Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı her sınava giren bir öğretmen arkadaşım vardı. Özellikle yurtdışına öğretmen görevlendirme sınavlarını kaçırmayan bu arkadaşım, girdiği her sınavın yazılı aşamasında en yüksek puanı almasına rağmen mülakatta takılıp kalırdı. Yine de pes etmez sonraki sınavı ajandasına not etmekten geri durmazdı.

Arkadaşımın katıldığı son sınav, Fransa’da görevlendirilecek üç öğretmenle ilgiliydi. Yüzlerce aday arasından yazılı sınavda barajı aşan tek kişi o oldu. Üç kontenjanın tek kazanan adayı olarak elenmesinin söz konusu olamayacağını düşünürken her zamanki gibi mülakatta takıldı. Konuyu idari yargıya taşıdı ve mülakatın yok sayılmasını sağladı.

Bakanlık, mahkeme kararına uygun olarak süreci o noktadan devam ettirerek güvenlik soruşturmasını başlattı. Asker, polis, MİT ne kadar istihbarat birimi varsa Kadir’i “temiz” buldu! Fakat günler, aylar geçmesine rağmen sınavı kazandığı ülkeye öğretmen olarak gidebileceği bu arkadaşa tebliğ edilmedi. Kadir, işini politikacıya, bürokrata takip ettirecek biri değildi. Dosyasının müsteşarlıkta beklediğini öğrenir öğrenmez bir öğretmende bulunması gereken bütün nezaketini yanına alarak müsteşarın karşısına dikildi. Hakkında yürütülen soruşturmanın tamamlandığını, ancak uzun süre beklemesine rağmen görevin tebliğ edilmediğini söyleyerek gecikmenin nedenini öğrenmek istediğini anlattı. Müsteşar, “güvenlik soruşturmalarında sorun gözükmüyor, fakat benim kişisel istihbaratımdan geçemediniz” dedi arkadaşıma. Din ve milliyet Kadir için uyduruk kavramlardı; fakat ona rağmen babadan, atadan yadigâr saklama gereği duymadığı gibi övünç kaynağı olarak görmediği, kendisi yok saysa da devletin kayıttan düşürmediği “affedersiniz” bir Ermeniliği vardı. Müsteşarla görüşmesini anlatırken “kendimi Ermeni gibi hissediyorum” demişti Kadir, o yıl biriktirdiği hizmet puanlarını kullanarak bu tiksindirici ortamdan uzaklaşacağını umduğu Ermeni kilisesi olan bir köye tayin isteyerek Ankara’dan ayrıldı ve bir daha da sınava girmedi.

•••

Kadir’in başına gelenin bugün herhangi birimizin başına gelmesi için “affedersiniz Ermeni” olmak gerekmiyor, AKP’li olmamak yetiyor!

Yazılı sınavlar, sınava katılanlara eşit uygulanarak fırsat eşitsizliğine meşruiyet sağlardı; sözlü sınav denilen mülakat, mülakatı yapanın sınava katılanlar arasından kendine göre kimin eşit olacağına karar verdiği sistemin adıdır. Devletin bu yönteme tevessül etmesi, elediği adaya açıkça seni yurttaş olarak tanımıyorum demesidir.

Hükümet yazılı sınavlarda taban puanı düşürerek, bir yandan mülakatı belirleyici seçme yöntemi haline getiriyor öte yandan yazılı sınavda başarı gösteremeyen yandaş adaylarına huzura çıkabilme şansı tanıyor. Kamu kadrolarına alacağı personeli (yakında okullar arası geçişe de mülakat gelirse şaşırmayın) mülakatla belirleyen islamcı iktidar, kelimenin tam anlamıyla toplumu makbul olan olmayan olarak ikiye bölüyor.

Sorun, iktidarın kendi makbul anlayışıyla devlet için makbul olanın yer değiştirmesi değil sadece; asıl sorun, iktidardan ayrıcalık talep etmenin olağan toplumsal davranışa dönüşmesidir. Öyle ki torpilci iktidarları değiştirseniz bile kolay kolay değişmeyecek bir dönüşüm bu.

Kayırılan veya kayırılma talebinde bulunan, her durumda başkasının hakkına tecavüz etmiş olur. Ciddi ruhsal ve sosyal baskı karşısında kişi yerini aldığı kişinin vatan sevgisinin; milliyetinin, inancının, kültürünün; olmadı cinsiyetinin, yaşam tarzının, boyunun posunun, saç renginin oraya layık olmadığını iddia ederek rahatlatır kendini ancak. Seçimi yapan ona öyle öğretir çünkü. Aksi halde bir insan hakkına tecavüz ettiği kişinin yüzüne nasıl bakabilir! Hele kayırılarak görev verilmiş kişi bir de öğretmense… Bu kişi öğrencisine samimiyetle ahlaktan, haktan, hukuktan, adaletten söz edebilir mi? Diyelim ki torpilli yargıç, polis veya asker; adaleti işe başlarken katletmiş bir meslek mensubundan adil davranmasını bekleyebilir misiniz?