ANIL VARLI Polisiye severlerin ilgiyle takip ettiği Cenk Çalışır altıncı romanı ‘Beria’, iç savaştan kaçarken insan tacircilerinin eline düşen anne-kızın trajik hikâyesini anlatıyor. Okuyucuya insanlığını tekrar tekrar sorgulatacak ‘Beria’yı yazarı Cenk Çalışır ile konuştuk. • Yazım sürecini konuşmazdan önce Beria’yı yazmaya nasıl karar verdiğinizi öğrenmek istiyorum. Beria altıncı romanım. Önceki her çalışmamda farklı bir duyguya […]

Trajik mülteci hikâyesi

ANIL VARLI

Polisiye severlerin ilgiyle takip ettiği Cenk Çalışır altıncı romanı ‘Beria’, iç savaştan kaçarken insan tacircilerinin eline düşen anne-kızın trajik hikâyesini anlatıyor. Okuyucuya insanlığını tekrar tekrar sorgulatacak ‘Beria’yı yazarı Cenk Çalışır ile konuştuk.

• Yazım sürecini konuşmazdan önce Beria’yı yazmaya nasıl karar verdiğinizi öğrenmek istiyorum.

Beria altıncı romanım. Önceki her çalışmamda farklı bir duyguya yöneldim. O günlerde trajik bir konuyla okura dram yüklemek istiyordum. Birkaç konu için notlar tutuyordum ama yol alan bir şey de yoktu. Tam o sırada Aylan Bebek sahildeydi. Sonrasında mülteciler konusundaki dikkatim arttı. Demlenmesi birkaç yıl sürdü

• Yazımı ne kadar sürdü? Nelerden beslendiniz. Değindiğiniz çokça konu var romanda.

Demlenme sürecinde sürekli notlar alıyordum. Bu arada iki öykü kitabım yayımlandı. Beria’nın yazımı da birkaç yıl sürdü. Araştırmalarımın çoğu internet üzerinden oldu. Basında çıkan haberleri takip ettim. Mültecilerle yapılan röportajları, bitirme tezlerini, kamuya açık raporları okudum. Mültecilerin sorunlarına değinen filmler, belgeseller izledim. Roman gerçekliğe yaslanan bir kurguya sahip olduğu için, okura geçen etkisi güçlü oldu diyebilirim

• Öykülerinizi başlatan fikirler nasıl doğuyor? İlham perinizden konuşalım.

Bazen doğrudan konuyu alıyor, bazen alt metin olarak işliyorum ama bir mesaja hizmet eden eserler vermeye çalışıyorum. Her şey bir cümleyle başlıyor. Beni heyecanlandıran ve genişletmek, duyurmak istediğim bir cümle. Bu cümleyi bir duyguya yükleyerek anlatmaya çalışıyorum. Beria, önsözündeki ‘kaybettiğimizi ararken bazen öyle şeyler buluruz ki’ cümlesiyle başladı mesela. Sizin ilham dediğiniz şey bende konsantrasyon olarak tanımlı. Çünkü ilgi alanım bir yönde yoğunlaştığında, gördüğüm bir fotoğraf ya da resim, okuduğum bir haber, dinlediğim bir şarkı, bir cümle farklı bir kapı açabiliyor

• Her şey bir cümleyle başlıyor ama hepsi de polisiye birer kurguya dönüşüyor. Klişe olacak ama neden polisiye? Türe olan bu ilginiz nereden geliyor?

Biliyorsunuz yazarlığın ilk adımı okur olmak. Okumayı söktüğüm andan itibaren çok okuyan biri oldum diyebilirim. Kurgu dünyası beni hep heyecanlandırdı. Okumalarım aksiyonu, macerası, gizemi çok olan türlerdi. Durum bu olunca yazmaya niyetlendiğimde en keyif aldığım ve beslendiğim türde eser vermek olası bir sonuç bence. Bir diğer yandan suç insandan bağımsız ele alınamaz. Suçu işliyor olsak da polisiyenin ana konusu insandır. Polisiye edebiyat, insanın suçla temas ettiği yerdedir. Bu temas insanın en gizemli yanıdır. Buradan beslenmek, bu gizeme ışık tutmaya çalışmak çok heyecan verici.

• Evet ama sadece çok okumak ve heyecan duymak yetmiyor olsa gerek. Çünkü adli vakaların çözümü için uygulanacak yöntemleri, kullanılacak teknolojiyi, emniyet güçlerinin çalışma biçimlerini de bilmek gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda kendinizi nasıl geliştiriyorsunuz?

Adli tabiplikteki yenilikleri, zorlu cinayet çözümlemelerini anlatan belgesel programlar, bu konularda yazılmış kitaplar var. Adli makamlara hizmet eden birimlerin elindeki teknoloji de sürekli değişiyor. Bunları takip ediyorum. Suçlu ya da suçluların peşindeki insanların biyografilerini, hayatlarını konu alan eserleri okuyorum. Bütün bunların dışında internet dünyası da çok geniş bir bilgi kaynağı. Gerektiğinde Emniyet Teşkilatındaki dostlarımdan da yardım alıyorum.

Burada dikkat edilecek nokta zamanlama ve yöntemdir. Eğer 1970’lerde geçen bir suç öyküsü yazıyorsanız DNA’dan bahsedemezsiniz. Ya da bir cinayet soruşturmasını üç yüz sayfa anlatıp, romanın sonunda kül tablasındaki izmaritten katili bulamazsınız. Olay yerindeki izmarit, polisin incelemeye alacağı ilk delildir

• Polisiyenin bir denklem işi olduğunu söylerler. Bir muammayı sayfalarca işleyip, finalde okuru da şaşırtmak amaçlanır. O halde sebep sonuç ilişkisini kurarak mı yazmaya başlıyorsunuz?

Polisiye bir denklem işidir. Bu doğru. İlk tuğlayı koyduğunuzda duvarın nerede ve ne şekilde tamamlanacağını öngörmüş olmanız gerek. Yazarken ektiğiniz her şeyi finalde biçmiş olmalısınız. Bütün sonuçlar mantıklı bir nedenle okura ulaşmalıdır. Rüyasında katili gören bir dedektif, polisiye okurunu heyecanlandırmayacaktır

Yazmazdan önce ana konuyu birer paragraf bile olsa giriş, gelişme ve sonuç olarak şekillendirmiş, karakter dosyasını belirlemiş olurum. Cepte bunlar olmadan yolda kaybolacağımı düşünürüm. Yazarken finali değiştirdim, katil değişti diyebilirsiniz ama artık yazmaya niyetlendiğiniz ilk eserden konuşmuyoruzdur. Katil değişmiş ise bana göre öykü de değişmiştir.

• Karakterleri nasıl seçiyorsunuz? Tanıdığınız bildiğiniz kişileri mi yerleştiriyorsunuz romanlarınıza?

Kurguyu oluşturmaktan çok, karakterleri yaratmak keyif veriyor bana. Benim için yazarlığın hazzı tam da bu noktada. O an için o olmak duygusu. Onun gibi düşünmek, konuşmak ve davranmak. Bunları hayallemek, hissetmek ve yazıya dökmek. Bu nedenle tanıdığım bildiğim birileri değil hiç biri. Ama yazarken bilinçaltı neleri çıkartıyor bunu bilmek de pek mümkün değil.

• Polisiyede alışılageldiği gibi değil. Bir karakterle devam etmiyorsunuz. Her romanda farklı bir karakter oluşu bu nedenle mi?

Elbette nedenlerden biri bu ama bir de şu var tabi. Dedim ya her romanda farklı bir duyguyu öne çıkardım diye. Mizah işlediğiniz komik bir kahramanla trajedi yaratmak ya da zihinsel kurguya yönelip, okuru kendisiyle baş başa bırakmak pek mümkün değil. Böyle olunca kurgunun gereği kahramanın becerileri ve karakteri farklı oluyor elbet. Ama bu konuda verilmiş bir sözüm yok. Günün birinde Beria ile özleşirsek kaldığımız yerden devam ederiz. Bilmiyorum

• Hep kurgu mu olacak romanlarınız? Tarihten, gerçeklerden beslenen, bunları irdeleyen romanlar yazacak mısınız? Uğur Mumcu cinayeti gibi konuları romanlaştıracak mısınız?

Aslında bu belgeselcilerin işi. Bunun için çok başka bir donanım gerek. Araştırmacı gazeteci olmak gerek her şeyden önce. Ekibinizin olması, bu alanda size bilgi aktaracak kişilerin olması gerek. Devlet adına çalışan ya da karşı örgütlere mensup kişilerle irtibatınız olması gerek. Bu başka bir alan. Benim böyle bir donanımım yok. Dün yaşanmış, bugün yaşanıyor ya da gelecekte yaşanabilecek kurguları öykülüyorum. Akla ters ya da uzak değiller yani. Bu anlamda bir gerçekliğe sahipler. Bire bir değil ama olasılık dahilinde.