Trump ve popülizm kazandı, halk kaybetti

Amerika’da seçim yapıldı; Amerikan halkı oyunu kullandı ve Donald Trump başkan seçildi. TV kanalları sevinç çığlıkları atan Cumhuriyetçi seçmenleri ve gözyaşları içindeki Demokrat’ları gösteriyordu. Irkçı karalamalar, demagoji seferberliği ve nefret söylemleri ile renklenen bir kampanya sonucunda oylanan “program” adeta unutulmuştu.

Yeni Başkan’ın seçim sloganı “Make America great again!” olmuştu; Trump, zaferi bu milliyetçi bayrak altında kazandı. Oysa emlakçı milyarder “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” için neler vaat etmişti? Kaygı ve düş kırıklığı içindeki Amerikalı seçmenlere, tüm konuşmalarında ne gibi umutlar saçmıştı? Galiba önümüzdeki günlere damgasını vuracak olan bu “program”ı sıcağı sıcağına anımsamakta yarar var. O halde ana maddelerini sırayla gözden geçirelim:

1) Dış Politika ve güvenlik: Trump’a göre Amerika’nın dış ilişkileri tamamen değişmeli ve içe dönük bir politika uygulanmalıydı. NATO da bu bağlamda yenilenmeli, asıl hedefini dünyayı tehdit eden terör ve göçmen akımı olarak ilan etmeliydi. Bu arada NATO’nun yükü de daha adil paylaşılmalı ve üye ülkelerin katkıları artırılmalıydı. Bu yapılmadığı takdirde de ABD, NATO’dan çıkmalıydı.

Ortadoğu’da ise, Suriye, daha elverişli koşullarda olan Rusya’nın inisiyatifine bırakılmalıydı. Ancak İran’ın durumu farklıydı. Nükleer çalışmalar konusunda yapılan anlaşmada bu ülkeye fazla ödün verilmişti. Trump, başkan seçilince bu anlaşmayı yeniden ele alacak ve değiştirecekti. Bütün bu önlemlerde asıl dayanağı da Pentagon olacaktı. Filadelfiya’da yaptığı konuşmada “göreve gelir gelmez, ilk işinin yeni bir askeri bütçe hazırlamak” olacağını bu nedenle ilan etmişti.

Aslında Pentagon militarizmi de bu desteğe kayıtsız değildi. Bir NBC anketi Trump’ın savunma görevlileri arasındaki taraftar oranının Clinton’ınkinden –ve seçim sonucu oranlarından- çok daha yüksek (% 36’ya karşı % 55) olduğunu ortaya koymuştu. Aynı paralelde, Trump, Amerika’da silah taşıma serbestisi konusunda “bunun, Tanrı’nın meşru müdafaa için verdiği vazgeçilmez bir hak olduğu” düşüncesini yinelemiş ve silah kundakçılarıyla gönül bağlarını açıkça ortaya koymuştu.

2) Terör ve göçmen sorunu: Trump kampanyasında terör konusunda işkenceyi hoşgören, teröristlerin “aileleriyle birlikte yok edilmelerini” savunan konuşmalar yaptı. 2015 Aralık ayında San Bernardino (Kaliforniya) terörist saldırısından sonra ise, seçildiği takdirde ülkeye Müslümanların girmesini yasaklayacağını ilan etti; fakat anayasal olanaksızlıklar karşısında, daha sonra bu önlemin sadece “terörist devlet ve milletler” mensuplarına uygulanacağını söylemek zorunda kaldı.

Yine de bu konuda en büyük düşmanı Meksikalı göçmenlerdi. Kampanya boyunca on milyondan fazla kayıt-dışı Meksikalı işçiyi derhal ülkelerine süreceğini ve Meksika sınırına da, Meksikalıların parasıyla, 1600 km’lik bir duvar ördüreceğini tekrarladı, durdu.

3) Sosyal politika: Trump’a göre Amerika’da sermayedar sınıf fazla vergi ödüyordu. Bir zamanlar vergi kaçırmakla övünen milyarder adayın bu konudaki önerisi şuydu: Gelir Vergisi’nin en üst dilimi, % 39,6’dan % 33’e; halen % 35 oranında olan Kurumlar Vergisi de % 15’e çekilecekti. Buna karşılık emekçi sınıfa karşı aynı cömertlik gösterilmiyordu.

Başlangıçta Trump, federal plandaki asgari ücretin (7,25 dolar-saat) fazla olduğunu söylemişti. Fakat Clinton’ın bunu federal planda 12 dolara çıkarması ve federal devletlerin de bu ücreti 15 dolara (saat hesabı) kadar yükseltmelerinin mümkün olacağını söylemesi üzerine, kendisi de 10 doları kabul etmek zorunda kaldı. Buna karşılık, Trump, Obama’nın sağlık sigortası yasaları karşısında ödün vermedi ve başkan seçildiğinde bunları (65 yaş üzerinde olanlar için Medicare, en yoksullar için Medicaid) kaldıracağını bildirdi.

Trump, yoksulları “himayeci” bir iktisat politikası ile koruyacaktı. Aslında ABD’nin asıl düşmanı Rusya değil, Çin’di. Başkan seçildiğinde, Trump, Amerikan sanayisini baltalayan, işsizliği artıran bu ülkeye caydırıcı gümrükler koyacaktı. Bunun dışında Amerikan sanayi tesislerinin Meksika’ya taşınmasına yol açan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) ilga edecek; onaylama aşamasına gelmiş Pasifikötesi Partönerlik Anlaşmasını da (TPP) onaylamayacaktı. İngiltere’de Brexit oylamasından sonra da sevincini ifade etmiş ve tüm AB milliyetçileriyle gönül birliğini ortaya koymuştu. Bu konuda “Amerika ile paralelliğe” dikkati çekiyor ve “AB’nin çöküş süreci başladı” diyordu. İşte Amerikan seçmenlerinin dün onayladıkları “Great America” programı buydu.

Oylanan buydu, fakat milyonlarca seçmenin istediği aslında hiç de bu değildi. Garip bir şekilde bir ses olmuşlar ve kendilerini devamlı aldatan “establishment”a karşı protesto oyu kullanmışlardı. Belki de asıl seçim daha önce Demokrat Parti içinde yağılmış ve yeni bir ses umudu uyandıran Bernie Sanders’in yenilgisi, Hillary’nin değil, Donald’ın zaferi olmuştu. Gerisi kampanya adına yapılan küfürleşmelerle geçti. Ve sonunda da gerçeklerden uzak, demagojik, Wall Street’in bile güven duymadığı bir “sözlü program” onaylandı. Şimdi herkes bu “program”ın uygulanır olup olmadığını tartışıyor ve Trump’ın kendisi de etrafı yatıştırmaya çalışan bir “balkon konuşması” yaptı.
Oysa olan olmuş, Pandora’nın Kutusu açılmıştı. Ve kimse de bu kutudan kuşların, kuzuların çıkmasını beklemiyor..