58’inci Antalya Altın Portakal Film Festivalinde yarışan filmlerin çoğunluğu günümüz toplumuna göndermeler içeren yapımlardı. Bireyin iç çatışması pek çok filmin ana temasını oluşturuyordu. Toplumdaki değişime ayak uyduramayan yalnız insanların öykülerinde suç ve ceza sorunsalı ile vicdan muhasebesi öne çıkıyordu.

Toplumsal değerlerimiz ve vicdan sorgulamaları

Antalya’da festivalin ödül töreni cumartesi gecesi yapıldığı için, siz bu satırları okurken ödülleri biliyor olacaksınız, Halk Tv’nin canlı yayını ya da sosyal medyadan… Bense, bu satırları yazarken jüri kararlarını bilmiyorum; ama Ulusal Yarışma bölümündeki on filmden söz edebilirim. Zor bir yazı olacak, çünkü filmlere ilişkin kişisel değerlendirmemi paylaşmaktan kaçınacağım. Önümüzdeki ay Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümüne bu filmlerden bir kısmının seçilme olasılığı yüksek görünüyor ve benim de jüri üyesi olarak önceden görüş açıklamam doğru olmayacak. Bu yüzden genellemelerle yetineceğim, filmlere ilişkin düşüncelerimi bir başka yazıda (muhtemelen Ankara sonrası) paylaşmak vaadi ile…


Festival filmleri, bu yıl -pandemi nedeniyle- AKM ve Cam Piramit arasında konumlanan açık hava sinemalarında gösterildi. Bir sinemada Ulusal Yarışmaya, ikincisinde Uluslararası Yarışmaya seçilen filmler, üçüncüsünde Ulusal Belgesel Yarışması ve Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması filmleri gösterildi; her akşam 19.30 ve 22.00 seanslarında. Ulusal Yarışma filmleri için ayrılan salonun dörtte üçü festival konuklarına ayrıldığı için, Antalyalı sinemaseverlerden bu seanslara yer bulamayanların şikâyeti üzerine aynı saatlerde AKM’de ek gösterim konuldu. Açık havada, özellikle ikinci seanslarda rüzgârın da etkisiyle soğuk iyice bastırıyordu. Sandalyelerin rahatsızlığı ise ayrı bir şikâyet konusuydu. Sonuçta, çareyi kapalı salona iltica etmekte bulduk. Festivalin yan etkinlikleri, söyleşiler ve Sinema Dersleri çevrimiçi yapılırken, Antalya Film Forum ve Altın Portakal Sinema Okulu ile ortaklaşa düzenlenen Kültür için Alan eğitim programı ise hibrit -çevrimiçi ve fiziksel- bir düzenlemeyle gerçekleştirildi.

OLAYLI BİR GECE

Uluslararası Yarışmaya seçilen on filmin bir tekini bile izleyemedim, tüm filmler Ulusal Yarışma seansları ile eş zamanlı gösterildiği için. Sinemalar açık olduğuna ve AKM’de akşam ek seanslar konulabildiğine göre, pekala gündüz de -pandemi önlemlerine özen gösterilerek- gösterimler yapılabilirdi bana kalırsa. Programda Uluslararası Yarışma filmlerinin yanı sıra dört yabancı film daha yer alıyordu, ‘Özel Gösterimler’ başlığı altında. Farhadi’nin “Kahraman”ı, Hagamuchi’nin “Drive My Car”ı, Mia Hansen-Love’ın “Bergman Adası” ve son Venedik Festivali’nde Altın Aslan’ı kazanan Audrey Diwan’ın “Kürtaj” (L’Evenement)ı. Bir kadın yazarın, kürtajın yasak olduğu yıllarda -50’lerin sonu, 60’ların başı Fransa’sında- başından geçenleri anlattığı romanından uyarlanan ve orijinal adı “Olay” olan bu filmin gösterimi, gerçekten de olaylı oldu… Önce, bazı türbanlı genç kızların salonu terk edişlerine tanık olduk, ardından aynı anda iki kişi birden fenalık geçirdi (az rastlanan bir olay olsa gerek). Gösterim durduruldu, ambulans çağrıldı. Gösterim yeniden başladıktan sonra, bir bayılma daha. Yeniden sedye, ambulans… Zar zor bitirdik filmi. Bayılanların sayısı üç idi, ama sosyal medyada ‘onlarca’ diye yayılmasına şaşırmadık elbette…

NİTELİKLİ BİR SEÇKİ

Festival yöneticileri Ahmet Boyacıoğlu ve Başak Emre’nin Ulusal Yarışma seçkisinin, bu yılın diğer yarışmaları ile kıyaslandığında, çok daha nitelikli olduğunu söylemeliyim. Bu yıl, orta kuşaktan ve genç kuşaktan yönetmenleri buluşturan festivalde izlediğimiz filmler arasında, içinde yaşadığımız toplumsal sistemin çelişkilerini görünür kılan yapımlar ve sisteme uyum sağlayamayan bireylerin öyküleri ağırlıktaydı.

Festivaller, yalnızca bir sanat dalında ulaşılan ustalık düzeyini sergilemekle kalmaz, toplumsal bilinçaltı üstüne ayrıntılı gözlem ve yorumlara kapı açar. Nitekim Ulusal Yarışma’ya seçilen on filmden dokuzu toplumuza ilişkin güncel saptamalar içeriyordu. Yalnızca, Ali Tansu Turhan’ın ilk uzun metrajı “Diyalog”, bir film setinde tanışan iki oyuncunun özel yaşamları ile filmde canlandırdıkları karakterler arasındaki ilişkiler-çelişkiler ve mutluluk arayışı üstüne birey odaklı bir çalışma. Adana’da başarılı belgeselleri “Dermansız” ile Jüriden özel bir ödül kazanan yönetmenler Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu, bu kez yedi yıl üzerinde çalıştıkları bir kurmaca filmle izleyici karşısına çıktılar. “Birlikte Öleceğiz”de, deneysel bir biçem ve iki buçuk saatlik bir süre içinde tutkulu bir aşk öyküsü anlatıyor iki yönetmen. Tutkulu ama mutsuz sonuçlanan bir aşkın öyküsü bu. Mutsuzluğun nedeni, genç kadının psikolojik rahatsızlığı mı, mutlu bir ilişkinin imkânsızlığı mı, karar vermek size kalmış. Filmde, ülkemizin güncel sorunlarına ilişkin göndermelere de yer vermeyi ihmal etmemiş yönetmenler…

YALNIZ BİREYLER

Günümüzde bireyin yalnızlığını konu alan “Zuhal”, Nazlı Elif Durlu’nun ilk uzun metrajlı filmi. Yönetmen, duyduğu bir kedi miyavlamasının ardından tüm yaşamı değişen, kendi konfor alanından çıkıp, komşuları ile tanışan, bir üst-orta sınıf kadınının serüvenini anlatırken toplumumuzdan insan manzaraları sunuyor izleyicisine. Bir başka yalnızlık öyküsü, “Anadolu Leoparı” da genç bir yönetmenin, Emre Kayiş’ın imzasını taşıyor. Bir Ankara öyküsü olmasının yanı sıra, değişen Türkiye’nin hüzünlü bir panoraması. Yozlaşan değerlerle uyum sağlayamayan bir hayvanat bahçesi müdürünün öyküsü bu. Hayatta kalan son ‘leopar’lardan birini anlatırken, kamerasını bürokratik çürümeye ve toplumda değişen değer skalasına yöneltiyor. Cemil Ağacıkoğlu, “Kafes”de meslekten atılmış bir polis memurunun, hayat kadınlarının çalıştığı ucuz oteldeki yaşantısını ve peşini bırakmayan meslektaşıyla yaşadığı çelişkileri anlatmayı hedeflemiş. Televizyondaki haberlerde Güneydoğu’daki çatışmalara birkaç kez yer verdiğine göre, öyküdeki kahramanla öldürdüğü polis memuru arasındaki çelişkinin arka planında ülkenin temel sorunlarından biri yatıyor herhalde…

SİSTEM ANALİZLERİ

Bu bağlamda, “Anadolu Leoparı” ile birlikte altı film dikkate değer söylemlere sahip. Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı”, Van’ın Bahçesaray ilçesinde karın yolları kapattığı günlerde, bir yatılı ilkokulun öğrencileri, öğretmenler ve okul müdürü ile tanışıyoruz. Elbette, bürokrasinin hantallığı, memurların çıkarcılığı ve çocuklara uygulanan şiddetle de… Küçük bir öyküden büyük bir resim ortaya çıkıyor… Bir diğer genç yönetmen, Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında”sı bir Anadolu kentinde muhafazakâr bir baba ve iki oğlunun sahip olduğu tekstil fabrikasında yaşanan bir iş kazası ve ölümün ardından aile fertleri arasında gün yüzüne çıkan çatışmaya odaklanıyor. Dindar patronun ve vicdanıyla baş başa kalan ‘iyi’ kardeşin iyiliği nereye kadar; ‘kötü’ kardeşten ne kadar farklılar?Sınıfsal bir bakıştan çok, din ve vicdan arasındaki çelişkiye ışık tutmayı yeğliyor yönetmen. İyi ile kötünün diyalektik birlikteliğini gündeme getirerek.

Semih Kaplanoğlu, “Bağlılık: Hasan”da, dine bağlılıkla paraya bağlılık ikilemi arasında kalan bir anti-kahramanın, çıkarı uğruna kötülük yapmaktan geri durmayan bir çiftçinin Hac ziyareti öncesi kendisiyle hesaplaşmasını, zarar verdiği kişiler -bu arada öz kardeşi- ile helalleşme çabasını, kapitalist ‘gelişme’nin yarattığı çevre sorunları karşısındaki çaresizliğini anlatıyor. Finalde, Hasan karşısında ağladığında, “Değmez” diye sesleniyor kardeşi. ‘amnezi’den malul bir toplum bile unutmaz işlenen hataları; ‘Helalleşmek istiyorum’ deyip, kurtaramayacak kimse kendini…

Bir başka anti-kahraman öyküsü de genç yönetmen Necip Çağhan Özdemir’in “Bembeyaz”ı. Dindar bir baba ve onun değerleri ile yetişmiş oğlunu görüyoruz perdede. Ve, bu değerlerin onu suç işlemekten alıkoymadığını… Rastlantılar sonucu aklanmak, bireyin vicdanını rahatlatmaya yetecek mi, bilemiyoruz. Bembeyaz karların suçu örtmesi bir kurtuluş mu, yoksa bir mahkûmiyet mi? Hiç kuşkusuz, ‘suç ve ceza’ sorunsalı ile din kavramının ardına gizlenen suçlar yılın gözde temaları arasında…

Ve, bilinmeyen bir ülkenin adı belirsiz kasabasında geçen fantastik bir gerilim öyküsü: Tayfun Pirselimoğlu’nun kendi romanından uyarladığı “Kerr”… Ölen babasının cenazesi için kasabaya geldiğinde bir cinayete tanık olan ‘saf’ bir adam, suçun ve suçlunun izini sürmek yerine suçsuz adamı sorgulayan ‘işbirlikçi’ kasaba eşrafı, köpek avına çıkan vatanseverler ve kasabanın üzerine örtülen korku perdesi… Zaman ve mekân ötesi bir ülke panoraması…