BirGün, “Ozan” Arif diye de bilinen Arif Şirin’in ölümünü “Ozan Arif öldü” diye verince yandaş medya bunu “BirGün gazetesi Ozan Arif üzerinden nefret kustu” diye haberleştirdi. Ne söylüyorlarsa tam tersini yapmayı ve ne yapıyorlarsa tam tersini söylemeyi, dolayısıyla nefret kusma işini de en iyi kendilerinin bildiğini bir kenara bırakırsak, ne denmesini bekliyorlardı acaba, nasıl verilecekti […]

BirGün, “Ozan” Arif diye de bilinen Arif Şirin’in ölümünü “Ozan Arif öldü” diye verince yandaş medya bunu “BirGün gazetesi Ozan Arif üzerinden nefret kustu” diye haberleştirdi. Ne söylüyorlarsa tam tersini yapmayı ve ne yapıyorlarsa tam tersini söylemeyi, dolayısıyla nefret kusma işini de en iyi kendilerinin bildiğini bir kenara bırakırsak, ne denmesini bekliyorlardı acaba, nasıl verilecekti haber?

Uğur Mumcu için şöyle demiş mesela “Ozan” Arif: “Yedi nice ülkücünün etini/buna rağmen oynatıyor atını/daha hâlâ ‘Uğur Mumcu’ itini/yazdıran kuvveti bilmek istiyom.” Aziz Nesin için ise Sivas Katliamı’ndan sonra şunları yazmış: “Laflarını tart köpek/Yoksa katlin şart köpek/Seni seni kart köpek/vay namussuz vay, vay!”

Örnekler çoğaltılabilir, Ecevit ailesi için, Erdal İnönü için, Cumhuriyet için, Hrant Dink’in katli için yazdıklarını sıralayabiliriz ama gerek yok. Faşist sanat bile bazen estetik birtakım ürünler yaratabilir ama nefret cümlelerinin kafiyeli bir biçimde alt alta sıralanmasına ve ilkel bir formda bestelenmesine kimse “sanat” diyemez, ozanlığın da bununla uzaktan yakından alakası yoktur.

Arif Şirin’i tarihsel bir figür olarak görmemizi gerektiren şey “sanatçılığı” değil, mensubu olduğu hareketin Türkiye’nin siyasal hayatındaki yeridir. Arif, Bahçeli’yle kişisel kavgasını bir kenara bırakırsak, ülkücü hareketin söylem ve eylemlerinin arkasında durdu hayatı boyunca ve “sanat”ını da o duruş belirledi.

Nedir o söylem ve eylemler? Biliniyor: Türkiye’nin Sovyet emperyalizmi tarafından işgal edileceği, bunun için solcuları işbirlikçi olarak kullandığı ve ülkücülerin de bu işgale karşı direndikleri, bunun için ellerine silah aldıkları…

Tam da buradan yola çıkarak, 12 Eylül öncesi, şimdi adlarını buraya sığdıramayacağımız aydınları, gazetecileri, yazarları, bilim insanlarını öldürdüler. Ev baskınlarında, kitle katliamlarında, pusularda bu ülkenin en aydınlık yüzlü çocuklarını katlettiler. Sadece sosyalistleri değil, yüzü sola dönük CHP’lileri de hedef aldılar, CHP’li siyasetçileri vurdular.

İşte zaman zaman kurt işareti de yapmaktan kaçınmayan Kılıçdaroğlu’nun, en ufak bir utanç duymaksızın kürsüden adını Pir Sultan’la, Âşık Veysel’le, Neşet Ertaş’la birlikte andığı kişi, böylesi bir siyasi hareketin en militan isimlerinden biriydi ve bundan da ölene kadar pişman olmamıştı.

Eğer Bahçeli’yle arası bozuk olmasaydı Cumhur İttifakı’nın ruhuna uygun bir şekilde “devlet töreni”yle uğurlanacak olan Arif’in cenazesine CHP’nin Millet İttifakı’ndaki ortağı İyi Parti’nin Genel Başkanı Akşener ve yine ittifakın Ankara adayı olan ülkücü Mansur Yavaş katıldı. Cenazede görsek şaşırmayacağımız Kılıçdaroğlu da kürsüden üzerine düşeni yaptı.

Arif’in cenazesi “zamanın ruhu”na müthiş bir şekilde denk düştü aslında. Ülkücü Yaşar Okuyan’ın CHP’ye katılmasından tutun da, CHP’li bir belediye meclis adayının Haluk Kırcı’yla poz vermesine ve oradan da Adana’daki bir üniversiteye Alparslan Türkeş adının verilmesine CHP’nin de “evet” demesine uzanan genişlikte bir denk düşüş.

Ama sadece bu da değil, Erdoğan’ın ilk kez “Türklük”ten bahsettiği, Binali Yıldırım’ın “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” dediği, Türk-İslam sentezi ideolojisinin düzen muhalefet partilerinin rejimle entegrasyonunu sağlayarak gerçek anlamda devlet ideolojisi haline geldiği bir denk düşüş.

Hem düzen siyasetinin topyekûn sağa çektiği hem de düzenin ve partilerinin giderek meşruiyet yitirdiği bir zaman dilimindeyiz. Bunun üzerine düşünmeye, yazıp çizmeye devam edeceğiz.