Yarın akşam Volkswagen Arena’da dinleyiciyle buluşacak olan Fransız müzisyen İbrahim Maalouf “Bence bir orkestranın içinde yer alan trompet, yemeğin içindeki baharatlar gibi. Biraz daha lezzet katıyor” dedi.

Trompet yemekte baharata benziyor
İbrahim Maalouf. (Fotoğraf: Boby Boby)

Işıl ÇALIŞKAN

Trompetiyle bastığı her notada duygudan duyguya götüren Lübnan asıllı Fransız müzisyen İbrahim Maalouf, Türkiye’deki dinleyicileriyle buluşmaya hazırlanıyor. Sanatçı bir ailede yetişen müzisyen, 26 yıllık müzik kariyerine 17 albüm sığdırdı. Caz, rap, dünya ve Orta Doğu müzik türleri arasında gezinen sound’uyla bilinen Maalouf, son albümü ‘Capacity to Love’ turnesi kapsamında yarın 21.00’de Volkswagen Arena’da sahne alacak. Maalouf ile müzik serüvenini konuştuk.

‘Capacity to Love’ isimli yeni albümünüzün hikâyesini dinleyerek başlayalım dilerseniz…

“Capacity to Love”, farklı olan insanları anlayabilmeyenin ne kadar önemli olduğuna dair bir mesaj. Bizim onları anlama kapasitemiz, onları sevme kapasitemiz demek. Şu an farklılıkla yüz yüze geldiğimiz her an ilk tepkinin zıtlaşma ve şiddet olduğu bir dünyada bu benim için en önemli mesele aynı zamanda. Yani bence, daha iyi bir dünyaya inanmanın anahtarı tamamen, farklı olan insanları anlayabilme, onlara anlayış gösterme ve sevme kapasitemizle ilgili.

HER ALBÜM YENİ BİR ARAŞTIRMA

‘Capacity to Love’ın diğer albümlerden nasıl bir farkı var?

Yine bir araştırma olması anlamında bu albüm diğerlerinden çok fazla farklılaşmıyor aslında. Ben hiçbir zaman belirli tek bir müzik tarzıyla yetinmedim açıkçası. Her zaman bir şey arama hâlindeyim. Araştırmacı gibiyim yani. Dolayısıyla bu albüm de yeni bir araştırma benim için. Ama müziğe, ne tür bir müzik olduğu konusuna geldiğimizde; hip-hop ve rap dünyasından, şehir kültüründen, sokak kültüründen gelen çok fazla alanla işbirliği, birlikte çalışma yapma anlamında bu albüm bir ilk oldu. Bugüne kadarki 17 albüm içinde bir ilk. 15 stüdyo albümü içinde insanlara benimle ve prodüksiyon ile birlikte çalışmalarını bilfiil teklif ettiğim ilk iş.

Trompetinizle aranızdaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Aslında trompetimle olan ilişkim biraz değişik, yani, çok önceleri trompeti sevmezdim. Çalmaktan çok da hoşlandığım bir enstrüman değildi. Ama bilirsiniz, yavaş yavaş bu enstrümanın ne kadar zengin olduğunu, babamın buluşlarının ne kadar olağanüstü olduğunu ve tek bir enstrüman ile ait olduğum kültürleri ve kendimi ne kadar ifade edebildiğimi keşfettim. Sonrasında da trompete âşık oldum.

Trompetin bir orkestradaki rolünü bir benzetmeyle anlatacak olsanız bu ne olurdu?

Bence bir orkestranın içinde yer alan trompet, yemeğin içindeki baharatlar gibi. Biraz daha lezzet katıyor. Bazen çok güçlü, bazen de hafif olabiliyor, yine de yemeğe eklenen baharat gibi.

Müzik kariyerinize klasik müzik eğitimi ile başladınız. Müziğinizde bunun avantajlarını görüyor musunuz?

Ah evet, tabii. Klasik müzik bana büyük bir direnç verdi. Ve sadece, yaptığınız işteki ciddiyet ve başladığınız bir işi tamamlayabilme anlamında değil. Bilirsiniz, klasik müzik çok talepkârdır ve sizin sürekli ama sürekli ve çok çok fazla pratik yapmanız gerekir.

Yayımladığınız albümlerde prodüktör, besteci ve aranjör rollerini de üstleniyorsunuz. Bu müziğe her şeyiyle hâkim olma isteğinden mi kaynaklanıyor?

Tam olarak öyle diyemeyiz aslında, çünkü başlarken insanları bulabilseydim bunu yapmazdım. Şöyle ki, ben müzik sektörüne girdiğimde, bana yardım edecek, benimle yol alacak, örneğin yapımcılık yapacak insanları, en azından bir label ya da onun gibi herhangi bir şeyi bulamadım. Dolayısıyla kendim yapmak zorundaydım, ama bu benim ilk tercihim değildi tabii. Ama bunu yapınca ve bir kez bunun tadını alınca da özgür olmanın, her şeye kendin karar verebilmenin ne kadar güçlü bir şey olduğunu keşfettim. Bir kere tadını alınca, bırakması çok zor bir şey bu. Bu yüzden şu an her şeyi ben kontrol ediyorum, ben yazıyorum, orkestra uyarlamalarını, yapımcılığını, aranjörlüğünü ben yapıyorum her şeyin. Hatta albümlerimi kendi etiketimle kendim dağıtıyorum. Bir yanıyla 360 derece bir iş aslında bu. Ben de bundan çok mutluyum. Çok çetin bir iş aynı zamanda, 7/24 çalışıyorum ama özgürüm, albüm yapmak istediğim anda yapabiliyorum. Birinin benim için karar vermesini beklemiyorum. Bu gerçekten harikulade bir şey.

TÜRKİYE’YE ÇOK YAKIN HİSSEDİYORUM

Türkiye’ye dair kafanızda nasıl bir izlenim var?

Türkiye’yi seviyorum. Bu ülkeyi, bu kültürü seviyorum. Çünkü Türkiye’nin kültürünü anlıyorum. Türkiye’deki insanların da beni başkalarından çok daha iyi anladığını hissediyorum. Buradaki insanlar tıpkı benim de olduğum gibi iki kültürün, Avrupa ve Orta Doğu kültürünün tam ortasında yaşıyorlar. Bu iki kültür de tek bir müzikte kaynaşıyor. Benim müziğim de tam olarak Türkiye’deki insanlar tarafından anlaşılabilecek bir müzik. Dolayısıyla Türkiye’deki insanlara ve Türkiye’ye çok yakın hissediyorum. Türkiye’deki her sahne alışım da bana çok ama çok fazla duygu yaşatıyor.

Volkswagen Arena’da gerçekleştirilecek konserde dinleyicileri nasıl sürprizler bekliyor?

Açıkçası bundan bahsetmek çok kolay bir şey değil, çünkü bir konsere hazırlanırken her zaman o an için çok duygusal oluyorsunuz. Bence benim müziğimi seven insanlar aşina oldukları müzikleri ve yanı sıra bilmedikler pek çok farklı müziği bulacaklar bu konserde. Bence, yeni çıkacak “Capacity to Love” isimli albümümden parçalar çalacak olmamız da güzel bir sürpriz olabilir. Bu albüm henüz yayımlanmadı, ama ondan parçalar çalacağız konserde ve bu da bence tatlı bir sürpriz olacak dinleyiciler için.