Trump’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı ve dünyayı kendisine güldürdüğü konuşmanın bizim medyada haberleştirilişinde de gülünecek bir yan vardı.

Bir yanda Trump’ın Türkiye’nin adını hiç ağzına almadığı, mülteciler konusunda yaptıkları için Ürdün’ü yere göğe koyamazken Türkiye’yi es geçtiği, öte yanda da dünyanın geleceği açısından herkesi irkilten konuşması dururken, biz her zamanki ABD kompleksiyle Erdoğan ve Trump’ın geçerken karşılaşmalarını ayaklarımız yerden kesilerek haberleştirdik:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump, BM Genel Kurulu görüşmeleri esnasında bir araya geldi.’ ‘İki lider samimi bir şekilde kısa bir sohbet gerçekleştirdi.’ ‘Başbakan Erdoğan ABD Başkanı Trump’la görüştü.”

Eeee? Ne görüştü?

Ayaküstü sohbet etti!

Trump sırasını da kaybedecek kadar Genel Kurul’a geç kalınca Erdoğan’la karşılaştılar ve o kısacık karşılaşmada da galiba selamlaştılar. O kadar. Fazlası olsaydı o da bire bin katılarak haberleştirilirdi zaten.

Görüşseler kimin ne diyeceği belli aslında! Medyada köpürtülen gündem üzerinden gidersek, Trump Rahip Brunson derdi, Erdoğan da FETÖ falan…

Görüştük diye büyük bir şeymiş gibi bahsettiğimiz Trump; son zamanlarda sürekli kavga ettiğimiz, bize demediğini bırakmayan, kendi ülkesinde, hatta Beyaz Saray’ın içinde bile “palyaço” ilan edilebilen, dünyayı içine sürüklediği durum nedeniyle törenlerde Hollywood yıldızlarının “Artık kahrolsun demek yetmez, s..tirsin” dedikleri birisi!

Ne yazık ki, o birisi dünyanın (her ne kadar gerileme halindeyse de) en büyük askeri ve ekonomik gücüne komuta ediyor.

“Benim hükümetim şimdiye kadarki Amerikan hükümetlerinden çok daha fazlasını başardı” sözüne gülen dünya liderleri, belki bir yandan kimi Amerikalılar gibi karşılarında bir “palyaço” görüyorlardı, ama aslında kendi ağlanacak hallerine gülüyorlardı. Ağlanacak hallerine gülüyorlardı, çünkü gülenlerin tümü bir araya gelip güldükleri adamı dizginleyebilecek bir beceriyi sergilemekten de acizler.

Trump’ın, dünya ülkelerini sıraya dizip, kendisine boyun eğenler dışında herkese hâd bildirdiği konuşmasındaki bence en havalı cümle “Küreselleşme ideolojisini reddediyor, vatanseverlik doktrinine sarılıyoruz” cümlesiydi.

Bir taraftan cinsel taciz tecavüz, öte yandan seçim sürecinde Rusya ile kırıştırmak gibi “ihanet” olarak nitelenen eylemlerle suçlanan Trump için tam da vatanseverliğe sarılma zamanı!

Reddettiği küreselleşme onun ağababalarının icadıydı. 1990’da dünyaya kan kusturan George Bush tarafından ilk kez bir basın toplantısında telaffuz edilmişti. Ambalajında liberal gönülleri fethedecek farklı şeyler olsa da, ABD jandarmalığında bir dünya düzeni, sermayenin serbestçe dolaştığı ve tüm dünyanın küresel şirketlerin pazarı haline geldiği bir düzeni ifade ediyordu.

O düzende, başta Çin ve belli ölçülerde de Rusya ve AB, ABD’nin çarkına çomak sokar gibi olunca Trump “küreselleşme ideolojisini reddetme” yoluna girdi. Kurulmaya çalışılan ABD kontrollü “yeni dünya düzeni”nden ABD’nin kontrolü kaybetmeye başlamasının sonucu olan bir “yeni dünya düzensizliği”ne gidişin aktörü oldu Trump.

Pek çok Amerikalı bu gidişin kendilerini yalnızlaştırdığını, bütün müttefiklerinden birer birer uzaklaştırdığını görüyor.

Trump’ın içeride uyguladığı, başta genel sağlık sigortası ve vergi indirimleri gibi, zengini gözetip yoksula yüklenen politikaların önümüzdeki seçimlerde Cumhuriyetçilere epey oy kaybettireceği de görülüyor.

Trump bu nedenle de “vatanseverliğe sarılmak” zorunda. İsrail’e verdiği hoyrat destek ve “Türkiye’de zulüm gören bir din adamı”nı ülkeye geri getirmek için gösterdiği çabalar din soslu “vatanseverliği”ni parlatıp pazarladığı alanlara dönüşüyor.

Trump’ın kucakladığı vatanseverliğe bakınca insanın aklına İngiliz edebiyatçı, şair ve ahlakçı Dr. Samuel Johnson’un 1700’lerde söylediği o ünlü söz geliyor:

“Vatanseverlik her alçağın son sığınağıdır!”