Trafo ve ötesi

NERMİN YILDIRIM- info@nerminyildirim.com

“Hepsi aynı çöldeydi ve vaha herkese yeterdi. Ama onlar, uğruna birbirlerini kestikleri suya kan karıştırdılar.”

“Bu ne?”

Elindeki kalemi sallayarak cevap verdi.

“İnsanlığın kısa tarihi. Eh, onlar bizim hakkımızda habire atıp tutarken iyi. Ben de ‘benim insanlarım’ diye bir eser neşredip bunu da önsöze koyayım diyorum. Nasıl ama?”
Bıyıklarını öyle muzipçe titretti ki ciddi mi yoksa dalga mı geçiyor anlayamadım. Dedem Pertev Mırnav Bey tuhaf adamdı. Yazarlığı yoktu ama torunlarına hikâye anlatmaya bayılırdı. Bilhassa insanların acayipliklerine dair hikayeler…

Dediğine göre aralarında “bunların ciğerini bilecek kadar çok” mesai yapmıştı. Gençliğinde Beyoğlu’nda bir kitapçıda çalışırmış. Bütün gün alt alta üst üste yuvarlandığı kitapların tozunu almakla yetinmemiş, eline ne geçirdiyse okuyup hatmetmiş. İşte ömrünün o deminde, kalanında anlatacak sergüzeşti de biriktirmiş.

Önündeki aslan sütünden -niyeyse böyle diyordu içtiği süte- koca bir yudum alıp anlatmaya koyuldu.

“Hoş bunların kitabını yazmaya kalksam çevirdikleri dümene mürekkep yetmez. Bize numaracı derler ama asıl kendileri habire dolap çevirirler. Mesela manitalara şirin görüneceğim diye ortalıkta neşe palamudu gibi şen şakrak gezinirler. Seni kucaklar, sarılıp öper, yani afedersin karnını bile kaşırlar. Sonra piyasada poz kesecek kimse kalmayınca da anında tekmeyi basarlar. Maksat manitalar oynaşta görsün. Çaktın köfteyi?”

Lisanımızda “anladım” manasına gelecek biçimde kuyruğumu iki yana salladım. Dedem de önündekinden kallavi bir yudum daha çekip dilini şaklatarak şevkle devam etti.

“Bizim için nankör de der bu kıtıpiyoslar. Tabii esas kendileri dakikasında satar adamı. Gece salondan tıkırtı mı geldi, lütfedip neticesini kaldırmaz da, yattığı yerden tespit yapar; kedidir kedi. Mutfakta et mi bitti, kabahatli belli; kedi eti yedi. Bunların çoğu kalın kafalı, daha çoğu da kafasızdır. Yahu, Dönüşüm’ü fabl türünde sanıp Gregor adlı bir böcüğün serüvenleri diye okuyanını gördüm ben, düşün artık!”

Göbeğini hoplata hoplata gülüp önündekinden bir yudum daha aldı. Sek içiyordu. Böyle lıkır lıkır götürürse kesin dokunacak diye geçirdim içimden ama bir şey demedim. Söylesem kızar, hemencecik tırnaklarını çıkarırdı. Patilerini iki yana açıp uzun uzun gerindi. Arada ne düşündüyse azıcık yumuşayıp mırlayarak devam etti.

“Bakma şimdi, hepsi böyle taş kafalı, saman yürekli değil tabii. Aralarında çok güzel çocuklar da var. Sarılmayı bilen, sarılırken incitmeyen çocuklar… Zaten onlar da olmasa dünyada çekilecek çile değil bu insan dediğin. Akılları fikirleri katakullide. Katakulli deyince, sahi, bu hergelelerin trafo dümenini anlatmış mıydım ben sana?”

“Cık, anlatmadın dede.”

“Ha, bak o da güzel hikayedir, dinle. Yıllar evveldi. Dükkandaki işe yeni girmişim daha. O sıra bir seçim hengamesidir gidiyor. Bunlar toplaşmış gene bişeyler seçiyor. Bir adam vardı o zamanlar, na böyle fırça bıyıklı, eli maşalı biri. Geçmiş zaman, adı hatırımdan çıkmış. Neyse işte onun son demleri… Seçim bitmiş, oylar sayılıyor. Dükkandaki herkes ya oylar çalınırsa diye pireleniyor. Ama hiçbirinin mabadını kaldırıp bir şey yaptığı da yok ha, anca oturdukları yerde boş beleş konuşup hayıflanıyorlar. Dükkanda radyo açık, bir yandan an be an sonuçlar dinleniyor filan. Derken bir haber geldi, sayımın en netameli anında bir yerlerde elektrikler gitmiş. Dükkandakiler fırça bıyık ve şürekâsı oyları indiregandi yapacak diye nasıl saç baş yoluyor. O ara bir baktım, ulan radyo benden bahsetmiyor mu?”

“Nasıl yani senden?”

“Basbayağı benden. Beni tarif ediyorlar, bizi yani.

“Bizi kimi?”

“Bizi bizi, ceddimizi! Radyoda verilen tarife hepimiz tastamam uyuyoruz. Hemen diktim kulakları duyayım diye. Duymaz olaydım! Ne iftiralar, aklın şaşar. Güya işimiz gücümüz yokmuş gibi kalkmışız trafoya girmişiz, orada dümenler çevirmişiz, elektriği kesmişiz. Bunlar artık arada ne halt ettilerse gene ihaleyi bize yıkıverdiler, iyi mi?”

“Eee ne oldu sonra?”

“Ne olacak kimse yemedi tabii. Bize mi inanacaklar o üç günlük fırça bıyıklara mı?”
“Ha, iyi bari.”

“Ama biz bu işi namus meselesi yaptık. Yılların kedisi, bıyıkların efendisiyiz neticede, bu yamuğun altında kalmadık.”

“Ne yaptınız dede, tırmık filan mı?”

Dedem ağzını büzerek taklidimi yaptı.

“Ne yaptığınız dede, tırmık filan mı?” Sonra da tüylerini kabartıp terslendi.

“Ne tırmığı be, tırmık babandır! Tek başına tırmık yetse, evvela çiftçiler devrim yapardı. Bizim zamanımızdaki televizyon dizilerine yetişsen bilirdin; intikam soğuk yenen bir mamadır torun.

aksıyı çalıştıracaksın. Sen misin adımızı lekelemeye kalkan deyip alttan alta örgütlendik. Trafo ve ötesi diye bir dernek kurup hiç renk vermeden sonraki seçimleri bekledik. Seçim günü gelip çatınca da tekirler, sarmanlar, siyamlar, vanlar, ankaralar, aklına kim gelirse işte, kenar mahallelerin çöplüklerinden, afili sitelerin fırfırlı minderlerine kadar her yerdeki kediler yollara düştük. Hayat böyledir; yeri geldi mi el ele tutuşmayı bilecek, öyle diken gibi birbirine batmadan safları sıklaştırmayı öğreneceksin. Görecektin torunoviç, o gün nasıl kedi kaynıyor sokaklar. Sanırsın dünyanın bütün kedileri birleşmiş, ilk kedi enternasyonali de burada yapılıyor. Neyse işte, biz bir araya geldik, memleketin bütün trafolarını kendi aramızda üleştik. Sonra da üçerli beşerli gruplar gittik yattık trafoların önüne, sabaha kadar nöbet tuttuk. Bir Allah’ın kulu içeri giremesin diye. Kuş uçurmadık be, kuş uçurmadık! Sabahlara kadar ne şarkılar türküler…”
Dedem omuzlarını titrete titrete mırlamaya başladı.

“Trafoya taş koydum a canım, trafoya taş koydum. Ben bu yola baş koydum, ben bu yola baş koydum.”

Sonra kadehin dibindeki son yudumu kafasına dikip iç çekti. “Ahh be, ne günlerdi!”

Hikaye bitmiş gibi davranıyordu ama bana kalırsa en mühim şeyi henüz söylememişti.

“Eee ne oldu peki, seçimi kazandınız mı?”

Yüzüme bakıp kulaklarını oynattı.

“Evladım manyak mısın? Kediyiz biz be, neyi kazanacağız? Seçime kim girdiyse o kazansın. Biz sadece kaybetmedik.”

Hayatta kazanmak değil de kaybetmemek gibi bir amaç olabileceğini daha önce hiç düşünmemiştim.

“Neyi kaybetmediniz?”

“Mesela bugün şaşkaloz torunlarımıza ben de oradaydım, o trafonun başında nöbet tuttum, senin istikbalin için üstüme düşeni yaptım diyebilme şerefini. Çaktın köfteyi?”

Kuyruğumu iki yana salladım. Dedem gülümseyip cüzdanından çıkardığı banknotu uzattı.
“Hadi bu kadar hikâye yeter, kerataspor. Şimdi köşedeki tekelden bir büyük sek süt kap getir bakalım. Üstüyle de kendine yumak mumak alırsın.”

Yumağı duyunca Tarkan’ın kurdu gibi atıldım. Tam kapıdan çıkarken arkamdan seslendi.
“Bana bak, az evvel bahsettiğim o fırça bıyıklının adını biliyor musun sen?”

“Yoo” dedim. “Kim ki o?”

Ortalığı çınlatan kocaman bir kahkaha patlatıp göbeğini hoplata hoplata cevap verdi.

“Boşveeer, kedidir kedi. Hadi bir koşu kap getir benim büyüğü. Yalnız çıkarken kapıyı iyi çek, sonra hırsız arsız girmesin!”