Aralarında hemen hemen her konuda ciddi bir gerginlik olan ABD ile Rusya’nın yeni bir Soğuk Savaş dönemine girdiği tespitlerinin yapıldığı bir dönemde ABD Başkanı Donald Trump’ın G7 Zirvesi’nde Rusya’nın da olması gerektiğini söylemesi şaşırtıcı gelebilir.

Seçimler sırasında Rusya’dan yardım aldığı iddiaları nedeniyle başı ülkesinde dertte olan Trump’ın, buna rağmen Rusya’nın adeta sözcüsü gibi tutum alarak Rusya’yı G7’de görme konusundaki ısrarı son derece dikkat çekici. Trump, Rusya’dan iddia edildiği gibi seçim sırasında yardım almadığını kanıtlamakla uğraşırken, söz konusu iddiayı, Rusya’yı G7’ye davet etmekle “Putin’e borcunu ödüyor” diye düşünenlerin eline koz vererek güçlendirmiş de oluyor. Bunu neden yapıyor peki?

Birkaç nedeni var: Her şeyden önce G7 ülkeleri ile Rusya’nın arasındaki ilişkinin yeniden “normale dönmesi” , Rusya’yı G8’den çıkarılmasına yol açan sorunların tartışılabileceği bir zemine çekmek demek. Rusya bilindiği gibi G8’den Ukrayna Krizi nedeniyle çıkarılmıştı.

Trump’ın Rusya’ya en azından Ortadoğu’da IŞİD’e ve diğer İslamcı gruplara karşı mücadelede ihtiyacı var, bu kesin. Rusya’yı hesaba katmadan Ortadoğu’da ABD kaynaklı girişimlerin/düzenlemelerin yapılması kolay değil. Bu gerçeğe rağmen ABD’nin Rusya’ya yaptırımlarının sürmesi çelişik gibi görünebilir ama bu yaptırımların kaldırılması da yine Ortadoğu’da her iki ülkenin “hareket edecekleri” alana bağlıdır. Kaldı ki, Rusya Minsk Anlaşmaları’nda öngörülenleri hayata geçirirse ABD bu yaptırımları kaldıracak.

Ayrıca yapılacak olan G20 Zirvesi’nde zaten yer alacak olan Rusya’nın G7’den dışlanmış olmasının pratik hiç bir işlevi yok. Trump bunun da farkında. Kaldı ki, Batı’dan da Rusya’nın G7’ye dönmesi konusunda görüş belirtenler var. Eski Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier bunlardan biri.

Trump’ın Rusya’nın G7’de olmasını istemesinin nedenleri arasında Almanya Başbakanı Angela Merkel’i etkisizleştirmek istemesi de olabilir. Son zirveden kamuya yansıyan fotoğraflar bile Trump’ın Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Kanada Başbakanı Justin Trudeau tarafından nasıl “markaja” alındığını gösteriyordu. Rusya’nın G7’de olması halinde Rusya Devlet Başkanı Vladirimir Putin’in Avrupalı liderlere takınacağı tavır Trump’ınkinden farklı olmayacaktı. Bu nedenle Trump’ın Avrupalı liderlere çıkışlarında destekçisinin Putin olacağını söylemeye gerek yok.

Trump’ın Kuzey Kore ile İran’a yaklaşımlarındaki fark yanıltıcı olmasın. Her ikisine aldığı farklı tutumların ortak noktası iki ülkeyi de etkisiz kılmak. Kuzey Kore’yi anlaşma yoluyla, İran’ı ise varolan bir anlaşmayı bozarak “etkisizleştirmeyi” deniyor Trump. Ne kadar başarılı olacağını göreceğiz. Şimdi belki “etkisizleştirmek” amacıyla değil ama “ortak noktalarda” birlikte tutum almaya zorlayacak Rusya’yı. Bunun yolu da iki ülke arasındaki tüm gerginliklere ragmen Rusya’yı diyaloğun süreceği tüm zeminlere çağırmak. Çünkü ABD, dev bir güç olan Rusya ile eski Soğuk Savaş dönemini yeniden yaşamak niyetinde değil. Bunun yerine, Çin ile olduğu gibi Rusya’yla da ortak çıkarlarda beraber olmayı tercih ediyor.

İki büyük güçle, Çin ve Rusya’yla “kontrollü bir rekabet” ABD’nin işine gelir. G8’e Rusya’nın tekrar dönmesi “rekabetin” belirlenmiş kurallar içinde sürdürülmesi demek. Ortadoğu’da güç paylaşımında yaşanan sorunların bu tür zeminlerde çözülmesi Trump’ın ülke dışına asker göndermeyeceğim dediği politikasına da uygun. Trump, Rusya’yı, bir çok alanda anlaşarak “paylaşımlar” yapabileceği bir ülke olarak görüyor. Rusya benzeri bir düşüncede olmayabilir ama ABD ile Ukrayna ve benzeri krizlerden doğan gerginlikleri konuşup bir anlamda “güçler ailesi” içinde çözüm aramayı tercih edebilir.

Dünya güçlerarası savaş kadar güçlerarası “denge”ye de tanık olduğumuz yeni bir devreye giriyor çünkü.