Toplumun aşısı ‘dayanışma’

HÜSEYİN TURAN

Virüs sebebiyle deprem gerçeğini bir süreliğine mecburen öteleyerek en kutsal sığınağımız olan evlerimize kapandık. Umarım bu günler ve sonrası olası deprem için önlemleri almanın önemini de hatırlatır. Eminim ki, bizim gibi birçok aile de aldığı karar ve geliştirdiği bilinçle, zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamaya özen gösteriyordur. Bu günleri atlattığımızda, alışmak istemediğimiz bu durumu zorunlu ve itaatkar bir ‘alışkanlığa’ dönüştürecek tüm sistemleri de şimdiden reddediyorum...

İlk günlerdeki kısıtlanmışlığın verdiği hüzün/öfke karışımı duygularla baş etmek zorlasa da, verim alınabilecek gerçek ve değerli zamanlar olduğuna dair kanaatim de giderek güçlendi. Gerçekten dışarıda olmanın ne denli değerli olduğunu bundan yoksun olunca anlıyoruz... Bu süreçte bizleri en çok etkileyen şey ise belirsizlik maalesef. Okula şevkle giden çocuklarımızın bu belirsizlik haliyle baş edemedikleri anlara da tanık oluyoruz.

Daha önce zaman ayıramadığım gerek hobilerim gerekse mesleki anlamda eksik bıraktıklarımı tamamlamanın tam da zamanı diyerek günlerin daha hızlı ve hazlı geçmesini kendi adıma sağlayabildiğimi düşünüyorum. Her gün rutin hale gelen kahvaltı, spor, ufak tefek işleri saymazsak nicedir okumak istediğim kitaplara da zaman ayırabilmek güzel bir duygu. En önemlisi de körelmemek adına, mesleki açıdan yıllarca biriktirdiğim melodilerimi toparladım. Bu süreçte ürettiklerimi, gelecek güzel günlerde paylaşabilmeyi umuyorum.

Evine kapanan herkes gibi benim de bu zorunlu zor günler için kişisel gözlemlerim var. Özellikle sosyal medya ve diğer mecralardan insanların gerektiğinde nasıl bir dayanışma, yaptırım ve otokontrol gücüne sahip olduğunu görmek umudumu tazeledi. Bu arada sağlık çalışanları için başlatılan alkış eylemini çok olumlu buldum. Çok anlam yüklemiş olabilirim ama bu sayede günlerdir dışarı çıkmayan/çıkamayan insanlar, en azından sokak/mahalle ölçeğinde, sosyalleşme ihtiyacını da karşıladılar ve her alkış sesi virüse, siyasi erke, dünyaya aslında buradayım, insanım ve insanca yaşamak istiyorum çığlığının sesiydi...

Hepimiz için hayal bile edilemeyecek distopik günler yaşıyoruz virüs ‘sayesinde’. Bu virüsün devrimci olduğunu düşünenlerdenim. Yoksa dünyada süregelen ekonomik sömürü düzenini, mikroskopla bile zor görülebilen ve öngörülemez bir anda ortaya çıkan, başka ne şaşkına çevirebilirdi ki… Neyse ki bilim var; Umuyorum ki bilim insanları en kısa zamanda bu virüse karşı aşıyı geliştirip bizleri bu belirsizlikten kurtarırlar.

Elbette gelişen olayları irdelediğimizde, belirsizliğin de etkisiyle, kırılganlığa müsait halimiz, aklıselim ile gönüllü bir kuşku hali arasında salınıp duruyor. Yeniden hayata ve sosyal ortama karıştığımızda, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi görünüyor ve umarım bu insanlığın yararına olacak şekilde evrilir. Daha önceki alışkanlıklarımız, bakış açılarımız, insan ilişkilerimiz, kültürel etkileşimimiz vs. gözle görülür bir şekilde değişecek gibi görünüyor.

Dünyaya, doğaya insan eliyle verdiğimiz tahribat, umuyorum ki ödediğimiz bu ağır bedelle bir uyanışa neden olur.

Olası olumsuz bir duruma karşı, bizim de toplum olarak geliştirebileceğimiz bir aşı olmak zorundadır; bu da ‘dayanışma’dır... Devlet öncelikle salgın konusunda şeffaflık beklentimizi göz ardı etmeden; açlığa, yoksulluğa karşı insanları güvence altına alıp ‘Evde kal’ sloganını pekiştirecek adımlar atmalıdır. Ödediğimiz vergilerin böylesi zor günlerde işe yarayıp yaramadığını da anlayabiliriz doğal olarak.

Salgın politikası oluşturulurken, toplum için önce patronların taşın altına elini koymalarını sağlamak ve ekonomik olarak zorda olan insanları bir an önce rahatlatmak, virüsle mücadele konusunda etkili bir motivasyon oluşturacaktır. Yani yurttaş bu belirsizlik halinden sıyrılıp özgüvenle evinde oturup virüsün yayılımını yavaşlatabilir.

Bu badireyi er ya da geç atlatacağız, dileğim şu ki, sokağa ‘aydınlanmış’ bir toplum olarak çıkabilelim, derviş misali; eskiden derviş adayları 40 gün boyunca çilehaneye kapanıp (hepsi başaramasa da) çoğu oradan dervişliğe adım atıp, kâmil insan olarak çıkarmış...

Bizler de; bu zor günleri evlerimizde yeterince verimli geçirebilirsek, tıpkı birer tomurcuk gibi bahar coşkusuyla patlayıp etrafa hoş kokular yayan bir çiçeğe dönüşebilir ve aydınlığımızla hem kendimize hem de birlikte yaşadığımız toplum ve dünyaya ışık saçarız. Kriz/fırsat diyalektiğiyle, sömürüden kurtulmuş olarak, yepyeni adil bir baharı yaşamak dileğiyle...