Toplumsal değerlerle ilgili iki araştırmadan söz edildi geçen haftalarda. Birincisi,

Yılmaz Esmer’in hazırladığı 2012 Türkiye Değerler Atlası. Bu araştırma, 1990’dan bu yana süregelen bir araştırmanın devamı niteliğinde ve oldukça kapsamlı. İkincisi ise, Açık Toplum Vakfı’nın Hakan Yılmaz yönetiminde yaptığı muhafazakârlık araştırması.  

Medyada daha çok konuşulan da, bu ikinci araştırma ve sonuçları oldu. Neden derseniz, araştırmanın muhafazakârlık gibi daha dar, fakat ilginç bir konuya odaklanmış olması kadar, “rahatlatıcı” sonuçlarının da bunda etkili olduğu düşünülebilir. Öyle ya; muhafazakâr bir toplum olduğumuzu, bu muhafazakârlıkta dindarlık boyutunun öne çıktığını biliyorduk. Öğrendik ki, artık muhafazakârlığımız “ılımlılaşmış!” Sevinmemek mümkün değil! Örneğin, toplumda ibadetini yerine getirmeyenlere, açık giyinen kadınlara, içki içenlere, eşcinsellere karşı duyulan rahatsızlık azalmış(mış)!

Şimdi bu bulgular ortadayken, neden Anadolu’nun kentlerinde içki içilen yerler kent dışına çıkarılıyor; kadına yönelik şiddetteki bu artış neden; din dersleri niye zorunlu; Aleviler niye rahatsız; imam hatip okullarındaki bu artış ne demeye geliyormuş diye sormayın.  

Sormayın ve endişelenmeyin! Ilımlı, seküler bir muhafazakârlığımız var(mış)!

Sonuçların, özellikle endişeli modernlere hitap ettiği açık. Araştırma sonuçlarından en çok rahatlayanlar da, -dindarlar değil- liberalliğe yakın duranlar. Böylece, AKP iktidarının gidişatından endişe duyanlara karşı, “bakın, AKP iktidarı döneminde hiç de muhafazakârlaşmış değiliz” diyebilme olanağı buldular. Bol bol da yazdılar.

Yazılarımda isim vermemeye çalışıyorum. Ancak bazen isim vermek de kaçınılmaz oluyor. Örneğin Nazlı Ilıcak’ın, Başbakan’ın milliyetçi, muhafazakâr söylemini eleştirenlere bu bulguları hatırlatırken, “yeni tür Kemalistler” ve “sosyalist liberaller” gibi nitelemeleri konuşulmayacak gibi değil. Kemalizm diye bir kavram ürettiler; tepe tepe de kullanıyorlar. Artık, bu kavramı ne kadar çok korkulan veya rahatsız olunan çevrelere yayarsak o kadar “öcüleştiririz” diye mi düşünüyorlar, yoksa Kemalizm “virüsünü” bu çevrelere de mal ederek onları mı daha da öcü haline getiririz? Orasını bilemiyorum.

İlginç bir yorum da, Yeni Şafak’tan, Ergün Yıldırım’dan gelmiş. Yıldırım, muhafazakârlaşma korkusunu yersiz bulduğu gibi, muhafazakârfobia olarak adlandırdığı bu korkuyu, İslamifobianın Türkiye’deki izdüşümü olarak değerlendiriyor. Daha da ilginci, muhafazakârlık meselesinde Avrupa ile kıyaslama yapmanın yanlışlığını ortaya koyması... “Neden Danimarka ile kıyaslanalım ki”, diye soruyor örneğin. Avrupa yerine Arabistan’dan baksak, çok daha seküler bir toplum olduğumuz anlaşılacakmış! Sonuç? Hem bu yanlış kıyaslamalardan vazgeçmemiz gerekiyor(muş) hem de muhafazakârlık konusunda daha bilimsel ve daha insaflı araştırmalara ihtiyacımız var(mış)!

Oysa, Türkiye Değerler Atlası, Avrupa’da en muhafazakâr, en dindar, en sağda yer alan bir toplum olduğumuzu gösteren bulgular ortaya koyarken, sonuçların rahatlatıcı olduğunu düşünmek hayli zorlama görünüyor. Tabii, Yıldırım gibi Avrupa yerine Arabistan ile kıyaslama yapmayı düşünmezseniz... Oysa, iktidar AB üyeliğini bir yana koyarken rotasını değiştirmiş olsa da, bu toplumun tüm muhafazakârlığına karşın kıyaslamalarını Avrupa ile yaptığı bilinmiyor değil.

Sonuç olarak, asıl, 2012 Değerler Atlası’nın bulgularını konu etmek gerek. Çünkü bu araştırma, yaşama bakış, güven, kimlik, mutluluk, siyaset, demokrasi, iş yaşamı, dini değerler ve cinsiyetçi yaklaşımlar gibi çok sayıda alanı içerdiği gibi, bizlere endişelenilecek de, öğrenilecek de çok şey olduğunu gösteriyor. Ne var ki, araştırma, hem konu ettiği alanlar hem de sonuçları açısından çok boyutlu ve öyle bir iki yazıyla geçiştirilecek gibi değil. Yine de, bundan sonraki yazılarda bazı alanlardan ve bazı bulgulardan yola çıkarak bir şeyler söylemek istiyorum. Özetle sonuçlar önemli; fakat ortaya çıkan bulguların nasıl değerlendirildiği ve değerlendirileceği meselesi de ayrıca önem taşıyor. 

Örneğin, sıklıkla bu toplumdaki hızlı değişmelerden söz edilir; hatta bu değişimi anlamadıkları için siyasal anlamda oy kaybettiği düşünülen partiler gündeme gelir. Buna karşın değer araştırmaları, 1990’dan bu yana, yani  22 yıldır bu toplumda birbirine güven, muhafazakârlık ve dindarlık gibi çok temel göstergelerde önemli bir değişim olmadığını, bu toplumun 22 yıldır aynı değerleri koruduğunu gösteriyor. Peki, bunu açıklarken, 80 sonrasının neo-liberal ekonomi politikalarına bu kadar kolay uyabilen, post-modern toplum olma özellikleri gösteren, dini açıdan post-İslamı yaşayan bu toplumda bazı temel değerlerin kolay değişmediğini mi düşünelim; yoksa değişmelerinin -belki de şimdilik- istenmediğini mi? 

Demem o ki, sözü edilen toplumsal değerleri toplumsal bulgular/sonuçlar olarak görmek kadar, ekonomik, siyasal, küresel düzeyde yeniden-üretilen veya beslenilen değerler olarak değerlendirmek de mümkün. O zaman da, aynı sonuçlardan farklı okumalar yapılabilmekte.