Bir gazetecinin bir devlet başkanına nasıl soru soracağını biraz unutmuş olabiliriz. Hatta bir gazetecinin bir devlet başkanına soru sorabileceğini dahi unutmuş olabiliriz. Soruyu, bu boşluktan doğan fırsatla yer edinmiş biri de sormuş olabilir. O kişiye gazeteci deyip dememeyi dahi tartışabiliriz. Ancak olgularla kişileri karıştırıp, olguları kişilere kurban etmeye gelince işin rengi değişiyor. Hilal Kaplan olayından söz ediyorum. Bence ortada bir gazetecilik fırsatı ve sorusu vardı. Peki, yanlış olan neydi? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu bu olsun. Çünkü bu olay sosyal medyadaki ‘yankı odası’ körleşmesini ele almak için de güzel bir örnek.


SORU SORMAK YERİNE BİLDİRİ VERMEK

Hilal Kaplan’ın sorusundan önce bir girizgâh var. “Obama’dan kusurlu bir dış politika devraldınız. Bu kusurlardan birisi ABD’nin terörist gruplarla ortaklık kurmasıydı. PKK ve Suriye’de YPG. Siz bunun ABD-Türkiye ilişkilerine verdiği hasarı düzeltmeye çalışıyorsunuz” gibi gidiyordu. Cem Fakir’in Canlı Stüdyo isimli programında bu girizgâhı panellerde, paneliste soru sormak için söz alıp soru sormak yerine önce bildiri veren katılımcılara benzettim. Doğrusu insanın kendi soracağı soruyu bile değersizleştiren acemice bir girişti bu. Oysa ortada yorum kısmını atmak kaydıyla bir gazetecinin sorabileceği netlikte bir soru vardı: “Bugünkü görüşmeden sonra, Türkiye’de 18 terörist saldırıdan sorumlu tutulan Mazlum Kobani’yi hâlâ Beyaz Saray’a çağırmayı düşünüyor musunuz?” Gereksiz taramalar atılınca soru buydu. Bu sorunun cevabını da taraflı, tarafsız herkes merak eder. Trump elbette bu sorunun cevabına politik soslar kattı ama “Yakın zamanda görüştüm, yine görüşürüm” demeye getirdi. Buradan çıkacak haber, kalacak tortu budur. Ancak öyle olmadı.

SORU DEĞİL SORUYU SORAN HABER OLDU

Trump’ın cevabın sonuna eklediği “Gazeteci olduğunuza emin misiniz?”, “Türk hükümeti için mi çalışıyorsunuz” yorumlarıyla sorunun kendisi değil, soruyu soran haber oldu. Cem Fakir’in katıldığım programdaki ifadesiyle Trump’ın daha söz verirken yaptığı ‘friendly reporter’ (arkadaş canlısı gazeteci) yok mu, bizim buralarda onlardan bulunmuyor pek yorumundan bir şey geleceği belliydi. Yani Trump zaten bu konuda bir şova hazırlanmıştı. Hilal Kaplan’ın gereksiz taraması da buna fırsat vermiş oldu. Kaplan, soruyu yorumsuz ve gazeteci soğukkanlılığıyla sormuş olsaydı, Trump belki bu şova imkân bulamayacaktı. Sonuçta ne oldu? Trump, Türkiye’de bir kısım kamuoyunda ve özellikle sosyal medyada destek bulacağını çok iyi bildiği yorumu yaptı. Soruyu soranın acemiliği ya da mental yorgunluğu da buna çok kullanışlı bir zemin hazırlamış oldu.

YANKI ODASI KAVRAMI İÇİN KULLANIŞLI BİR ÖRNEK

Daha önceki yazılarda defalarca değindiğim bir kavram var, sosyal medyadaki yankı odalarımız (Echo Chambers). Trump ile Hilal Kaplan arasındaki diyalog bunu incelemek için çok kullanışlı bir örnek. Bir yankı odası sadece Hilal Kaplan’ın küçük düşmesiyle ilgilenirken, diğer yankı odası da gazeteciliğin nasıl arada kaynadığıyla, nasıl fırsat kaçırdığıyla ilgilenmeden kahramanlık destanları yazıyordu. Söz konusu kişinin imajı, gerçek haberi perdelemişti. Hilal Kaplan’a duyulan öfke (sebeplerini tartışmıyorum) konuya belli bir mesafeden bakmayı zorlaştırıyordu. Her şeyiyle bir sosyal medya karakteri olan Başkan Trump’ın, Amerika’da da bir benzeri olan bu kutuplaşmamazı öngördüğünü düşünüyorum. Sorulara geçmeden önce yaptığı ‘Friendly Reporter’ yorumu kadar soracak gazeteciyi seçmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı işaret etmesi de bunu gösteriyor. Trump bir şeylere hazırlanmış. Türkiye kamuoyunu nasıl ikiye ayıracağını hesaplamış. Hilal Kaplan’ın ne yaptığını anlamak için Trump’ın yorumuna asla ihtiyacımız olmasa da böyle bir olay görünce kayıtsız kalamayan yankı odalarımız da bunu doğruluyor. Asıl haber de işte bütün bunların arasında yitip gidiyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.