Toplumsal hafıza ve mekân arasındaki ilişkiyi daha açık bir şekilde kamusal alanlarda da görmek mümkün. Kamusal mekânlar birçok insanın birlikte olduğu alanlardır. İnsanlar bu mekânlarda fiziksel olarak da birliktedir. O yüzden olayları birlikte deneyimlerler. Bu da daha güçlü bir toplumsal bellek oluşmasını sağlar. Gezi Direnişi bunun en güzel, en anlamlı örneklerinden birisidir

Toplumsal hafıza

KEMAL YILMAZ

Günümüz dünyası hızla akarken, insanlar da günlük yaşamı içinde birçok şeyi gözlemler ve deneyimler. Bu deneyimler insan beyninde depolanır ve sonrasında geri çağırılarak hatırlanabilir. Bazen küçüklüğümüzden kalma güzel bir koku veya yaşadığımız kötü bir olay bize kendini tekrar hatırlatabilir. Hatırlama süreci bize o anı çağrıştıran başka bir olaydan dolayı oluşabilir. Bizde bıraktığı etkinin gücüne, tekrarlanmasına, fotoğraf gibi imgesel araçların kullanımına ya da dil aracılığıyla aktarılmasına bağlı olarak yaşadığımız şeylerin veya edindiğimiz bilgilerin bir kısmını rahatlıkla hatırlayabiliriz. Fakat bir kısmını da farkına bile varmadan unutur gideriz. Fransız filozoflarından Henri Bergson bellek (hafıza) kavramını bazı deneyimlerin bilincimizin bir parçası haline gelmesi olarak tanımlar.

Beynimizde gerçekleşen hatırlamak ve unutmak eylemleri arasındaki diyalektik ilişki belleğimizi oluşturur. Beynimizin içinde olan bu ilişki, çevremizde gerçekleşen ve çevremizle kurduğumuz ilişkilerden de etkilenmektedir. Dolayısıyla belleğimiz bireysel olarak, sadece kendi kendimize oluşturduğumuz bir yapı değildir. Bir bütün olarak doğayla ve diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilerin hepsi hafızamızın oluşumunda etkilidir. Bu yüzden belleğimiz ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal dönüşümlerden bağımsız olarak düşünülemez. İçinde yaşadığımız çevre bizi ve yaşamımızı da şekillendirir. Fransız sosyolog Maurice Halbwachs’a göre bellek tanımlarındaki en önemli parametre toplumsal çerçevelerdir. Bireylerin kendi belleklerini oluşturduğu ortam, içinde bulunduğu toplumdur. Toplum içinde oluşan toplumsal çerçeveler (aile, toplumsal sınıf, vb) tarihsel döneminin karakterine göre değişebilir ve dönüşebilir. Örneğin aile içindeki ilişkiler günümüzde geçmişte olduğundan çok daha farklıdır. Aile içinde kurulan bağlardaki bu değişim toplumsal yaşam pratiklerimizi dönüştürür. Dolayısıyla geçmişte bir toplumsal çerçeve olarak aile kavramı bugünkünden daha farklıdır. Bu durum bireysel ve toplumsal belleğimizin de farklı ilişkiler düzleminde kurulmasına neden olur. Başka bir ünlü Fransız sosyolog olan Emile Durkheim kolektif temsiliyetlerle oluşan toplumsal hafızalarımızın kişilerin kendilerini nasıl tanımladıklarına, tüketim alışkanlıklarına, davranış biçimlerine, dünya görüşlerine, mesleklerine, gelir seviyelerine, tüm yaşamsal pratiklerinde savunduğu, bir parçası olduğu gruplara bağlı olarak oluştuğunu ve bunun yanında, kolektif bilincin önemini vurgular.

Kolektif bir şekilde üretilen toplumsal hafızalar bugün içinde yaşadığımız toplumu da dönüştürüyor. Bunun en somut örneklerinden birini tüm dünyada yükselen kadın mücadelelerinde görebilmek mümkün. En önemli toplumsal çerçevelerden biri olan aile yapısı içindeki ataerkil düzen, kadın hareketlerinin ısrarlı direnişiyle birlikte dönüşmeye başlıyor. Toplumsal çerçevedeki bu dönüşüm hem bireysel hem de ortak belleğimiz üzerinde etkisini gösteriyor. Özellikle kadına uygulanan şiddet, mobbing, taciz gibi olayların sürekli gözler önüne serilmesi toplumsal hafızamızda güçlü bir yer edinmiş durumda. Artık bilincimizin bir parçası haline gelen kadın mücadelelerinde edinilen deneyimler, pratikler 21. yüzyıl insanlarının belleğinden kolay kolay silineceğe benzemiyor.

TOPLUMSAL HAFIZA VE MEKÂN

Genellikle çok farkına varmasak da hafızalarımız ve onların içinde geçtiği mekân arasında güçlü bir ilişki vardır. Yaşadığımız olaylar, anılar mutlaka fiziki bir çevre içinde geçmek zorundadır. Bu mekânlar eylemlerin arka planını oluşturur. Daha çok eylemlere odaklandığımız için mekânlar pek gözümüze çarpmaz. Fakat içinde bulunduğumuz ortam olayları hatırlamamızda önemli bir rol oynar. Herhangi bir mekân insan varlığı olmadan da var olur. Fakat insan bedeni eylemlerini gerçekleştirmek için bir mekâna ihtiyaç duyar. İçinde insan eylemliliği olan bir mekân fiziksel olarak vardır. Fakat onu oluşturan şey sadece soyut geometrik formlar değildir. Algılanabilir ve deneyimlenebilir olduğunda gerçekten bir mekâna dönüşür. Günlük yaşantımızda hafızalarımıza dönüşen her şey deneyimlediğimiz mekânı da yanında taşır. Tahire Erman ve Serpil Özaloğlu tarafından oluşturulan Bir Varmış Bir Yokmuş - Toplumsal Bellek, Mekân ve Kimlik Üzerine Araştırmalar kitabı otuz altı yazarıyla tam da bu noktalara değinen, mekân ve bellek arasındaki ilişkilerin izlerini süren bir kitap.

Hafızalarımızın oluşmasında etkin bir rol oynayan mekânlar toplumsal hafızalarımızla birlikte değişir. Aynı zamanda toplumsal belleğimizi de şekillendirir. Örneğin, kentleşme ile birlikte insanların yaşadığı ev tipolojileri değişmiştir. Aynı dönem içinde aile yapısı da eskisinden daha farklı ilişkiler düzleminde yeniden üretilmiştir. Hem gündelik hayatımızın içinde geçtiği mekânlar hem de toplumsal çerçeveler birlikte dönüşmüştür.
Toplumsal hafıza ve mekân arasındaki ilişkiyi daha açık bir şekilde kamusal alanlarda da görmek mümkün. Kamusal mekânlar birçok insanın birlikte olduğu alanlardır. İnsanlar bu mekânlarda fiziksel olarak da birliktedir. O yüzden olayları birlikte deneyimlerler. Bu da daha güçlü bir toplumsal bellek oluşmasını sağlar. Gezi Direnişi bunun en güzel, en anlamlı örneklerinden birisidir mesela. Gezi Parkı’nda aylarca direnen insanlar her şeyi birlikte üretip birlikte deneyimlediler. Sözleri ortaktı. Yaşanan birliktelik çok güçlüydü. Tüm baskılara karşı birlikte direndiler. Ölen arkadaşlarımız oldu ve onların hafızamızdaki yeri hala çok güçlü. Orada yaşanan olaylar, deneyimler hafızalarımızda hâlâ taptaze. Tüm o yaşananlar, aradan yıllar geçse de hala canlılığını koruyor ve umut ışığı oluyor. Yaşadığımız bu deneyimlerle birlikte Gezi Parkı da sadece sıradan bir park olmaktan çıktı. Artık toplumsal belleğimizde yaşadığımız, gördüğümüz olaylarla birlikte hatırlıyoruz. Direnmenin mekânı olarak hatırlıyoruz. Paylaşmanın mekânı olarak hatırlıyoruz. Umudun mekânı olarak hatırlıyoruz...

TOPLUMSAL HAFIZAYI CANLI TUTMAK

Son yıllarda toplumsal hafızamıza kazınan en önemli olaylardan birisi de 10 Ekim 2015’te yaşandı kuşkusuz. 103 arkadaşımızın öldüğü birçoğunun da yaralandığı acı olayın üzüntüsünü ve öfkesini hâlâ derin bir şekilde hissediyoruz. Yaşanan olayları unutturma, üstünü örtme politikaları duyduğumuz öfkenin de artmasına neden oluyor. Her sene anma günlerinde uygulanan polis şiddeti de toplumsal hafızamızı yok etmek için uygulanıyor.

Bu unutturma politikalarına rağmen, geçen hafta sonuçları açıklanan 10 Ekim Anıt ve Meydan Yarışması'nı unutmamaya karşı verilen bir mücadele olarak görmek mümkün. TMMOB, KESK, DİSK ve TTB’nin açtığı uluslararası yarışma, toplumsal hafızayı canlı tutmak, yaşadıklarımızın unutulup gitmemesini sağlamak adına ölenlere bir borç niteliğinde. Barış, eşitlik, özgürlük, demokrasi yolunda hafızalarımızı diri tutmak bugünlerde her şeyden önemli.