Trafik, Entegrasyon, Kollektivhaftung ve Berlin üzerine

EGEHAN ÜNLÜ – BERLİN

Geçen hafta Berlin basınına düşen bir video süregelen tartışmalar alevlendirdi. Videoda bir düğün konvoyuna ait olduğu düşünülen arabanın kalabalık bir kavşakta spin attığı, arabanın etrafındaki birkaç kişinin de Türk bayrağı salladığı görünüyor. Diğer araçlar ise ters yöne girerek trafiği birbirine katıyor. Olay esnasında birçok trafik kanununun çiğnendiği, birçok insanın hayatının da tehlikeye atıldığı aşikâr. Polisin konuda soruşturma başlattığı ve araba sahiplerinin tespit edildiği alınan bilgiler arasında. Ancak olayın bir asayiş sorunu olmaktan çıkarıp Almanya’daki Türkiye kökenlilerin entegrasyonu sorununa çekmeye çalışan sesler de az değil.

TRAFİK

Trafik insanların, malların, veriler ve enerjinin yer değiştirmesi olarak tanımlanabilir. Ancak trafik aynı zamanda toplumsal kuralların yaşandığı, etkinliğinin denendiği, eleştirildiği ve üzerinden aidiyet sınırlarının çizilip kültürel kodların tanımlandığı en önemli toplumsal alanlardan biri olarak da karşımıza çıkıyor. Dünyanın herhangi bir ülkesini ziyaret eden insanların o ülkeyle ilgili akıllarında kalan önemli tecrübelerin bu ülkelerdeki trafik işleyişiyle olduğu, özellikle Türkiye’den gelen bizlerin de “Batı medeniliğini” trafikteki kuralcı ve insana saygılı yaklaşımla özdeşleştirdiğimiz de söylenebilir. Nitekim ülkeler arası yapılan araştırmalar da ülke sınırlarıyla tanımlanan kültürlerin, sürücülerin trafikteki davranışlarını etkilediğini kanıtlar nitelikte. Bu kapsamda trafikte kurallara uymayanların sadece basit bir kural ihlali yapmadığı, trafikte yaşanan büyük küçük her olayın yukarıda bahsettiğimiz alanlarda çıkarsamalara yol açması anlaşılır hale geliyor.

ENTEGRASYON

Düğün konvoyları Türkiye’de olduğu gibi Almanya ve diğer birçok ülkede trafiği tehlikeye atıyor. Batı Avrupa’da özellikle Türkiye kökenli göçmenlerin yer aldığı bu konvoylarda yaşanan kazalarda mal hatta can kayıpları yaşanıyor. Benzeri her olay ise Almanya’daki Türkiye kökenlilerin entegre edilebilirliği üzerine tartışmalara malzeme olmaya devam ediyor. Son yaşanan olay da sosyal medya da benzer tepkilerle karşılaştı. Örneğin ırkçı parti AfD Berlin örgütü hesabında olayın görüntülerini “Bu İslami düğün gelenekleri yoldan sapmış kötü adetlerdir ve bu ülkede yeri yoktur” başlığıyla verdi. Hazırlanan videodaki görüntülere “Türkler caddeyi yarış pistine çevirdi. Agresif, tehlikeli ve insan onurunu hiçe sayan… Bu kültürün Almanya’da yeri yoktur. Entegrasyon başarısız olmuştur, suçlular cezalandırılmalı hatta gerekirse sınır dışı edilmelidir” cümleleri eşlik ediyor. Hatta olayın 2016 yılında IŞİD sempatizanı bir teröristin Noel pazarına girip 12 masum insani katlettiği yerin yakınlarında olmasına bile atıfta bulunuyor. Sosyal medyada yapılan birçok yorum da bu yönde. Homojen bir toplum hayalinin peşinden koşan AfD’nin seçmenine hitap etmek için kullandığı bu dışlayıcı dili olumlayan Türkiye’den gelen yorumlar ise dikkat çekici. Videonun yayınlandığı başka mecralarda yapılan Türkçe yorumlar ise “bizi Avrupa’ya rezil ediyorlar, imajımız zedeleniyor” ile başlıyor ve olayı kültür(süzlük)le açıklıyor. Bu tip yorumların alt mesajı ise Almanya’da yaşayan birçok Türkiye kökenlinin gerçek Türkiye’yi yansıtmadığı iddiası üzerinden kurulan bir kimlik anlatısı.

KOLLEKTİVHAFTUNG YAKLAŞIMINDAN UZAKLAŞMAK

Olayı gerçekleştirenlerin öncelikle Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin konumuna verdiği zarar aşikâr, yaptıkları suçun cezasını da çekmeleri konusunda bir uzlaşı mevcut. Ancak hukuk devletinin temelinde yatan suçun bireyselliği ilkesinin göz ardı edilip, bu ve belki de onlarcası gerçekleşen benzeri ihlalleri Almanya’da yaşayan 3 milyondan fazla Türkiye kökenli insana atfeden söylemin de toplumsal yaşama verdiği zararı görmekte yarar var. Ne mutlu ki bu söylemi benimsemeyen birçok ses de Alman kamuoyunda da çokça mevcut. Ancak özellikle Türkiye’de yaşayanların bazen de Türkiye’deki antidemokratik rejimin sorumlularından gördükleri Almanya’daki Türkiye kökenlilere bakışında, sıkça başvurduğu bu indirgemeci yaklaşımın sorgulanması özellikle gerekmekte. Almanya’daki toplumda kilit yer sahibi olmuş veya halen olan Belit Onay, Sinan Selen, Canan Özoğuz, Vural Öger gibi tanınmış isimlerin yani sıra okuyan, çalışan, çalışmayan, emekli olan, sanat yapan, sporla uğraşan milyonlarca Türkiye kökenli insanı da göz önünde bulundurmak, Kollektivhaftung (suçun bireyselliğinin reddedilip, bir gruba atfedilmesi) yaklaşımından uzaklaşmakta hepimiz için bir reçete olabilir. Ayrıca Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin hem başarıları hem de başarısızlıklarına kendi kimlik tanımımızda atfettiğimiz önemi de sorgulamak da hepimizi özgürleştirebilir.