EMRE ERBATUR Kaouther Adimi’nin Delidolu etiketiyle, Damla Kellecioğlu’nun özenli Türkçesi’yle, duyarlı ve düşünceli dipnotlarıyla yayımlanan Zenginliklerimiz adını taşıyan (2018, Fransızca ilk baskı 2017) yarı belgesel yarı kurgusal anlatı çalışması öncelikle Fransız yayıncı, editör ve yazar Edmond Charlot’nun Cezayir’de Hamani Sokağı’nda kurduğu Les Vraies Richesses [Gerçek Zenginliklerimiz] adlı kitabevinin ve Charlot Yayınevi’nin öyküsü. Kitap ayrıca Cezayir […]

Toplumsal tekinsizliğin anahtarı olarak Cezayir
EMRE ERBATUR

Kaouther Adimi’nin Delidolu etiketiyle, Damla Kellecioğlu’nun özenli Türkçesi’yle, duyarlı ve düşünceli dipnotlarıyla yayımlanan Zenginliklerimiz adını taşıyan (2018, Fransızca ilk baskı 2017) yarı belgesel yarı kurgusal anlatı çalışması öncelikle Fransız yayıncı, editör ve yazar Edmond Charlot’nun Cezayir’de Hamani Sokağı’nda kurduğu Les Vraies Richesses [Gerçek Zenginliklerimiz] adlı kitabevinin ve Charlot Yayınevi’nin öyküsü. Kitap ayrıca Cezayir Fransa arası mekik dokuyan Fransız ve Cezayirli aydınların dergi çıkarma, başka yayınevleri kurma, yazın ve düşün emeği yoluyla barışı, dayanışmayı, özgürlüğü ve eşitliği yaratma, ırkçılığı, sömürgeciliği, faşizmi alt etme çabalarının bir anlatısı. Bütün bu belgesel anlatılarsa, okuldan mezun olduktan sonra staj için artık el değiştiren kitabevinin boşaltılması ve bir pastaneye dönüştürülmeye hazır hale getirilmesi görevini üstlenen genç Ryad’ın Cezayirli olduğunu tahmin ettiğimiz bir anlatıcının anlattığı öyküsüyle harmanlanıyor. Bir başka deyişle, kitapların, kitaplara duyulan sevginin, bu sevginin dostlukla yeşermesinin sömürgecilikle, faşizmle, ırkçılıkla, şiddetle mücadelesi Cezayirli bir gencin aşkı, aşktan uzak kalma acısını, paylaşmayı, dayanışmayı keşfetmesiyle örtüşüyor Adimi’nin kitabında.

Dolayısıyla, dikkatli ve özenli okurun gözünde, bu yarı belgesel yarı kurgusal kitap, kitabevinin eski bir çalışanı olan Abdallah’ın kılavuzluğu sonucu Ryad’ın tanıştığı kişilerin, özlediği sevgilisi Claire’e duyduğu sevdanın anlatımı çerçevesinden Cezayir’in sömürgeci, faşizan ve baskıcı Fransa aydınlanmasınca silinen belleğine dair hüzünlü bir yolculuğa dönüşüyor.

Adimi’nin öncelikli başarısı, Cezayir’de 1830’da başlayan, 1990’larda ülkeyi kanlı bir iç savaşın bağrına bırakan katliamlarla, işkencelerle, ailelerin birbirlerinden koparılmasıyla dolu öfke, acımasızlık ve akıldışılık dolu sömürgeleştirme sürecini, bu sürecin artık genç kuşaklarca ‘anlaşılmadığı çünkü unutulup gittiği’ 2017 yılına kadar getirebilmesinde, insanın insana yaptığı kötülüğü tam da kötülüğün yaşatıldığı duyarsızlıkla okurun canını acıtmaktan çekinmeksizin aktarabilmesinde yatıyor.

Kitap üç ana kısmın diyalojik bir biçimde kaynaştırılmasından oluşuyor. Kısımlardan biri, Cezayirli bir anlatıcının söz aldığı, okura tarihsel kılavuzluk yapan, Başkent Cezayir, 2017 başlıklı bir bölümle açılan, on ya da on beş yıllık zaman dilimleriyle, 1930’lara kadar gidip, tekrar okurun karşısına çıkarak yine aynı başlıklı bölümle sona eren kısım. Diğer bir kısımsa, bölüm numaralarıyla belirtilen, Ryad’ın öyküsünün anlatıldığı yedi bölümden oluşuyor. Bu yedi bölümde, kitaplara hiç ilgi duymayan, hatta onları boğucu bulan Ryad’ın tanıklıklarına ve değişiminin öyküsünü okuyoruz. Üçüncü kısımsa, Edmond Charlot’nun, egemenlerin resmi tarihine paralel, o tarihin reddettiği, sildiği kişisel tarih olarak güncesi. Günce, Edmond Charlot’nun Güncesi Cezayir, 1935-1936 başlığıyla yola koyulup belli zaman aralıklarıyla 1961’e kadar geliyor. Bu bölümde, Charlot’nun coşkusunu, yaşadığı güçlükleri, dostluklarını, dostlukların faşizmle birlikte yıkıma uğratılışını okuyoruz. İlk olarak sözünü ettiğimiz bölümdeki tarihsel-belgesel bilgiler, Charlot’nun kişisel tarihiyle buluşuyor. Başka bir deyişle bireysel tarih toplumsal tarihin izdüşümü oluyor. Resmi tarih kanlandıkça kişisel tarihi biçimlendiren dostlukların da çözülmesine tanıklık ediyoruz. Sömürgeci Fransa’nın Gizli Ordu Örgütü’nden, Cezayir’in Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne iki halkın bir arada yaşamasını savunan aydınların, sivillerin savruluşunu, kendi kabuklarına hapsoluşlarını, katledilişlerini okuyoruz. Beyaz Adam’ın getirdiği uygarlığın bedeli Cezayir’in maddi zenginlikleri, Cezayirliler’in cansız bedenleri oluyor. Fransız aydınlanması böylece kendi çocuklarını bir kez daha yiyor. Gizli Ordu Örgütü’nün saldırıları, kitabevinin yağmalanması kişisel tarihin toplumsal tarihle eşleşme sürecini tamamlıyor. Katledilen bedenlerle, kitaplar ve Charlot’nun imgesi aynı sularda boğuluyor.

Portrait of Kaouther Adimi 27/12/2015 ©John FOLEY/Opale/Leemage

Dolayısıyla, toplumsal, kişisel ve kurgusal olan, diyalojik bir yapıda bir araya gelince hem aşkın, yaşama sevincinin, özgürlük coşkusunun, dayanışmanın, bir kimliğe ve bir geleceğe sahip olma özleminin ve bunların kitaplarla yaşanmasının öyküsü hem de bunlara duyulan faşizan ve ırkçı düşmanlığın öyküsü aynı düzlemde ama farklı açılardan okunabiliyor. Çevirmenin ufuk açıcı dipnotlarıyla tam bir diyalog sarmalına dönen kitap tekrar okunmayı, bellenerek genç kuşaklara armağan edilmeyi hak ediyor ve bekliyor.

Aslında kitap, bugün Fransa’yı kasıp kavuran, önce hak arayışı gibi görünüp sonradan, devletin faşizan yüzüne karşılık bir başka faşizan, hatta ırkçı, yabancı düşmanı bir hengameye dönüşen, durulmak bilmeyen örgütsüz, kimliksiz Sarı Yelekliler hareketine ilişkin de okunabilir. Başka bir deyişle, Fransa geçmişte Cezayirliler’i imha ederek Fransa’yı, aydınlanmayı, aklı yıkıma uğratışını Sarı Yelekliler’in niteliksiz mücadelesinde bir kez daha hatırlamak zorunda kalmak durumundadır.

Zenginliklerimiz, yukarıdaki değinileri yaşadığımız coğrafyada bizden farklı olanla kurduğumuz ilişkinin bağlamına taşıyacak olursak, kuşaktan kuşağa akan kanlı tarih ırmağının kimi uğraklarını hatırladığımızda, farklılıklarımızla, ‘gerçek zenginliklerimizle’ bir arada, eşitlik, adalet ve barış içinde bir arada yaşama çabalarımız doğrultusunda bize tanıdık gelebilecek bir kitap. Kendinden farklı olanı ötekileştirip, düşmanlaştırıp, kendini de bu ötekileştirme ve düşmanlaştırma çabası üzerinden aklayarak tanımlayan, kimliğini başka bir kimliğin inkârı ve o kimliğin varlığının yağmalanması üzerinden inşa eden toplumlar toplumsal bir tekinsizliğin kurbanı olmaktadır. Kitap her şeyden önce bu tekinsizlikten çıkışın ipuçlarını veriyor. Elbette, aklını ve yüreğini açık tutanlara.