Topyekûn saldırıyı durduran güç: Toplumsal mücadele

Gamze Taşcıer
(Ecz.,CHP Ankara Milletvekili/Parti Meclisi Üyesi)

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’ni “Revize edeceğiz” dediğinden bu yana altı ay, Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un “Çıkarız” dediğinden bu yana da bir buçuk ay geçti. Bu cümleler kurulduğundan, özellikle sözleşmeden kesin olarak çıkılma arzusunun dillendirilmesinden bu yana, kadınlar büyük bir mücadele gerçekleştiriyor. İktidarın her zaman yaptığı gibi önce kamuoyunu yoklama, duruma göre ilerleme stratejisi ile bir kez daha karşılaşırken kadınların mücadelesi, Saray'ın, kadınların elde ettiği haklarda çok keskin bir geriye gidişe yol açacak adımı bir türlü atamamasını sağladı.

Bu süreçte kadınlara her yönden saldırılar da sürdü. Gazete köşelerinden hakaretler de duyuldu, sosyal medyadan küfür edenler de görüldü. Bir yandan kadın cinayetleri hızla sürerken bir yandan da kadınlar eylemlerde “Kolunu kırın” talimatlarıyla şiddete uğradı. Kadınların kararlılığını şiddetle kırabileceklerini sananlar çok uğraştı. Şiddete karşı sözleşmeyi savunan kadınlar Ankara’da, İzmir’de ve pek çok ilde yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Ama kadınlar, bu coğrafyada kazanılmış haklardan geriye gidişin nerelere vardığını biliyor. İşte bu yüzden bir adım dahi geri adım atılmadı. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, özellikle Türkiye’de, kadınlar için hava kadar, su kadar değerli, önemli ve hayati.

Kadınların örgütlü mücadelesi bizlere tekrar bir gerçeği net biçimde gösterdi. Türkiye’nin sorunları karşısında, kazanılmış haklara yönelik saldırılarda ve yeni hak mücadelelerinde, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, dernekler ve platformlar bir arada olduklarında gericilik adım atamıyor, yeri geldiğinde yeni haklar kazanılıyor. Bunun örneğini yine büyük bir mücadele birlikteliği ile karşı konulan ve iktidara geri adım attırılan “çocuk istismarcılarına af” düzenlemesinde görmüştük.

Demokrasilerde muhalefet partilerinin çok önemli görev ve işlevleri var. Ancak sorunlar karşısında siyasi partilerin yalnız kalması, topyekûn saldırılara karşı zorlanılmasına yol açıyor. Hâlbuki demokratik mücadele toplumsallaştığında, demokratik siyaset içerisinde yer alan tüm katmanların katılımıyla verildiğinde başarıya ulaşıyor. Bu anlamda kadın hareketinin, saydığım tüm katmanların toplumsallaşan mücadelesiyle, Türkiye’de giderek artan kadın düşmanlığına karşı durması son derece etkili oluyor. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik gerçekleşen gerici saldırıda duraksanması ve karar toplantılarına devamlı ertelemeler gelmesi, işte bu toplumsal mücadelenin eseridir.

Bu noktada ifade edilmesi gereken çok önemli bir nokta daha var. İçinde bulunduğumuz dönemde, sosyal medyanın hak mücadeleleri açısından önemi artık asla yadsınamaz. Ancak kabul etmek gerekir ki sosyal medyanın kitlelerin tepkilerini soğuran bir yanı da var. Elbette belli başlı konularda sosyal medyadan yükselen tepkilerle, kalıcı sonuçlar olmasa da tekil sorunlara karşı başarı elde edildiği oluyor. Ancak böylesi topyekûn saldırılara karşı yalnızca buradan ses yükseltmek yetmiyor. Sözleşme mücadelesinde de gördük ki; sadece sosyal medyayı kullanan değil, sosyal medyayı da kapsayan bir toplumsal muhalefetin oluşturulması, sokaklarda demokratik eylemlerle, kampanyalarla, toplumu bilinçlendirmeye yönelik adımlarla birleşen bir eylemlilik, başarıyı getiriyor.

Ben tüm kalbimle inanıyorum ki, bu mücadele azmiyle, bizler için hayati olan İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıları bertaraf edecek, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı bir Türkiye’yi inşa edeceğiz. Yaşasın kadın dayanışması!