Salgın, işçiler ve en alttakiler için toplumsal cinayet* halini aldı. Büyüyen işsizliğin getirdiği hayat koşulları yoksulları hastalığa daha da açık hale getirdi, umutsuzluk ve geleceksizlik yeni bir “suç endüstrisi” oluşturuyor, gizli işsizler asgari ücretin yarısıyla yaşamaya çalışıyor, pandemi öncesi ücretini alabilen azınlık ise her gün toplu taşımada, ofislerde, fabrikalarda ne zaman hastalanacağı endişesiyle yaşıyor. Sağlık çalışanları endişenin de ötesinde, ölüyorlar.

Ardından bırakacağı büyük toplumsal depresyona gelene dek, travmayı bir süre daha ve giderek ağırlaşan koşullarda yaşayacağız gibi görünüyor.

Sistemin amacı ne olursa olsun çarkların dönmesiyken halihazırdaki ekonomik kriz üzerine gelen pandemiyi fırsata çevirmeye şimdiden başlayan patronlar, artan işsizliği maaşlara yansıttı bile.

Ne ölen sağlık çalışanlarının ne işçilerin gerçek sayısını biliyoruz.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) raporuna göre en az 224 işçi çalışırken Covid-19 hastalığına yakalanarak hayatını kaybetti. Ama ölüm istatistikleri de hastalığa kimin nasıl yakalandığı da kamuoyuna açıklanmadığından bu sayı her zamanki gibi “tespit edilebilenler”.

“Salgın döneminde işçi sınıfına karşı işlenen suçlar arttı: Salgına karşı alınmayan önlemler, işsizlik, açlık ve artan iş cinayetleri... Emek hareketinin ana gövdesi de bu süreçte ‘bekle ve gör’ ve ‘kendini koruma’ politikaları benimsedi. Hatta milli-yerli ekonomiye zarar vermemek için Covid-19’u salt salgın olarak değerlendirme, iş kazası olarak görmeme gibi uçlara savrulan sendikal odaklar dahi bulunmaktadır.” (İSİG raporundan)

“Covid-19 salgını işçilerin gıda harcama tercihlerini değiştirdi. Yaşanan iş ve gelir kaybı nedeniyle işçilerin bir kısmı daha ucuz besinlere yöneldi. DİSK üyesi işçilerin yüzde 40'ı daha ucuz besinlere yöneldi.” (DİSK-AR raporundan)

DİSK’in açıklamasına göre faal işçilerin salgına yakalanma oranı 3,2 kat fazla. Sadece Vestel’de yedi işçi Covid-19 sonucu hayatını kaybetti, bin işçi hastalandı.

Postmodern kölelik tanımları henüz yapılıyorken bazı fabrikalar eski usul köleliğe geçtiğinden, örneğin Dardanel’de olduğu gibi “kapalı devre” çalışmayla işçilerin sadece emeğine değil bedenine, iş dışındaki zamanına, yani tüm hayatına el konuldu.

“Hastalanırsan söyleme” diyerek tehdit edilen işçilerin pek fazla seçeneği yok. Hepsi aç kalmaktansa hastalanmaya razı.

Sadece fabrika işçileri değil, geçimini sokaktan sağlayanlar, sanatçılar, bar-kafe işletenler, garsonlar, özel sektörde zaten düşük maaşlara çalışan ‘beyaz yakalılar’ ve hatta orta sınıf bu ‘yeni normali’ deneyimlerken ölüm istatistikleri daha az konuşulur oldu. Belirsizlik endişesi, hastalık korkusunun önüne geçti. İntiharlar sadece kamusal olduğunda haberlere yansıdı.

Ölümler de durmadı tabii. “Sadece hekimler ve sağlık çalışanları değil, birilerimizin babası, annesi, kardeşleri ölüyor. Daha çok olduğunu bildiğimiz ama resmi olarak açıklanan rakamlarla her gün ortalama 40 -50 yurttaşımız, önlenebilir bir hastalık olan Covid-19’dan hayatını kaybediyor.” (Türk Tabipleri Birliği’nin dünkü açıklamasından)

Nasıl ki iş kazası değil, “iş cinayeti” diyorsak, bu ölümlerin de toplumsal bir cinayet olduğunu kabul etmeliyiz. Hayatta kalanlar olarak da bu uzun süreli toplumsal cinayetin şahitleriyiz.

* “Burjuvazi bu olaylarda gerçeği konuşmaya cesaret edemez, çünkü kendini suçlamış olur. Oysa doğrudan olmaktan çok, dolaylı biçimde, birçok kişi, açlık sonucu ölmüştür; çünkü, uzunca bir süre doğru-dürüst gıda alamamak öyle bir güçsüzlük yaratmıştır ki başka türlü olsa açığa çıkmayacak olan nedenler, öldürücü ciddi bir hastalık getirmiştir. İngiliz emekçiler buna ‘toplumsal cinayet’ diyorlar ve tüm toplumumuzu bu suçu sürgit işlemekle suçluyorlar. Haksızlar mı?” (Engels, İngiltere’de emekçi sınıfların durumu)