Trump filmine zayıf not
Cannes’da hemen herkesin ‘Trump filmi’ olarak andığı “The Apprentice” beklentileri karşılamaktan uzak kalsa da oyuncularının performanslarıyla dikkat çekti.

Emrah KOLUKISA
Cannes’da kırmızı halıdaki hareketlilik hız kesmeden devam ediyor etmesine ama hâlâ tüm sinemaseverleri heyecanladıran ‘o’ film ortaya çıkmadı. Artık son günü mü bekliyor sahne almak için bilinmez ama David Cronenberg, Paolo Sorrentino gibi ustaların son filmleri de beklenen tatmin duygusunu yaşatamazken ABD’li bağımsız sinemacı Sean Baker’ın “Anora”sı bugüne kadarki en samimi coşkuyu yarattı diyebiliriz; en azından filmi izlediğim Grand Theatre Lumiere’deki izleyicinin tepkileri bu yöndeydi. Öyle ki daha ilk sahnede Mikey Maddison’ın görülmesiyle birlikte salonda büyük bir alkış kıyamet koptu ve başka türlü bir film izleyeceğimizin ipuçlarını fazlasıyla almış olduk.
Bu yılın bir başka dikkat çekici yanı biyografik özellikler taşıyan filmlerin yarışmadaki ağırlığı. Tartışmalı Rus şair Limonov’un ardından Ali Abbasi’nin yine bir hayli tartışmalı bir karakter olan Donald Trump’ı perdeye taşıdığı “The Apprentice” (“Çırak”) adlı filmiyle Fransız sinemacı Christophe Honoré’nin Marcello Mastroianni’nin hayatına odaklandığı “Marcello Mio” adlı filmi de bu kategoriyi sokulabilir rahatlıkla. Üstelik yarışmada olmasa da Cannes Premiere başlığı altında gösterilen “Maria” da bu tarz bir film zira “Paris’te Son Tango”nun başrol oyuncusu Maria Schneider’ın hayatını konu ediniyor ve filmdeki tecavüzün genç oyuncunun hayatında nasıl yıkıcı bir tahribata yol açtığını irdeliyor.
İran asıllı Danimarkalı sinemacı Ali Abbasi’nin imzasını taşıyan “The Apprentice” iki başrol oyuncusunun (Trump rolünde Sebastian Stan, Roy Cohn rolünde de ‘Succession’ın yıldızı Jeremy Strong) çok sağlam performanslarına rağmen kimseye yaranamadı desek yeridir. Belki de şaşırmamak lazım; böylesi tartışmalı karakterler söz konusu olunca yönetmenin (ve bir ölçüde oyuncuların da) yorumu, bakış açıları, hatta neredeyse yargıları merak ediliyor ve bunu da karşılamak hemen hemen imkansız gibi bir şey. Abbasi buradaki basın toplantısında “Bu Donald Trump hakkında bir film değil. Bu film sistem hakkında; sistemin nasıl ilerdiği, sistemin nasıl kurulduğu ve gücün bu sistem sayesinde nasıl hükmettiği hakkında aslında. ABD’de muhafazakarlar ve liberaller arasında çok keskin bir ayrım olduğuna dair bir inanış var. Bu bence bir fanteziden ibaret. Bu insanların bir çoğu aynı hayır etkinliklerine, aynı galalara gidiyorlar, aynı okullardan mezunlar… 1993 yılında MSNBC’yi kuran adamla 1996’da Fox News’u kuran adamın aynı kişi olduğunu söylemek yeterli bence. Kurt Vonnegut çok güzel bir söylemişti, ‘ABD’de iki parti vardır, kazananlar partisi ve kaybedenler partisi’ demişti. Her kazanan veya kaybeden hakkında film yapamayız elbette ama bu film öyle bir film işte.” diyerek kendini ifade etti. Yine de filmden geriye oyuncuların etkileyici çabaları dışında fazla bir şey kalmayacak gibi, tabii ABD’de malun birilerinin izlemesini de beklemek lazım.
David Cronenberg’in filmi “The Shrouds” (“Kefenler”) ise içerdiği bir takım çok ilginç fikirlere rağmen senaryosunun yetersizliği ile çokça eleştirildi ve bunun da sebebini Cronenberg’in basın toplantısında söyledikleri bir anlamda açıklıyordu. Cronenberg “Aslında bu filmi Netflix için 10 bölümlük bir mini dizi olarak tasarlamıştım. Netflix’tekiler ilk bölümün senaryosunu çok sevdiler ve devamını yazmam konusunda anlaştık. Ama ikinci bölümü yazıp yolladığımda bir anda vaz geçtiklerini söylediler. Tam olarak ‘Odada aşık olduğumuz şeyi bulamadık’ gibi fazlasıyla Hollywoodvari bir cümle kullandılar. Onların Hollywood gibi olmayacağını umuyorduk ama yanılmışız. Sonuçta ben yazdığım iki bölümü filme dönüştürdüm.” Tabii hal böyle olunca Cronenberg’in bu hikayenin muhtemele devamından yoksun bir şekilde ‘yarım’ kalmış bir projeyi buraya getirdiğini ve bunun da tatmin edici olmaktan uzak kalışını anlamak çok zor değil.
“Tangerine” adlı filmiyle 2015 yılında büyük sükse yapan (tüm filmi iphone 5 marifetiyle çekmişti) ABD’li bağımsız sinemacı Sean Baker’ın Rus asıllı eskort Ani’nin hikayesini anlattığı “Anora” son derece eğlenceli ve meramını fazlaca dolandırmadan, iddialı cümleler kurmadan (aynı şeyi Sorrentino’nun filmi için zorlamak biraz zor örneğin) anlatan, belki biraz kısalsa fazla bir şey kaybetmeyeceğini düşündüğümüz bir film. Başrolündeki Mikey Madison (daha önce “Bir Zamanlar Hollywood’da” ve 2022 tarihli “Scream” adlı filmlerde izledik) filmed müthiş parlıyor ve kariyerinin devamı için yıldızlaşmasının an meselesi olduğu izlenimini veriyor. Burada ödül alır mı bilinmez (neden olmasın?) ama “Anora”nın izleyicilerin ve eleştirmenlerin şimdilik favori filmi olduğunu hesaba katarsak Sean Baker’ın ekibine önemli bir ödül çıkabilir kanımızca.