Evine yapılan baskında ele geçirilen çok gizli damgalı dosyalar eğer istenirse Trump’ı hapse göndermeye yeter. Trump karşıtları Casusluk Yasası gibi çok ağır bir suç üzerinden ona yükleniyor. Buradan bir sonuç alınamazsa, bunun tersinden Trump’ı gündemde tutup popülerliğini artıracağının da herkes farkında.

Trump geri mi dönüyor?
Trump’ın Florida’daki evine FBI baskın düzenlemişti. (Fotoğraf: Depo Photos)

Ağustos başında Trump’ın Florida’daki malikânesinin FBI tarafından basılarak aranması Amerikan hakim sınıfı içindeki çekişmelerin dışa vurumu açısından önem taşıyor. Bu gerilim ABD ile sınırlı olmayıp, bu ülkenin küresel sistem içindeki yerinden dolayı özellikle Batı sistemi içindeki siyasal hareketleri de etkiliyor. ABD’de sürpriz olarak siyasete dalan ve bir fenomene dönüşen Trump, ABD kapitalizminin sınıfsal dinamikleriyle siyaset ve toplum arasındaki ilişkilerdeki gerilim ve sıkıntıları dışa vuran önemli bir gösterge. Bu yazıda söz konusu gerilimi Trump üzerinden analiz etmeye çalışacağım. Hemen söylemek gerekir ki, Trump’tan bu yana ABD sisteminin analizini yapmak zorlaştı. Bu durum dünya sistemi ve diğer ülkeler, örneğin Türkiye için de geçerli. Genel tablo ve gidişat ABD sistemi içinde de bir kırılma, dağınıklık görüntüsü veriyor, geçmişte net olarak görülen saflaşmaların günümüzde parçalı bir görünüm arz ettiğini gösteriyor. İdeolojik ve/veya maddi çıkar üzerinden işleyen sınır ve pozisyonları net olarak belli sınıf bileşenlerinden söz etmek zorlaşıyor. Bu durum ABD iç siyasetinde bölünme, toplumda kutuplaşma ve küresel hegemonyasında zayıflığa yol açmaya başladı.

TRUMP SORUN MU SEMPTOM MU?

Trump’ı iktidara taşıyan dinamikler çok tartışmalı. Konuya sınıf perspektifinden bakan eleştirel yaklaşımlar, Trump’ın sağ popülist söylemle yükselişini küresel kapitalizmin 2008 sonrası kriz dinamiklerine bağlıyorlar. Daha derin bir akademik tartışmanın konusu olsa da, kısaca belirtmek gerekirse neoliberal otoriterlik ve yükselen sağ popülizm neoliberal birikim modelinin yarattığı toplumsal gerilimlerle baş edebilmek için hakim sınıfların tercihi sonucu ortaya çıkmıştı. 2010’lardan itibaren dünyada iyice görünür olan bu olguya liberal kesimler sınıfsal boyutu görmezden gelen “rekabetçi otoriterlik” kavramıyla yaklaştı.

Obama döneminde ABD ekonomisi aslında büyüyordu, hatta 2009’daki düşüşten sonra Covid pandemisine kadar Trump dönemi de dahil yıllık yüzde 2 civarı büyüme, yüzde 2 civarı enflasyon ve tarihi düşük seviyede 3,6 işsizlik vardı. Veriler şirket kârlarının 2009’dan sonra hızla yükseldiğini, gelirlerde ise bir duraklama ve gerileme olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, ABD kapitalizminin krizinden çok, krizden çıkış dinamiklerinde yükün daha çok orta ve alt sınıflar tarafından üstlenildiği bir durumdan bahsetmek gerekiyor. Son döneme kadar enflasyonun düşük seyrettiği, iş bulma sorununun olmadığı ama alt ve orta sınıfların büyümeden pay alamadıkları bir dönem yaşandı. Obama, “değişim” sözüyle seçildi ama sekiz yıllık iktidar sürecinde beklenen değişim yaşanmadı. Üstüne, kimlik siyaseti, liberal/postmodern dönüşümün ürünü “siyasal doğruculuk” (political correctness) anlayışının hakim olduğu yani cinsiyetçi, ırkçı, yabancı düşmanlığı içeren ifadelerin kınandığı, aşağılandığı bir dönemde beyaz milliyetçi Amerikalıların sesi kesilmişti.

Trump bir yandan gelir düzeyi yerinde sayan kesimlerden oy alırken bununla sınırlı olmayan, gerici, sağ, ekonomik sorunu olmayan beyaz Amerikalıların da aradığı bir lider oldu. Dünyanın başka yerlerindeki otoriter ve sağ popülist siyasetçiler gibi kendisini elit ve müesses nizam karşıtı, küreselleşmecilere, liberallere karşı çıkan, Amerika’nın gerçek sahiplerinin, otantik Amerikalının temsilcisi olarak sundu. Amerikan seçmeni uzun yıllar sonra bir başkan adayının ağzından siyasal doğruculuğa meydan okuyan, “tecavüzcü Latinolar”, “terörist Müslümanlar” gibi ifadeleri duyuyor, çok rahat cinsiyetçi bir dil kullanmasından memnun oluyorlardı. Trump bir şekilde birikmiş gerilimi, öfkeyi kendi şahsında ve tarzında sönümlendiriyordu. “Bataklığı kurutmak” sloganın öne çıkaran Trump yine sağ seçmenin kulağına hoş gelen derin devletle mücadele temasını gündemde tutuyor, sistemin göbeğinden gelip ona meydan okuyan asi bir lider oyununu oynuyordu.

TRUMP HANGİ SERMAYE BİLEŞENİNİ TEMSİL EDİYOR

Amerikan kapitalizmi karmaşık bir düzen içinde işliyor. Bu durum özellikle 1980’lerdeki bilişim devrimi, finansallaşma gibi dönüşümlerden sonra daha da karmaşık bir hal aldı. Bu tarihe kadar özellikle sol çevrelerde ABD dış politika eylemlerini “askeri endüstriyel kompleks”in ihtiyaçları doğrultusunda açıklama kolaylığı ve rahatlığı vardı ve 2001, 2003 işgallerinde de bu tezler bolca ileri sürüldü. Ama günümüzde Amerikan ekonomisinin yaşadığı dönüşüme bakıldığında kısa bir araştırma bile askeri endüstriyel kompleksin ekonomik büyüklük olarak çok gerilerde kaldığını, en büyük savunma şirketi olan Lockheed Martin’in bile gelir açısından yapılan sıralamada 55. sırada, 45. sıradaki Pepsi’nin altında yer aldığını gösteriyor. İlk sıraları tahmin edileceği gibi Apple, Microsoft gibi bilişim devleri, Walmart gibi perakendeciler, enerji devleri, banka ve finans kuruluşları, Türkiye’de pek bilinmesine gerek olmayan özel sağlık sigorta şirketleri vs alıyorlar. Askeri Endüstriyel kompleksin en büyük alıcısı Amerikan Savunma Bakanlığı, yani Pentagon. Bir de Körfez ülkeleri, Tayvan, G. Kore, Avustralya gibi ABD müttefikleri. ABD’nin savunma harcamaları artarak devam ediyor. O yüzden kimin başkan olduğu bu sektörü çok etkilemiyor.

Kendisi müteahhit olan Trump’ın doğrudan tek bir sermaye bileşenine dayandığına dair bir veri yok. Biraz içeriğine girildiğinde ortaya karmaşık bir tablo çıkıyor. Kampanya sırasında daha az da olsa Trump finans çevrelerine de saldırdı, Wall Street’in günahlarının bedelini ödeyeceğini vs. söyledi. Hatta, Trump kampanya sırasında Hillary Clinton’ı Goldman Sachs’ın kontrolünde olmakla suçluyordu. Ama adet üzere kabinesine en güçlü finans kuruluşlarından biri olan Goldman Sachs’tan çok sayıda eski, yeni çalışanı, yöneticiyi doldurdu. Uzun yıllar Goldman Sachs’ta çalışmış olan Steve Mnuchin Hazine Bakanı olurken, yine bu kuruluştan Gary Cohn çok önemli bir görev olan Ulusal Ekonomi Güvenlik Konseyinin başına geçti. Fakat bir süre sonra Cohn istifa etti. Bu arada finans sektörünün en tanınan ismi George Soros ise Trump’a karşı açık tavır aldı.

Babadan kalma bir tür mirasyedi ve başarısız bir müteahhit olarak Trump uzun yıllardır ABD finans sisteminden kredi alamıyordu. Trump’ın şirketlerinin en büyük finansörü ise Deutsche Bank idi. Banka 6 Ocak’taki Kongre baskınından sonra Trump şirketiyle çalışmayı sonlandırdığını açıkladı ama hala 400 milyon dolara yakın alacağı duruyor.

Trump’ın bilişim sektörüyle arasının hiç iyi olmadığı da biliniyor. Öyle ki Silikon Vadisi'nde Trump lehine bir açıklama, söylem bile çok tepki çekiyor. Bunun tek istisnası Sequoia Yatırım CEO’sunun Trump kampanyasına verdiği destekti ki o da hissedarlarının büyük tepkisiyle karşılaştı. Yine, Intel CEO’su Trump kampanyasına destek olacağını açıkladığında, gelen tepkiler üzerine bundan vazgeçti. Trump’ın Twitter hesabının askıya alınması vs. aradaki mesafeyi göstermeye yeterli.

trump-geri-mi-donuyor-1055750-1.

NEOCONLAR VE DİĞERLERİ

Trump sağcı bir siyasetçi. Ama Cumhuriyetçi partinin tümünün desteğini alamadı. İsrail’e çok yakın ama Neoconlar mesafeli durdular. Neocon ekibin en önde gelen isimlerinden John Bolton Ulusal Güvenlik Danışmanı oldu ama kavga ederek ayrıldı. Bu gruptan Max Boot, Robert Kagan gibi isimler Trump’ı eleştirdi. Bush’un Neocon başkan yardımcısı Dick Cheney’in kızı Temsiciler Meclisi'nin Cumhuriyetçi Parti üyesi Liz Cheney doğrudan Trump’a savaş açtı.

Amerikan enerji devi ExxonMobil’in CEO’su Rex Tillerson da Trump’ın ekibinde en önemli görevlerden biri olan dışişleri bakanlığını üstlenmişti. Sonuçta, bu atama, ABD kapitalizmi içinde önemli yer tutan enerji sektörü ile siyaset arasındaki ilişkinin organik niteliğini göstermesi açısından önemliydi. Trump’ın kabinesi ABD tarihinin en “business friendly” sermaye dostu isimlerden oluşuyordu. Ama o da Trump’a bir yıl dayanabildi.

SERMAYENİN GENEL ÇIKARI

Hiçbir kapitalist devlet sürekli olarak sermayenin tek bir sektör, bileşen ve kesimine hizmet edemez. Devlet mekanizması sermayenin tekil değil genel çıkarını temsil eder. Hele ABD gibi yerleşmiş ve olgun bir kapitalist sistemde.

Trump geleneksel Cumhuriyetçi sağ siyaseti devam ettirerek şirket vergilerini yüzde 35’ten yüzde 21’e indirmişti. Dahası kriz sonrasında, 2010’da çıkan ve bankaların borç vermesini katı kurallarak bağlayan Dodd-Frank Yasasında gevşemeye giderek, finans kapitali rahatlattı.

Amerikan sisteminin Çin karşıtı siyasetini devam ettirdi, Obama döneminin sonunda belirlenen ABD’li şirketlerin geri dönmesi programını “Amerika’yı Tekrar Büyük Yap” sloganı içine yerleştirdi.

Toplumsal düzeyde ise Trump bir dönem için “Wall Street’i İşgal Et” ve “Yüzde 1’e karşı” eylemleriyle kendisini belli etmeye başlayan toplumsal/sınıfsal huzursuzluğu bir kültür savaşına dönüştürerek görevini yerine getirdi. Sağ popülizmin değişmez teması olan elit karşıtlığını körükleyerek, tanımlanmamış bir derin devlete savaş açarak, ucuz milliyetçi söylemlere ve göçmen karşıtlığına sığınarak, en neoliberal olanın en küreselleşme karşıtı görünmesi gibi oyunlara başvurarak 1980’lerden beri baskılanmış beyaz üstünlüğü hissiyatının önünü açtı. New Yorklu zengin bir playboy olması, skandalları, vergi kaçırması, ahlaki seviyesinin düşüklüğü vs sorun edilmedi. Fütursuzca konuşması, sokaktaki insanın duygularını en üst seviyede dillendirmesi, iki yüzlü bir dile sahip olan ve doğrucu görünen hakim politika sınıfından çok daha samimi bulundu.

***

TRUMP’IN YARATTIĞI SORUN

Trump genel olarak sermayenin temsilcisi olarak davranırken hem içeride hem de dışarıda birçok sorun da çıkardı. İçeride kültür savaşları kontrolden çıkmaya başladı. ABD belki iç savaştan bu yana hiç bu kadar kutuplaşmamıştı. Bununla ilgili elde bolca veri var. Örneğin, Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti'ye yakın aileler birbirine yakın oranda yüzde 60’lar civarında çocuklarının karşı partiyi destekleyen biriyle evlenmelerine karşılar. Yine Biden ve Trump taraftarları yüzde 80’li oranlarda diğer tarafın Amerikan demokrasisine tehdit oluşturduğunu düşünüyorlar. Bu türden bir kutuplaşma görülmüş bir şey değil. Biden’ın seçildikten sonra kucaklayıcı olacağını söylemesi ve bu yönde mesajlar vermesi bile, Trump sonrasında bu kutuplaşmayı gevşetemedi. Yıllardır içten içe entelektüel olarak baskı altında kalan beyaz seçmenler kendi doğal liderlerini buldu, bir örtüşme yaşanmış oldu. Yaklaşık 75 milyonluk bu kitlenin hatırı sayılır bir kısmı zaten seçimlerin çalındığını düşünüyor ve liderlerini bırakmıyor. Bu da Trump’ın hâlâ ortada aday olarak dolaşmasını sağlıyor.

İkinci olarak Trump ABD’nin uluslararası konumu açısından sorun çıkardı. NATO’dan çıkmak, Almanya başta olmak üzere müttefikleriyle çatışmak, Putin’e yakın durmaya çalışmak gibi sorunlar yarattı.

Üçüncü olarak ABD sistemi bütün sorunlu yönlerine rağmen belli bir düzen ve öngörülebilirlik istiyor. Trump bu açıdan gereğinden fazla iniş çıkışlı ve dengesizdi. Toplumsal karşılığı vardı ama Beyaz Saray ekibinin üçte biri değişti. Üç sefer Beyaz Saray özel kalemi ve ulusal güvenlik danışmanı değişti. Bu da Amerikan tarihinde görülmemiş bir durumdu. ABD’deki kurumlar zayıflamaya başladı. Trump ilginç bir şekilde Dışişleri Bakanlığı'nı hedef aldı, bütçesini yüzde 30 kıstı, Türkiye dahil çok sayıda ülkeye uzun süre büyükelçi atamadı.

Trump’ın medyayı ABD halkının düşmanı ilan etmesi, başkanlığını Biden’ın oğlunun kirli çamaşırlarını ortaya dökmek için kullanması, Ukrayna’ya yapacağı yardımı Zelenski’nin bu konudaki yardımına bağlaması, bu yüzden Temsilciler Meclisi tarafından azledilmesi, daha seçimler olmadan kaybederse çalınmış olacağını ilan etmesi vs. tencere dibin kara kıvamındaki ABD anaakım siyaseti için bile fazla geldi. ABD sistemi, siyaseti birbirinden çok da farklı olmayan iki partili sistem arasına sıkıştırmış, bu yetmemiş seçim sürecinde bir de seçmenler komitesi oluşturarak kendisini garantiye almış, hangi parti ve aday kazanırsa kazansın sistemin genel çıkarına hizmet eden bir düzen kurmuştu. Biden şirket vergilerini artırma, aile yardımı, sağlık hizmetini yayma, mezunların üniversite borçlarını silme gibi sosyal devlet uygulamalarını hayata geçireceği sözüyle seçildi. Sisteme yarım yüzyıla yakın hizmet etmiş, öngörülebilir, dengeli bir siyasetçi olarak görüldü. Bir fikir vermesi açısından seçimler sırasında en büyük finans kuruluşlarının yöneticileri Biden’a Trump’tan üç kat daha fazla yardımda bulundular. Biden kampanya sırasında ‘‘Büyük Üçlü’’ olan teknoloji, biyokimya/ilaç ve banka/finans (Big Tech, Big Pharma, Big Banks) gruplarının desteğini alabildi.

Bu dönüşüm yalnızca ABD değil, Orta ve Latin Amerika’da da kendisini gösterdi. 2022’ye gelindiğinde dünyadaki sağ popülist ve otoriter lider sayısında 19’dan 13'e düşen bir gerileme yaşandı. Yükselen toplumsal rahatsızlık, artan orta sınıf memnuniyetsizliği, 1960’lar ve 1970’lerin refah devletinden henüz çok uzak olsa da, sistemi ince bir dokunuş yapmaya zorladı. Trump’in kaba, milliyetçi tarzı ve yol açtığı tahribatı da gidermek mümkün olacaktı. Bunun alternatifi Bernie Sanders, Alexandria Ocasio-Cortez çizgisinde, örneğin Türkiye ve Avrupa siyaseti için sosyal demokrat sayılabilecek ama vahşi kapitalist bir düzene dayalı ABD için fazla sol kalan bir siyasetin daha da güçlenmesi olacaktı.

Şu anda ABD içinde hala Trump’ın temsil ettiği siyasetle devam etmek isteyen ama bunu açıktan dillendirmeyen gruplar var. Özellikle Evanjelistler, Türkiye’de bilinmeyen ama her daim ABD sağının finansörü olan Koch kardeşler güçlenen ve bir yere gitmeyen sağ seçmen üzerinden Trump ile bir hamle daha yapmak istiyorlar. O yüzden Amerikan sistemi içindeki bu mücadele Trump üzerinden yaşanıyor ve henüz sonuçlanmış değil. Trump’ın evine yapılan baskın bunun dışa vurumu ve ne denli ciddi olduğunu gösteriyor. Trump’ın bunun yanında New York’ta süren vergi davası, 2020 seçimlerinde Georgia eyalet valisine kayıtlı konuşmada bana 11 bin oy bul diye baskı yapması üzerine açılan seçime müdahale davası, 6 Ocak Kongre baskınında suça teşvik davaları halen sürüyor.

Evine yapılan baskında ele geçirilen çok gizli damgalı dosyalar eğer istenirse Trump’ı hapse göndermeye yeter. Amerikan sisteminde Trump karşıtı grup geçmişte Snowden, Assange ve benzeri durumlarda kullanılan Casusluk Yasası gibi çok ağır bir suç üzerinden ona yükleniyor. Buradan bir sonuç alınamazsa, bunun tersinden Trump’ı gündemde tutup popülerliğini artıracağının da herkes farkında.

Sorun Trump’ın ötesinde. ABD merkezli kapitalist sistem toplumsal gerilimleri azaltıp, sağlık, eğitim, alt yapı gibi alanlarda memnuniyetsiz kitleleri sisteme çekecek bir siyasetle mi, yoksa tekrar kültür savaşının ikinci turunu deneyecekleri Trumpçı siyasetle mi devam edecek, bunu yakında göreceğiz. Biden’ın toplumsal gerilimi azaltmaya yönelik hamlelerinin yüksek enflasyon ortamında bir sonuç vermediğini de ekleyelim.