Üst üste farklı yerlerde sokakta çırılçıplak gezen insanların haberleri yansıyor basına. Soyunan insandan daha tuhaf olanı ise aklı başında olmadığı bariz olan birine sırf soyundu diye saldıran, dövenler. Cinnetin iki boyutu ile karşı karşıyayız sanki. Yoğun bir birikimin sonucu olarak ortaya çıkan çaresizliğin dışa vurumu, fark edilme isteği, umutsuzluk gibi sebeplerle akıl ya da ruh sağlığını yitiren bireylerin cinnetiyle toplumun ahlak bekçisi olmaya soyunmuş, kendi normunun düzenini şiddete başvurarak saldırganlıkla sağlamak isteyenlerin cinneti arasında kaldık. İlkini az önce de belirttiğim gibi baskının, çaresizliğin, ekonomik koşuların ağırlığının altında ezilen ve çıkış bulamayan, kendini tutsak hisseden kişinin çözümsüzlükten kurtulmak için bir nevi özgürleşme ihtiyacıyla mantığından, kurallardan, sıkıntılarından uzak isyanı olarak düşünebiliriz.

Norm dışı bir başkaldırı, başkasına zarar vermeyen bireysel bir sadeleşme, aklın ve bedenin özgürleşme ihtiyacının kişinin tüm rasyonel kodlarının toplumsal kabulün, öğretilmiş rollerin önüne geçişi de diyebiliriz. Diğeri ise öğretilmiş ahlaki ve toplumsal kodların kişinin mantığını, muhakemesini, vicdanını ele geçirişiyle şekillenen şiddetin dışa vurumu. Buradaki dürtü ilkinden çok farklı. Öğretilen bir kötülük. Kötülüğün kişiye zayıf olana karşı acımasızlıkla, cezalandırma dürtüsüyle sağladığı erk. Sebepleri ne denli farklı olursa olsun bir toplumsal cinnet halini yaşıyoruz. Her iki dürtü de topluma iktidarın hastalıklı armağanı.

***

7-8 yaşlarındaydım. İzmir’de Konak meydanında şimdi yerinde bir alışveriş merkezi bulunan tarihi balık halinde babamla taze balık, salata malzemesi alıyorduk. Bir adam zihinsel engelli 15 yaşlarında bir çocuğu evire çevire dövüyordu. Çocuk çaresizliğini ve acısını tarif eden tanımsız sesler çıkararak bir yandan yalvarıyor bir yandan da kan akan burnunu tutuyordu. On yıllar geçti üzerinden. Oradan geçerken zaman zaman aklıma düşer. Babamın adama müdahalesi ve o sırada kenarda beklemek zorunda kalışımla oluşan korkuyla karışık yalnızlık duygusu bir an bugün gibi içimden geçer.

Çıplak bir adamın verebileceği en büyük zarar özellikle küçük yaştaki çocukların kimilerine göre “uygunsuz”, “ahlaksız” bir görüntüyle karşı karşıya kalmasıysa bu durum o uygunsuzluğa verilen cezayı, dayağı, şiddeti gören bir çocuğun travmasıyla kıyaslanabilir mi? Üstelik şiddetin meşrulaşmasıyla kötülüğün masum bir beyine kodlanması gibi daha büyük zarar da işin başka bir boyutu.

Böyle bir anda adamı yatıştırmak, üstünü örtmek, şefkat göstermek, gözden ırak bir köşeye yönlendirmek, bakmamak, küçüğün gözünü kapatmak gibi insani hamleler yerine cezalandırma arzusuyla cinnete dönüşen büyük tepkiler içinden geçtiğimiz zamanın ruhunun bir özeti.
***

Her günümüz cinnetin iki ucunda gidip gelenlerin haberleriyle dolu artık. Bu olup bitene tanıklık ederken aklımıza mukayyet olmak en önemli gündemimiz. Gencecik çocukların tarikat yurtlarında intiharı, başka çıkış bulamayanın kamusal alanda kendini yakışı, ev sahibi kirayı 1000 liradan 2000 liraya çıkarttığı için evi tutuşturan kiracı ve son olarak Sağlık Bakanlığı’nın önünde kendini ambulansa kilitleyen adamın çaresizliği bizim cinnetimiz. Havlayan köpek torununu korkuttu diye köpeği ve sahibinin çocuklarını öldüren adam; genç kadınları metroda palayla tehdit eden, sokak ortasında samuray kılıçlarıyla katleden erkek şiddeti; trafikte yol hakkını kendinde gördüğü için silahına sarılıp can alan sürücü; Mardin Kızıltepe’de çıplak yürüyen adamı darp eden güruh ve onlara bu dürtüleri aşılayanlar da cinnetin toplumsallaşmasının önünü açan çaresizliğimiz.

***

İstanbul’da bankta, parkta sevişenleri ahlaksızlığın toplumu ele geçirişine örnek göstererek gündem arayanlar oldu. Bu sıra dışı münferit uygunsuzluğu fırsat görenlerin laikliğin yarattığı toplumsal bozulmanın ispatı gibi lanse edişini haklı çıkartacak işgüzarlıkla “ahlaksızlığı” sosyal medyada herkesten önce şiddetli bir dille kınayarak olmayan gündeme katkı sunan liberal siyasetçilerin cinneti körükleyen sıradanlığı üzerine düşünmekte fayda var. Elbette sokak ortasında ulu orta ilişkiye girmenin normal ve savunulur yanı yok. Ancak verilen tepki şiddet ya da teşhir olmamalı. Örneğin bu ekstrem hali gençlerin bankta, sokakta masum öpücüğü, otobüste el ele yolculuğuyla eş ahlak dışı bir davranış olarak yerleştiren anlayış herkesi olağan hedef ya da ahlak polisi haline getirir. Bu çok tehlikeli. Kişiye özel rahatsızlıkların karşısına cezalandırma yetkisini ekler. Öğretilmiş kodları yerleştirerek dayatılan gerici rejimle mücadele etmenin dayanılmaz çelişkisi içinde herkesten çok muhafazakar olmak bizi nasıl özgürleştirecek? Cinnetin sebepleriyle barışık ve iktidarın kodlarıyla hareket eden yeni bir düzen sağlanabilir mi? İyilikten, eşitlikten, haklılıktan yeşeren anlayışlı, bağışlayıcı, tedavi edici bir köklü değişime ihtiyacımız var ve bu mümkün. Sadece önce kendimiz inanmalıyız.