İçinde bulunduğumuz yirmi birinci yüzyılın iki başat aktörü ABD ile Çin arasındaki hegemonya kavgası her iki ülkenin yeni ekonomik, siyasi, askeri yol haritasını belirleyen “ulusal strateji”sine de yansıdı. Ekim ayında Çin’in, dün de ABD’nin açıkladığı “yeni strateji”, “süper güçler” arasındaki rekabete geri dönüldüğünü göstermekle kalmadı, bu iki hegemonik güç arasındaki kapışmanın oldukça sancılı geçeceğinin de işareti oldu.

Yükselen Çin ve Şi Jinping Öğretisi
Çin Komünist Parti Partisi’nin (ÇKP) Ekim ayındaki 19’uncu Kongresi’nde ülkenin artık küresel bir güç olduğu, küresel hegemonya mücadelesinde aktif bir şekilde yer alınacağı resmen ilan edilmişti. Devlet Başkanı Şi Jinping’in adıyla parti anayasasına da giren yeni doktrin ‘Yeni çağda Çin karakterinde bir sosyalizm’ adıyla 14 maddede somutlaştırılmıştı.

Beş yılda bir düzenlenen kongrede üç buçuk saatlik bir konuşma yapan Jinping’in açıkladığı yeni doktrin dünyaya devlet başkanının ismi de eklenerek, “Şi Jinping’in öğretisi” adıyla duyurulmuştu. Bu ayrıcalık daha önce yalnızca ülkenin kurucu lideri Mao Zedung ve bir diğer önemli lider Deng Şiaoping’e verilmişti.

On dört maddelik doktrine göre 2020 ile 2035 yılları arasında sosyalist modernizasyonun ilk aşamasını hayata geçirilecek, sonrasındaki 15 yıllık dönemde ise gelişmiş, güçlü, demokratik, ileri kültür seviyesine ulaşmış “büyük modern sosyalist bir ülke” haline gelinecek.

“Şi Jinping’in öğretisi”yle açıklanan yeni doktrin ABD’ye açık bir meydan okumaydı.

Gerileyen ABD hegemonyası ve Trump Doktrini
ABD’nin yanıtı gecikmedi. Sadece iki ay sonra Washington, “Trump Doktrini” ile Çin’e yanıt verdi. Trump’ın merakla beklenen ABD’nin yeni yönelimini belirleyen stratejisi dün duyuruldu. Hedefte “yeni süper güç” Çin ve Rusya vardı.

Yeni stratejide Çin “ABD’nin stratejik rakibi” olarak nitelendirildi. Çin’in ABD için yaratabileceği risklere bolca dikkat çekiliyor.

ABD için en büyük tehlikenin “küresel düzen ve istikrarı bozmaya çalışan” Rusya ve Çin ile uluslararası hukuku hiçe sayan İran ve Kuzey Kore olduğu vurgulanıyor. Rusya’nın, “kutuplaşma oluşturacak sofistike propaganda kampanyaları” gibi yeni dönem savaş teknikleriyle Amerika’yı tehdit ettiğine işaret ediliyor.

Trump’ın ilan ettiği “Ulusal Güvenlik Stratejisi” dört temel önceliğe dayanıyor: “Ülke savunması”, “Amerika’nın refahının korunup güçlendirilmesi”, “Güç kullanarak barışı sürdürmek” ve “Amerika’nın etkinliğini/nüfuzunu arttırmak!”

Çin, ABD’nin stratejik rakibi
Çin’in “ekonomik saldırganlığının” yüz milyonlarca insanın yoksulluktan çıkmasını sağlayan iktisadi düzeni tehdit ettiği belirtilerek, bu iki ülkeye karşı “rekabetçi angajmanla” mücadele edilmesi gerektiği ifade ediliyor. Ulusal stratejide ticaret anlaşmalarının yeniden müzakereye açılmasının da Amerika’nın yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin parçası olabileceği kaydediliyor.

Trump Doktrini esasında Çin tehlikesine karşı askeri yığınağı Pasifik’e kaydırmak ve Ortadoğu’da ise doğrudan kendi askeri yerine yerel, bölgesel güçleri kendi hedefleri doğrultusunda savaştırmak olan “Obama Doktrini”nin bir devamı sayılabilir.

Hegemonya savaşı giderek kızışıyor!
Samir Amin gibi birçok ünlü düşünürün de belirttiği üzere ABD hegemonyası geriliyor. ABD hegemonyası geriledikçe Çin, Rusya gibi aktörler bu boşluğu doldurmaya soyunuyor.

Küresel güçler arasındaki hegemonya savaşı kızıştıkça, rekabetin boyutu da değişiyor. Yerkürenin birçok bölgesinde bu paylaşım, hegemonya ve nüfuz çatışmasının izlerini görmek mümkün. Latin Amerika’dan Asya Pasifik’e, Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya dört bir tarafta hummalı bir kapışma söz konusu. Güney Çin Denizi’nden Myanmar’a, Brezilya’dan Zimbabve ve Honduras’a uzanan krizler silsilesinin hiç birisi de bu küresel güç mücadelesinden bağımsız değil.

Suriye, Ukrayna, Yemen, Libya rekabetin sıcak çatışmaya evrildiği bölgeler. Yeni dönem ışığında yeni ittifak yapıları, saflaşmalar gerçekleşiyor. ABD’nin, Çin’in, Rusya’nın öncülük yaptığı yeni paylaşım savaşları yerküreyi ikinci dünya savaşından da beter tehlikeye sokacak büyük felaketlerin kapıları sonuna kadar aralıyor.

Trump, Amerika’nın atacağı adımları planlamada ‘zaman temelli’ yaklaşımdan ‘koşullara dayanan’ bir yaklaşıma geçiş yaptığını duyursa da, kızışan paylaşım savaşları ABD’yi hamle yapmaya itiyor. Katar, Lübnan, Suudi Arabistan, İran ve son olarak Kudüs kararı bunun öncü sarsıntılarıydı.