Tren komünist işidir!

1950’lerden beri Türkiye’yi yöneten sağ iktidarlar ona bu kafayla karşı çıkmış, Demokrat Parti iktidara gelir gelmez temelinde demiryolu olan 5 yıllık kalkınma planını çöpe atmış, ABD’den getirilen uzmanlara dayanarak karayoluna ağırlık vermişti.

Trene istediğiniz zaman binip istediğiniz zaman inemezsiniz, o bir yerden kalkar ve gideceği yere kadar durmaz. Oysa, karayolu öyle mi? Bin otomobile; dilediğin yerde dur, kalk, in, bin. Karayolu özgürlüktür!

AKP kendini hariç tutacak, hızlı tren falan diyecektir, ama trene hep böyle baktı sağ iktidarlar.

En son geçen gün AKP grubunda konuşurken, Erdoğan yine trenden söz etti. Yine diyorum, çünkü tren metaforunu tam da bugünkü bağlamda ilk kullanışı 2009 Martıydı sanırım. 2004’te AKP’den Şanlıurfa belediye başkanı seçilen A. E. Fakıbaba, 2009’da aday gösterilmeyince bağımsız aday olmuş, Erdoğan da 6 Mart’ta yapılan Şanlıurfa mitinginde “AK Parti treninden inen bir daha binemez” demişti.

Fakıbaba 2013’te o trene tekrar bindi ve şimdi birinci mevkide bakan olarak seyahat ediyor!

O yüzden, bugün birazcık dikenlerini gösteren güllerin, Salı günü söylenen; “Biz bu yola çıkarken ahdederek çıktık. Bu ahitle çıkarken de sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık. Bu trenden düşenler, düştükleri yerde kalırlar” şeklindeki sözlere bakıp fazla endişe etmesine gerek yok. Onlar aynı trenin yolcuları!

AKP treni “komünist” değil; sadece inenler tekrar binmiyor, birazcık gayretle o trenin yoluna en büyük taşları koyanlar bile binebiliyor!

İşte Bahçeli!

Ankara’nın tren garında canlı bombalar katliam yaptığında “Türkiye AKP’nin teröre sempatik ve sıcak bakışının, dış politikadaki tarafgir ve gayri milli yaklaşımın bedelini ödemektedir” demişti, ki “terör sempatizanlığı” ve “gayri millilikAKP’ye ve Erdoğan’a karşı söylediklerinin en hafifidir. O da şimdi, memnuniyetle buyur edildiği trende 2019’dan sonra da daha 5 yıl sürecek uzun yolculuğuna hazırlanıyor.

Şu net yani; makiniste itiraz etmeyip biat etmeyi kabul edenler, dün o trenin tekerine kaç kez taş koymuş olurlarsa olsunlar trene binebiliyor. Tek örnek Bahçeli değil ki, İçişleri Bakanı Soylu da var!

Erdoğan’ın düşeni düştüğü yerde bırakan “tren”i ile “Ailenin parçasıysan, ailenin bir üyesiysen, aile ile ilgili meseleyi ortaklıkta konuşmayacaksın” diyen Elitaş’ın “ailesi” aynı anlama geliyor ve zaten ikisi de Gül kapısına çıkıyor.

Tren” de “aile” de 2019’a giderken olağanüstü önem kazandı. Maazallah demiryolunda bir kaza olur, aile içi çatışma şiddetlenirse menzile ulaşılamaz. Demokrasilerde siyasi partilerin gayet doğal sayacağı “muhalefete geçmek” denilen böyle bir sonucu, kendini “tren”e ve “aile”ye benzeten partilerin hazmetmesi imkânsızdır.

Raylarını OHAL’le döşeyen bu trenin varacağı istasyon belli. Belli olan bir başka şey de memleketin en az yarısının ne o trene binmekten ne götürdüğü istasyonda inmekten yana olduğudur.

O trende inenler binenler kavgası süredursun -ki “Erdoğan, Gül’e savaş ilan etti” analizlerinden şiddetlenerek süreceği anlaşılıyor- asıl önemli olan trene binmeyi ve gittiği istasyonu reddedenlerin ne yapacağı.

Başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, o kesimlerin, 2019’daki kritik istasyona OHAL’de gitmeyi reddetmeleri şart. OHAL koşullarında yapılacak yolculuk ve seçimden sağlıklı bir sonuç çıkmaz.

O nedenle, KESK’in 14 Ocak’ta İstanbul Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda düzenleyeceği “OHAL Değil, Demokrasi” mitingini, AKP trenine binmeyi reddeden herkesin “Adalet Yürüyüşü” gibi görkemli ve etkili kılma görevi var.

Ana muhalefet partisi de, son durağı keyfiliğe dayalı bir tek adam rejimi olmayan, ülkenin bütün insanlarının eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşadığı, işsizliğin ve yoksulluğun yenildiği, kadınların çocukların taciz edilmediği, tertemiz ve yemyeşil bir Türkiye’ye giden trendeyse, kendi sesini olanca gücüyle “OHAL Değil, Demokrasi” diyenlerin sesine katmalı.

Bir tren yolcularını indire bindire gidiyor, biz öbür trene bakalım!