliştirmek zorundayız.”



