Hafta sonu BirGün okur toplantısına katılmak için memleketim Adana’daydım. Bu vesileyle Çukurova’da bahar havasını solumak gerçekten pek keyifliydi.Toplantının Seyhan Belediyesi’ne ait bu toprakların yetiştirdiği büyük ve sahici yazar Yaşar Kemal’in adını taşıyan sanat merkezinde düzenlenmesi ayrıca haz vericiydi.

Artık ekran karşısında zaplamaya başlayınca dini programlar sağanağından kurtulamıyorsunuz. Ben de geçen hafta böyle kanal kanal dolaşırken, seferi sayılmak için evden 90 km. uzaklaşmanın yeterli olduğunu öğreniverdim. Hazır Adana’ya uzanmışken bu hakkımı kullanayım, bu haftaki yazıyı pas geçeyim, dedim.”Ortayolculuk” kimyama sinmiş olmalı ki, tümden köşeyi boş bırakmayarak, gazetemizin 13. yaşını kutladığımız bugünlerde, 2004’te BirGün’ün emekleme döneminde yayınlanmış bir yazımı hatırlatmaya karar verdim.

Aradan geçen yıllarda muhalif basın için koşulların daha da ağırlaştığını, gazeteciler için risklerin aşırı arttığını hepimiz biliyoruz.Teknolojik koşullar da oldukça değişti, sosyal medya rekabetinde tutunabilmek iyice çetin hale geldi. Toplumsal muhalefetin soluk almasının bile zorlaştığı bugünlerde, nefes borusu işlevi gören BirGün gibi bağımsız basın organlarını demokratik kamuoyunun sahiplenmesi de yaşamsal önem kazandı. Aşağıdaki metin, yine de BirGün çizgisinde bir gazetenin piyasa koşullarında varlığını sürdürebilmesinin “ teorik çerçevesi “ üzerine düşünmek isteyenlere önerilir. ”Bu güzelim Nisan günlerinde hiç çekilmez” diyecekleri ise bu satıra kadar yorduysak affola....

•••

Bu bir “adaptasyon” denemesi. Hani Ahmet Vefik Paşa’nın Molier’in oyunlarını Osmanlı toplumuna uyarlaması benzeri. Fikir, “toplumsallaşmış piyasalar” kavramını geliştiren İngiliz sosyalist DianeElson’un. Elson, tezlerini konuya ilişkin makalesinin yayımlandığı Socialist Register dergisinin varoluşu üzerinden somutlaştırıyor. Ben de bu tezleri BirGün’e adapte etme gayreti içinde olacağım.

Öncelikle insanların engellerden, baskılardan, sömürüden özgürleşerek tüm potansiyellerini kullanabildiği bir gelecek tahayyülüne ihtiyacımız var; dayanışma, demokrasi, bir topluluğun parçası olma hazzı üzerinde yükselen eşitlikçi bir yeni zihniyete. Geçmişin acı deneyleri, yeni kolektif girişimlerde bireysel haklara saygının önceliğini hatırlatıyor. Öyleyse, daha iyi bir gelecek arayışımızda, bugünden mütevazı alternatifler yaratarak işe koyulabiliriz.

Özlenen toplumda, sağlık sisteminin ulusal bir koordinasyona gerek duyacağı ve bedelsiz hizmet vereceği açık. Bunun yanında BirGün gibi, eşitlikçi kolektif ortaklık sektörü de bulunacak. Belki gazete parayla satılacak, diğer gazetelerle yarışacak ama, sözünü ettiğimiz tatlı rekabet “toplumsallaştırılmış piyasalar” ortamında yaşanacak. Bu piyasalar kâr doğrultusunda değil, üzerinde uzlaşılmış eşitlikçi amaçlar için işleyecek, toplumsal olarak örgütlenecek.

Bugün BirGün sistemin çatlaklarından, yarıklarından bir alternatif yaratmaya çalışıyor. Bir yandan acımasız tekelleşme koşullarının sürdüğü medya sektöründe yaşam mücadelesi veriyor, öte yandan “toplumsallaştırılmış bir piyasanın” varlığından güç buluyor.

BirGün’ü ancak arkadaşından ödünç alarak izleyebilenler de var ama, herkes ancak daha fazla kişinin parasını ödeyip, gazeteyi almasıyla bu çarkın döneceğini biliyor, o sorumlulukla davranıyor. Gazete yönetimi de verili piyasada pazar payını genişletip, her nüshanın maliyetini karşılayabilmek için çaba gösteriyor. Ama en fazla kârı sağlama amacına yönelik ticari gazetelerden farklı bir kulvarda koştuğunu biliyor. Öncelikle toplumsal bir amaç olmasa, köşe yazarları bedelsiz bu işe soyunmazlar. Onlar da başka bir işle, örneğin üniversite hocalığıyla geçinebildikleri için bu kendilerini ifade fırsatını değerlendiriyorlar. Çalışanlar ise geçimlerini gazeteden sağlasalar da, ticari sektörde göstermeyecekleri bir sabır ve özveriyle işlerini sürdürüyorlar. Basım ve dağıtıma gelince, işte burada toplumsallaştırılmış piyasadan acımasız piyasaya geçmek zorunda kalıyor BirGün.

Gazete yöneticileri hatalarıyla, sevaplarıyla, yaptıkları işi toplumsal bir amacın gerçekleştirilmesiyle açıklıyorlar. Hiçbir zaman maliyetin üzerine kâr koyma düşünceleri olmayacak. Olanaklar gazetenin geliştirilmesi için kullanılacak. Gazetenin ortakları da hisselerinden kâr sağlamak için değil, toplumsal bir kaygıyla para koymuşlar. Gazete ayakta kaldıkça kendilerini gerçekleştirdiklerini hissediyorlar, sorunlar yaşandıkça hesap sorma haklarını kullanıyorlar.

Okurlar mektuplarla, e-maillerle, fakslarla başka okurlardan daha aktif bir biçimde denetliyor, sorguluyor, eleştiriyor, her şeyden önce özne olma sorumluluğunu hissediyor. Herkes BirGün’ü, kolektif bir entelektüel ve politik pratik olarak görüyor. Bazen yorucu da olsa, hiçbir piyasa gazetesinde düşünülemeyecek kadar canlı bir iletişim ortamı var.

Evet, BirGün de kendi dışındaki piyasa koşullarından, örneğin kağıt fiyatlarındaki oynamalardan etkileniyor. Reklam gelirlerine gerek duyuyor. Sonunda diğer gazetelerle aynı raflarda sergileniyor, nakit parayla alınıyor. Ama serbest piyasanın baskısıyla, toplumsal piyasanın olanaklarının iç içe geçtiği bir yaşam sürüyor.

Tahayyül ettiğimiz gelecek dünyası, “piyasa toplumu” da olmayacak “bürokratik toplum” da. Piyasalar dönüşecek ve toplumsal köklerden beslenecek. Toplumsallaşmış piyasanın önündeki engeller kaldırılınca daha fazla insan BirGün’ün üretimine katılacak, tiryakiler gazeteyi okumaya daha fazla zaman ayırabilecek, her şeyden önce herkesin BirGün’ü satın almaya gücü yetecek.