Otoriter popülizmin kapitalizm açısından bu işlevi onun hangi toplumsal bağlamda küresel bir yaygınlık kazandığını da görmemizi sağlar

Trump’ların dünyası: Sağ popülizm  ve sahte düzen karşıtlığı

> CENK SARAÇOĞLU Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi

Öfke, kibir ve alayla dolu birbirini tekrar eden miting konuşmaları alakalı-alakasız her konuda gündeme getirilip tehdit edilen, küçümsenen “iç ve dış” düşmanlar; bu düşmanların karşısına konup her fırsatta gururu okşanan, “aşkla” hitap edilen “halk” ve/veya “millet”; foyası ortaya çıksa da ısrarla tekrarlanan ve zorla gerçeğe dönüştürülmeye çalışılan yalanlar. Ülkemizde, bunlardan artık gına getirmiş olanlar için belki iyi belki de çok kötü bir haberim var: Yalnız değilsiniz, yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde, hatta anlı şanlı “Batı demokrasilerinde” benzer bir ızdırabı çeken pek çok ülke var.

İngiltere'de 2015 seçimlerinde %13 civarında oy alan göçmen karşıtı sağcı parti UKİP›in lideri Nigel Farage, 2017 baharında Fransa›daki başkanlık seçimlerini kazanması ihtimal dahilinde olan ırkçı-milliyetçi Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen. Avusturya’da, Macaristan’ta, İsveç’te benzer örnekler. Hatta Hindistan’da “mutedil” görünüşüne rağmen benzer “halka seslenme” taktiklerini kimi zaman sergileyen iktidardaki sağcı parti Bharatiya Janata Partisi’nin lideri Narendra Modi ve bu partinin belli başlı sözcüleri. Ve elbette gerek sahip olduğu “global” etki gerekse de yukarıda saydığımız özelliklerin belki de en uç noktasını temsil etmesi açısından en esaslı örnek ise önümüzdeki ABD seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olması çok muhtemel Donald Trump.

Donald Trump’ta cisimleşen durum
Saydığımız siyasi cereyanların her ülkeye göre kendine has özellikleri olsa da Trump’ta “filtresiz” tezahürlerini görebileceğimiz bazı ortak özellikleri var. Özellikle Trump›a odaklanarak bu «global» fenomeni anlamaya çalışalım. Trump›ın Cumhuriyetçileri bile rahatsız edecek bir tarzda yürüttüğü seçim kampanyası ABD›de bugüne kadar eşine rastlanmayacak bir uçlukta kendisini göstermekte olan «sağ popülizmin» ya da kimilerinin deyişiyle «otoriter popülizmin» net bir örneğini oluşturuyor. Burada popülizmden pek çok diğer burjuva siyasetçisinde de görebileceğimiz halk güzellemesini, halkın kimi ortak yakınmalarının temsilcisi olma iddiasını ve ya da ona yakın görünme performansını anlamamalıyız sadece. Otoriter-sağ popülizm bundan daha fazlasını, şunu içerir: “halk” ya da millet kategorisi altında bütünleştirilmiş farklı sınıflardan kesimlerin bir lider etrafında yakın bir tehlikeye, gerçek ya da muhayyel bir düşmana karşı ortak bir siyasi tavırda buluşturulması. Buna Trump’ta ve diğer örneklerde de net bir şekilde rastlayabileceğimiz, ve kitlelere çok çekici gelen sahte bir düzen karşıtlığı, çoğunlukla anti-entelektüelizmle iç içe bir “elit karşıtlığı” eşlik eder. Bu haliyle sağ-popülizmi bütünlüklü bir dünya görüşü, bir ideoloji ya da siyasal program olarak değil, bunların içinde işleyen bir siyaset mantığı ya da iktidar stratejisi olarak görmek gerekir. Tahmin edileceği gibi bir strateji olarak otoriter-popülizm en çok faşizmle uyumludur; onun çekirdeğinde işleyen en temel söylemsel mekanizmalardan biridir.

Donald Trump ve tarzı
Toplum içindeki ham halde olan endişeleri içeride ya da dışarıdaki bir düşmana yönelterek ona sınıflarüstü (farklı sınıflardan insanları buluşturacak şekilde) içerik kazandırma stratejisi otoriter popülist siyasetin ve onun liderlerinin “tarzını” da belirler. Bu siyaset tarzının en yaygın özelliği “düzenin normalinin” dışında durma görünümünün yeniden üretilmesidir. Bu durum, sağ popülizmin, insanların çağırıldığı ayrıksı bir odak olma hedefinin en yaygın aracıdır. Bunun en kolay ve en etkili yolu ise “kamusal alandan” pratikte olmasa bile hiç değilse ilkesel olarak dışlanmış siyaseten doğruculuğa (political correctness) ters lümpen söylem ve davranış biçimlerinin şoke edici bir şekilde en üst perdeden dillendirilmesi, bunların en olmadık yerlerde ve konumlarda temsil edilmesi, sıradanlaştırılmasıdır. Bu bakımdan örneğin Trump’ta hiçbir filtreden geçirilmeyerek olağanüstü bir rahatlıkla dışavurulan göçmen karşıtı ırkçılık ve kadın düşmanlığı klasik Amerikan muhafazakarlığının bir ileri tezahürü olmanın ötesinde Trump’ı diğer Cumhuriyetçi/muhafazakar adaylardan ayıran, ona sıradan/basmakalıp politikacılarla dolu bütün bir Amerikan siyaset düzeneğinin karşısında olma imajını kazandıran birer enstrümandır. (Trump›ın diğer cumhuriyetçi adaylardan farklı olarak seçim kampanyasında hiçbir şirketten finansal destek almamakla övündüğünü hatırlatalım).

Sahte düzen karşıtlığı
Sergilenen bu düzen siyasetinin dışarısında olma görünümünün illa ki somut bir düzen karşıtı, radikal programla bütünleşmesi gerekmez. Hatta Trump gibi siyasetçileri destekleyen insanların onunla birlikte her şeyin değişeceğine inanması da zorunlu değildir. Burada esas olan burjuva siyaset kanalları içerisinde kendisine yer bulamayan ham tavır ve söylemlerin, ortak duyunun ve cehaletin olabilecek en güçlü insan tarafından temsil edilerek, yaygınlaştırılarak değer kazanmasıdır; bunun yarattığı hazdır. Ve bu haz, düzen siyasetine yabancılaşmış zengin beyaz bir tüccarı da işinden olan bir otomobil fabrikası işçisini de pekala tesiri altına alabilir. Otoriter popülist stratejinin kapitalizmin devamlılığı açısından en önemli işlevi işte bu “ikincilere”, yani işçi sınıfına seslenebilmesi, onları millet ya da halk kategorisinin altına yeniden yazabilmesidir. Bunun başarısı ise bahsettiğimiz imajın, söylemin ve bununla yaratılan hazzın yanında yoksulların/işçilerin bir sızlanma halinde kendisini gösteren, sınıfsal bir düzeyde örgütlenmemiş ve siyasallaşmamış rahatsızlıklarına karşılık vermeye bağlıdır.
Dikkat edileceği gibi Trump’ta göçmen karşıtlığı, diğer cumhuriyetçi adaylardan farklı olarak, özellikle işçi sınıfını kuşatmak zorunda olmayan saf bir Hristiyan muhafazakarlığı ya da Amerikan yurtseverliği içerisinden değil «işsizlik», «güvencesizlik» ve ücretler gibi doğrudan onları ilgilendiren gündemlerle sarıp sarmalanır. Yine kendisi de ABD›nin en zenginlerinden olan Trump›ın söyleminde görülen ve diğer cumhuriyetçi adayların ürküntüyle karşıladığı elit karşıtlığı işçi sınıfının gündelik rahatsızlıklarını burjuvazinin bütününe, yani kapitalizmin kendisine değil, sembolik bazı kesimlerine akıtmasını mümkün kılar.

Trumpgillerin bağlamı
Otoriter popülizmin kapitalizm açısından bu işlevi onun hangi toplumsal bağlamda küresel bir yaygınlık kazandığını da görmemizi sağlar. Bu eğilimler her ne kadar son dört yılda Suriye ve Irak’taki krizlerle yoğunlaşan göçmen/mülteci krizinden besleniyor olsa da esasen halen tam anlamıyla bertaraf edilememiş olan 2008 küresel krizinin akabinde ortaya çıkan ekonomik koşullar ve siyasal gelişmelerle yakından ilgilidir. Krizin, sağ popülizmin seslenmeye çalıştığı yukarıda bahsettiğimiz toplumsal/iktisadi/ahlaki yıkımın asıl zeminini oluşturduğunu, ihtiyacın buradan çıktığını söylemeye gerek yok. Fakat bu stratejiyi özellikle şu son yıllarda yükselten olgunun kriz sonrası ortaya çıkan halk hareketlerinin ve sol çıkışların kazanım elde edemeden geri çekilmesi olduğunu vurgulamak gerekiyor. Trump’ın sağ popülizminin yükselişi, bu açıdan, Wall Street’i işgal et eylemlerinin örgütlü bir güce kavuşamadan geri çekilmesiyle doğan boşluğun düzen içerisinden sahte bir düzen karşıtlığıyla doldurulmaya çalışılması olarak da okunabilir. Hillary Clinton’a Demokrat Parti adaylık yarışından kök söktürmekte olan yine klasik ABD siyasetçisinden farklı solcu Bernie Sanders’in gördüğü ilgi de bu boşlukla ilgilidir.

Popülizm, faşizm ve sol
Bu düzen karşıtı görünümün sahteliği bu haliyle bir yandan işçi sınıfının farklı kesimlerini etnik/ırksal düzeyde karşı karşıya getirmesinden (yani sahte bir düşman yaratmasından) diğer yandan da öfkeyi ancak düzenin «vitrinine» saldıracak düzeyde tutmasından ileri gelir. Otoriter popülizm kapitalizm içi bir strateji olduğundan bu sahtelik, özellikle temsilcileri iktidara geldiğinde gerçeklik duvarına çarpıp, dökülmeye yazgılıdır, bu yazgının önüne de ancak retoriğe daha fazla abanarak, baskıyı ve şiddeti daha fazla yardıma çağırarak ve düşman/tehlike algısını daha diri tutarak ve hatta düşmanını bizzat toplumun kendi içinden belirleyerek, ve nihayetinde faşistleşerek geçilmeye çalışılır.Bu bakımdan otoriter popülist strateji dışında atacak başka barutu olmayan bir iktidar ve lidere muhtaç bir kapitalist ülke için faşistleşme çok olası yönelimlerden biridir.
Yazıya son verirken şu notu da düşmek gerekiyor: Bu yazıda “popülizmi” illa ki olumsuz/pejoratif bir manada kullandığım düşünülmesin. Burada ele alınan düzen içi, otoriter/sağ popülizmin işleyiş biçimidir. “Halkın” bir siyasal özne ve karşıtlık ekseni olarak inşasını içeren popülizm, solun siyasal/toplumsal programı tarafından belirlenmiş başka bir içerikle sosyalist bir siyasetin veya iktidarın da bir stratejisi haline gelebilir. Bunu da bir sonraki Birgün Pazar yazısında tartışmaya çalışacağım