Geçen yılın son yazısı, dilekler iyi de, “elimizde neler var ve ne yapıyoruz”a baksak minvalinde bir yazıydı. Evet, 2016’dan dayak yemiş gibi çıkmıştık ama koşullar, 2017’nin daha iyi ve umutlu bir şeyler getireceği umuduna pek yer bırakmıyordu.

2017’nin karasının bu kadar çabuk, hemen yılbaşı gecesi geleceğini bilemezdim tabii. Bu kaçıcı yangın! Ölenlere ya da çocuklarının acısını yaşayan ailelere mi, yoksa “Ortadoğulaşan ya da Pakistanlaşan” ülkemize mi yanalım; bilemez olduk!

• Bu katliamı yılbaşı eğlencesine, yaşam tarzına bir saldırı olarak nitelendirenler haklılar tabii; böyle düşünülmesine yol açan örnekler çok. İktidarın bundan hoşlanmayarak, hemen, “böyle diyerek toplumu ayrıştırmayın” diye ağızları kapatmaya yollanmalarında da şaşılacak bir şey yok.

Ama bunları söyleyenlerin “Ali Kemal”e benzetilmesi var ki, bravo demek gerekmekte!

Yeni bir “istiklal” savaşı benzetmesine, “Ali Kemaller” yakışır yani!

• Reina’daki yetersiz güvenlik önlemleri, saldırganın rahatça oraya ulaşması, elini kolunu sallaya sallaya uzaklaşması ve hala bulunamaması konusu da, İçişleri Bakanı’nın verdiği kaç saldırı olasılığını önlendiği, kaç IŞİD’linin tutuklandığı haberleri arasında kaynadı gitti.

Konuşmayı, sorgulamayı ülke güvenliği için “zararlı” addedenlerin, yaşanan bunca katliam karşısında güvenlik güçlerinin aczini konuşmayı “zararlı” bulmalarına da şaşılmaz!

Trajedi mi, trajikomik mi, artık siz karar verin!

• Diyanet İşleri Başkanı’nın sözleri de ayrı konu! Katliam sonrası bu sözler çok eleştirildi ama “ülke laik olsa Diyanet İşleri Başkanı böyle laflar etmez; edemez” diyen pek çıkmadı. İslami referanslar almış başını yürümüş olduğundan, birçok şeyi olduğu gibi yılbaşının da dini açıdan değerlendirilmesine kimse şaşmadı diyeyim.

Hürriyet’te Abdülkadir Selvi, Başkan’ın bu sözlerini dünkü yazısında Atatürk ve İnönü dönemindeki bir hutbede söylenen sözlerle kıyaslamış. 1927 yılına ait hutbede, “karnaval ve yılbaşı kutlamalarında çok içki içildiği için o sırada anne karnına düşen çocukların aptal ve mecnun olduklarının görüldüğü” söylenerek nüfus artışına ihtiyaç duyulan ülkede bundan sakınılması istenmekte.

Bu ne perhiz bu ne lahana denmez mi şimdi! Birincisi, iler tutar yeri olmayan tek parti dönemi (iki sarhoşun yönettiği!), nasıl olur da bugünle kıyaslanır? İkincisi, dini açıdan pekala desteklenecek bir hutbe var ortada ve bunun, bakın, Atatürk döneminde bile hutbelerle topluma yön verilirdi yönünde kullanılması beklenirken...

Daha ilginci, Selvi, CHP’nin bu hutbe nedeniyle suç duyurusunda bulunup bulanmayacağını soruyor!

Trajedi mi, trajikomik mi bilmiyorum; ama yandaş medyada bu tür abes kıyaslamalardan sabıkalı çok yazar varken, Hürriyet’e geçerek ana akımın mümtaz yazarları arasına katılan Selvi’nin de onlara katılmasının bir anlamı olsa gerek!

Konu mühim; üstelik referandum geliyor; herkes silah başına mı demeli!

• Sabah’tan bir yazar ise, Türkiye’de Batılılaşma paradigmasının çöktüğünü söyleyerek, Türkiye’nin bir yandan vesayet sisteminin tasfiye edecek, öte yandan halk egemenliğini mümkün kılacak biçimde devletin yeniden yapılandırıldığını söylemekte.

Bu ülkede, kendilerinin de kullandığı üzere, başta anayasa gibi bütün kavram ve kurumlar Batı kaynaklı iken, Batılılaşmanın çöktüğünden söz etmek ne demek? Ne yani, Başkanlık Osmanlı’nın keşfi mi?

LAİKLİK ve DEMOKRASİ gibi çöken bir şeyler var kuşkusuz; ama bunu itiraf etmek değil, “varmış” gibi yapmaları görevleri!

Ve, vesayet diye belledikleri kurumları çoktan ellerine geçirdikleri gerçeği ortadayken... Asıl vesayet, bakanlardan başlayarak her kuruma “tek adam” tarafından yapılan atamalarla yaşanacakken... Ülke, OHAL ve KHK’larla yönetilirken...

Anlaşılıyor ki, akı kara, karayı ak göstermekteki ferasetlerinin sonu yok!

• Ve şu, Meclis’teki FETÖ soruşturması!!!

Bakan Bozdağ’ın kasım ayında yaptığı açıklamaya göre FETÖ soruşturması kapsamında 39 bin 378 kişi tutuklanmış. Soruşturma da, tutuklamalar da devam ediyor. OHAL de üçüncü kez uzatılmakta.

Kısacası biz, ne bu soruşturmaların ne de girdiğimiz bu karanlık girdabın sonunu görebiliyoruz!

Ama Meclis’te FETÖ Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu görevini tamamlamış!

Peki, FETÖ ülkenin her tarafında ve her makamında örgütlenirken görevde olan siyasiler soruşturulmuş mu? HAYIR!

Onlar kandırıldıklarını itiraf etmişler, sorumlulukları bitmiş!

Peki, sonuç ne; ne bulunmuş? HİÇ!

Komisyon Başkanı Petek’in sözleriyle, “alnı öpülesi Millet bu hayasız akını püskürtmüş!”

Özetle, çoklu gerçekler değil, gerçeğin ölümünü yaşamaktayız bu ülkede!

Aralık başındaki bir yazımda, tokat gibi acı gerçekleri örtmek ve bazı amaçlara hizmet etmek üzere, siyaset ve medya dünyasında sıklıkla “gerçeğin büküldüğünden” söz etmiştim. Yukarıdaki örnekler de bunu gösteriyor.

Bu koşullarda, özellikle muhalefetin sorması gereken önemli bir soru var: Yukarıdaki örneklerin de gösterdiği gibi, anayasanın, hukukun, yazılı ve yazısız değerlerin hiçe sayıldığı ve gerçeklerin bu kadar eğilip bükülerek yarı doğru-yarı yalan bir dünyanın yaratıldığı bir ülkede bunlarla mücadelenin yolu nereden geçer? Bunları sayıp dökmekle mi; yoksa bunlara karşı etkin bir güç odağı yaratmalarından mı?

Bir de önerim var onlara. Bugünlerde, gerçekten muhalefet olabilmek adına, başkanlık sistemine karşı koyabilmek adına ne kadar CHP eleştirisi varsa, onları okusunlar. Hatta, yalnız onları okusunlar. Belki, konuşmanın ötesinde yapacak şeyler bulurlar!