Dünyanın bu tarafında güzel şeyler de oluyor: Yazılarıma "Trumpgillerin en dangalağı" olarak birkaç kez konu olan Filipinler Devlet Başkanı (Neo-Ferdinand Marcos veya Trumpgil) Rodrigo Duterte, sonraki seçimde aday olmayacağını ve politikayı bıraktığını açıkladı. Buralarda bunun gönül rızasıyla verilmiş bir karar olmadığını, ABD’nin Duterte’yi tasfiye ettiğini düşünenlerin sayısı az değil. Gerçi seçime katılıp aday olsa bile, kazanması mucize olurdu.

Marcos döneminde Filipinler, ABD’nin Sovyetler Birliği ve Pasifik’teki müttefiklerini (Vietnam, Laos gibi) kuşatma stratejisi için kritik bir üs durumundaydı. Şimdi ise, ABD’nin Çin’i kuşatma politikası açısından tekrar stratejik öneme sahip olmaya başladı. Bu nedenle Amerikan yönetimi, Filipinler’de işbirliği yapabileceği güvenilir bir yönetime (Başkan) ihtiyaç duyuyor. Amerika’nın istediği o yönetim/Başkan, (Trump kopyası) Duterte gibi dengesiz ve güvenilmez biri veya yakın çevresinden birileri kesinlikle değil.

MARCOS’UN OĞLU PİYASADA

Duterte’nin kararı hakkında "Başkanlık adaylığını açıklayan Ferdinand Marcos’un oğlu Ferdinand (Bongbong) Marcos Jr.’ı (yine bir Ferdinand) desteklemek için veya onun lehine adaylıktan çekildiğini" söyleyenler de var. Bu görüşü dile getirenlerin "Peki, o zaman politikayı neden bırakıyor?" sorusuna cevap vermeleri gerekiyor. Oğul Marcos’un Başkanlık seçimine katılması üzerinde durmaya değer bir konu değil. Daha önce de annesi İmelda Marcos aday olmuştu. Bu adaylık ısrarı sadece Marcos ailesinin arsızlığını gösterir, daha fazlasını değil. Marcos (ve ailesi) Filipinleri kendi mülkü gibi görüyordu. Devrilip ülkeden kovulmayı kendilerine ait bu mülkün zorla ellerinden alınması olarak algılıyorlar. Bir de üstlerine yapışan "Ülkeden kovulan/kaçan diktatörün hırsız ve arsız ailesi" imajının haksız olduğunu, bundan rahatsız olduklarını ve düzeltmek istediklerini söylüyorlar. Her yaptıkları bu imajı düzeltmek bir tarafa daha da pekiştiriyor. İmelda Marcos’un yolsuzluk suçları nedeniyle aldığı onlarca yıl hapis cezası ve yargılandığı onlarca dava ortadayken işleri zor.

Diktatörlük günlerde Marcos, ABD için çok kullanışlı bir araçtı. Onun güçlenmesinin kendi işlerine yarayacağını düşünen Amerikan yönetimleri içeride yaptığı insan hakları ihlalleri ve yolsuzluklara vs göz yumdu hatta yönetimine destek verdi. Ta ki raf ömrü dolana kadar. O yıllarda, Amerikan dış politikasında eski Başkanlardan (1933-1945) Franklin Roosevelt’in Dominik diktatörü Rafael Trujillo için söylediği "Evet, o bir son of bitch fakat bizim son of bitch’imiz" ilkesi geçerliydi (adaba mugayir İngilizce sözlerin Türkçesini google’a sorun lütfen). Fakat ABD’nin faşist diktatör Marcos’a verdiği destek istenmeyen sonuçlar doğurdu: İçeride komünistleri güçlendirdi, Amerikan karşıtlığını ve muhalefeti büyüttü. Ülke, başta ekonomi ve hukuk olmak üzere her anlamda çöktü. Bu sonuçlar diktatörün raf ömrünü dolmasına yol açtı.

Roosevelt’in eseri olan yukarıdaki Amerikan dış politika ilkesinin ABD düşmanlığı ürettiğini ve hegemonyasının altını oyduğunu ilk fark edenin Bill Clinton olduğu söylenir. Öyle bile olsa, bu gidişi düzeltmek için bir şeyler yaptığını söylemek zor. Son 20 yılda hissedilmeye başlanan hegemonyadaki gerilemenin Trump’la birlikte iyice su yüzüne çıktığı, fark edilir hale geldiği söyleniyor. Roosevelt’in Amerika’ya armağan ettiği o dış politika ilkesi artık ABD’nin aleyhine çalışıyor. Düzeltmek için mecburen bir şeyler yapmak da Biden’a düştü.

DUTERTE GÖZDEN ÇIKARILDI

Duterte, Biden yönetiminin bu "düzeltme çalışması"nın hedefi oldu ve gözden çıkarıldı. Düşlediği siyasi kariyer/geleceği Biden yönetiminin "Trumpgilleri tasfiye operasyonu"na kurban gitti. ABD yönetimi için şimdi sırada diğer Trumpgiller var. Ayak sürseler bile, ya tıpış tıpış gidecekler ya da "bir şekilde" gönderilecekler (muhtemelen bir uluslararası mahkemenin önüne) ve ülkelerinde barınamayacaklar. Duterte, her ne kadar Trumpgillerin en dangalağı (ve en edepsizi) olsa da, Marcos’u bile gözden çıkarabilen ABD’nin kendisine neler yapabileceğini, onun başına gelenlere benzer "işlerin" kendi başına da gelebileceğini kestirebilecek akla sahip biri.

Duterte döneminde ağır insan hakları ihlalleri yapıldı. Uyuşturucu satıcısı olduğu ileri sürülen binlerce insan polis tarafından sokak ortasında öldürüldü. Uyuşturucu sorunu tabii ki bitmedi, sorun çözülmedi. Çünkü sorun zaten devletin, özellikle polis ve ordunun içinde. Saf dışı edilen "bağlantısız" uyuşturucu çetelerinin yerini daha "sistemli" çalışan "içeriyle" bağlantılı çeteler aldı. Bu konuda "Diktatör Marcos’un yarattığı mafyöz devlet" başlıklı çeviriyi kamuraninnotdefteri.blogspot.com adresinden okumanızı öneriyorum. Duterte, polis ve orduya komünistleri sorgusuz sualsiz öldürülmelerini de söylemişti. Çok sayıda komünistin bu katliam çağrısının kurbanı gittiğini biliyoruz.