Benim kafadarlardan biri, ortak bir arkadaşımızdan söz ediyor:

O- Bizimkini bilirsin, Cumhuriyet Gazetesinde bir yazı görmüş de, “toplumdan izole yaşam” diye, onu anlattı geçen gün ama bana kalırsa uydurmuş biraz.

B- Neden?

O- Söyledikleri inandırıcı gelmedi bana ya da gerçeküstüydü.

B- Ne anlattı?

O- Değişik kadındır bilirsin. Bir haber değil de kendi dillendirdiği bir öykü gibiydi dinlediğim yine,

B- Sen söyle de çıldırtmadan şunun ne olduğunu, sonra biz yapalım yorumu...

O- Yazıyı görmedim. Vallahi ben onun yalancısıyım.

B- Off sıkma canımı, hadi...

O- Şöyle: Bingöl ve Erzincan sınırlarının kesiştiği, 2 bin 500 rakımlı Hoşan Dağı’nın zirvesine yakın yamaçtaki mağara gibi yerde kabile gibi yaşayan insanlar... Emine ile Hüseyin 50 yıl önce orada dünyaevine girmişler. Yanlarında beş çocuk şimdi. Beş çocukları daha olmuş Teşar ailesinin ama onlar 30 yıl önce birileri tarafından götürülmüş ve onlardan bir daha haber alınamamış... Bölgede gezen Tuncelili dağcılar fark edince ailenin varlığı ortaya çıkmış. Gazetecileri karşısında görünce baba önce şaşırmış, görüşmeyi zor kabullenmiş. Üç kız da önce çok korkmuş, saklanmış; çünkü insan yüzü görmüyorlar, tek bildikleri hayvanlar. Suyu dışarıdan taşıyorlar. Televizyon, radyo, buzdolabı yok, nüfus sayımında da yoklar tabii. Çocuklar okuma yazma bilmiyor,Türkçe konuşamıyorlar. En yakın yerleşim birimine ulaşmak için 3 saat araçla gidip, 2 saat yürümek gerekiyor. Baba şunları diyor özetle: “Bu ev dedemizden kalmış bize, 300 yıllık. Şimdi yıkılmaya yüz tutmuş, taşlar artık birbirinin üzerinde duramaz hale gelmiş. Devlet bize bir ev yapsın burada. Yakın köylere arada bir de olsa uğruyoruz. Onlarda her şey var. Bizde hiçbir şey yok.” Teşar ailesi, parayla alış veriş yapmadıklarını, ihtiyaçlarını keçi, koyun, tavuk gibi hayvanları komşu köylere götürüp, değiş-tokuş yöntemiyle karşıladıklarını söylüyor. Soğan, patates, yağ ve çökelek dışında hiçbir gıda almazken, zaman zaman besledikleri hayvanları keserek et yediklerini belirtiyor. Ama şimdi sıkı dur, evde tek bir şey var. Bil bakalım ne?

B- Duramam, bayılmak üzereyim, söyle...

O- Güneş enerjisi paneli!

B- Yok ya?

O- Ailenin büyük oğlu, komşu köyde görünce bu panelin ne işe yaradığını soruyor. Işık! Köylülerin de yardımıyla kendi evlerinde bunu kuruyor. Bir kaç ampul ancak çalışıyor. Geceleri az da olsa aydınlanıyor iki oda. Yahu, devlet nasıl bilsin de bu insanları, yardım etsin...

B- Dur!

O- Ne oldu?

B- Bunlar komşu köylülerle kurmadılar mı evlerine güneş enerjisini?

O- Öyle olmuş.

B- O zaman köyde bu aile biliniyordur ve bilgiler varıyordur muhtara ve kulaktan kulağa ona buna...

O- Doğru mantık!

B- Senin kavrayamadığın, devletin bunları bilmeyişi değil, görmek istemeyişi olsa olsa...

O- Bırak şimdi, ben çaktım işi! Anlatılanlar palavra! Böyle bir olay yok. Bu reklam için...

B- Ne reklamı?

O- Orada bir korku filmi çekilmekte bence, Onun tanıtımı için. Çünkü anlatılanlar gerçek olamaz; böyle sanki mağara devrinde, çok ilkel koşullarda bir yaşam olamaz bu ülkede artık.

B- Elektrik yok ki dağda, nasıl çekim yapacaklar?

O- Bilemem, bu bir film!

B- Peki, bu korkutucu, dehşet verici bir film ve o denli gerçekçi, ne dersin?!...