12 Mart 1971 Darbesi’ni yapan askeri cuntanın generallerinden Memduh Tağmaç’ın “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor” sözü çok paylaşılır. 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi için söylemişti. Bir yılı geçmeden de verdikleri muhtıra ile faşizmin büyük kıyımını başlatmışlardı. 12 Eylül 1980 Darbesi o kıyımı bir “solkırıma” genişleterek bu gün yaşadığımız düzenin önünü açtı.

1970’den elli yıl sonra Tağmaç’ın tespitine nazire gibi bu kez “toplumsal uyanış, siyasi partileri aştı” diyebileceğimiz bir dönemdeyiz. Öyle bir zamandayız ki, siyasi partilerin “yönetimlerinin” niyet ve programlarıyla, onlara oy verenlerin talepleri arasında bir kopuş yaşanıyor. Bu durum sadece muhalefetteki partiler için geçerli değil, AKP- MHP zorunlu ittifakı da aynı durumda.

Siyasi partiler bütünlüklü, iç tutarlılığı olan ideolojik programlar üretemiyorlar, popüler aktörlerin hemen tümü ise ideolojisi olmayan kolaj liderlere dönüşmüş durumda. Bir bakıyorsunuz kırk yıllık MHP’li bir aktör neredeyse sol sosyal demokrat bir uygulamayı hayata geçiriyor, dinci AKP’den bir başkası değme laikten daha laik bir program önerebiliyor. Sosyal demokrat olduğu tüzüğünde yazan CHP yönetiminden, solun kökünü kazımayı amaç bellemiş Turgut Özal için övgüler saçılıveriyor. MHP’yi yeterince milliyetçi bulmayarak ayrılanların İYİ Parti’sinden özgürlükçü demokrat bir açıklama gelebiliyor. Dinci siyasetten gelen Saadet Partisi Diyaneti dini siyasetin hizmetine sunduğu için eleştiriyor. HDP’nin durumu da farklı değil. Mahpus Demirtaş’ı en az kendi partisi savunuyor neredeyse ve nedense! “Amerikan işbirlikçisi Türkiye” diye yola çıkanların Amerikan askerleriyle devriye gezmeleri de cabası. Örnekler isimler üzerinden daha da çoğaltılabilir.

Her geçen gün daha da çok sayıda insanın hayat koşulları hızla sürdürülemez hale geliyor. Her geçen gün daha da çok sayıda insan var olan siyasi yapıların sorunlarını çözemeyeceğine daha çok ikna oluyor.

Başka türlü bir toplumsal dalga hızla yükseliyor ve hedefi muhalefetinden iktidarına var olan siyasi yapı. Bu dalgayı egemenlerin, siyasi partilerin ve sermaye sınıfının görmediğini sanmak yanıltıcı olur. Aksine önünü almak, yatıştırmak, ehlileştirmek için kollarını sıvamış durumdalar. RTE’yi yalnızlaştırıp, yalıtarak yönetebileceği bir parti/ kadro kalmamasını sağlayarak, karşısına Abdullah Gül’ü bir “büyük uzlaşı adayı” olarak çıkarma hesabının gizlisi saklısı kalmadı.

Türkiye elli yıl öncenin kır toplumu değil, insanları hiç değil. 17 yılllık AKP yönetimi toplumu dönüştüreyim derken kendisi dönüştü ve müdahale ettiği toplumda hiç ummadığı bir muhalefet imkanını yeşertti. Siz bakmayın sosyal medya trollerine, yandaş medyada yazılıp çizilenlere. Bu gün Türkiye’ de yaşayan insanların büyük çoğunluğunun ortak paydası, bireysel özgürlüklerinin kıymetini bilen ve hakkının verilmesini isteyen, verilmezse öyle ya da böyle almasına kimsenin karşı gelemeyeceğine inanan insan tipi olmuş durumda.

Şimdi bu büyük çoğunluğun isteklerini örgütlü bir siyasi harekette birleştirme imkanı görünür durumda. Bireysel hakların ancak toplumsal dayanışma ile mümkün olabileceği siyasetini merkezine alan bir hareketin insanları kendisine çekeceği ve onları örgütleyebileceği bir dönemdeyiz. Bu hali varolan siyasi parti yöneticileri de çok açık görüyorlar ve bu imkanı çalabilmek için bir “dindar/ sağ” uzlaşıyı tek seçenek olarak dayatmaya çalışıyorlar.

Bu imkânın çalınmasını engellemenin tek yolu sol ile toplumsal uyanışı bir potada eritecek bir siyaseti örgütlemekten geçiyor.