İnsanlara umut, heyecan, güven veren ütopyalarımızı ayrıntılandırmak; nefret söylemini, ırkçı, ayrımcı zihniyeti mahkûm etmek bugün her zamankindan daha acil…

Trumpoloji ve sol

Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilişinin üzerinden bir hafta geçti. Baş stratejist olarak ırkçı-şovenist İnternet sitesinin başı Stephen Bannon’u belirlemesi, işin şakaya gelir yönü bulunmadığını gösteriyor. Trump’ı ve benzerlerini doğuran, yükselten küresel koşullar ve direniş olanakları üzerinde, daha çok konuşacağız, tartışacağız.

Bir girizgâh olarak, 10 maddede yeni dünya ahvaline soldan bir bakmaya çalışalım:

1 Brexit; Trump’ın seçilisi; Avrupa’da aşırı sağın yükselişi; Türkiye’de Erdoğan-Macaristan’da Orban-Filipinler’de Duterte benzerlerinin halk kitlelerinden rağbet bulması hep, “neoliberalizm-küreselleşme-liberalleşme” kavramlarıyla ifade edilen, “yeni dünya düzeninin” tökezmelesinin alametleri.

Bu konuda en dikkat çekici tespiti, aşağıdaki sözlerle Francis Fukuyama yaptı: Rekabetçi ve bir o kadar öfkeli milliyetçilikler dünyasına kayma riskimiz çok büyük ve bunun gerçekleşmesi 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana en önemli dönüm noktasına işaret edecek.

Bir anlamda o dönem “tarihin sonu”nu, liberal demokrasi ve serbest piyasacı kapitalizmin nihai zaferini ilan eden en yetkili ağız, kendi tezlerinin sonunun geldiğini itiraf ediyor.

2 Gelir ve servet farklılıklarını derinleştiren, geniş kitlelerin yaşam standartlarını aşağı çeken kapitalist küreselleşmeyi seçmenler artık elinin tersiyle itiyor. 2. Dünya Savaşı sonrası devreye giren, 1980’lerle birlikte neoliberal kulvara atlayarak sermayenin emek karşısında mutlak egemenliğini talep eden, “uluslararası liberal düzen” bizzat merkez karargâhından torpilleniyor; Brexit ve Trump vakaları, Thatcher ve Reagan’la Anglosakson dünyasından yayılan “neoliberal ideolojinin” anayurdundan başlayarak inişe geçtiğini gösteriyor.

3 Özellikle mavi yakalı sanayi işçileri, neoliberalizmin faturayı “kaybedenlere” çıkaran; piyasa düzeni seni ayıklandığına göre, “demek ki yeterince girişimci, çalışkan ve becerikli değilsin” argümanına şiddetle tepki gösteriyor. Bu zihniyeti pompalayan, “think tanklere”; medya organlarında boy gösteren “elit teorisyenlere”, siyasetle-ekonomiyi sıradan insanın dert ve taleplerinden koparıp teknik bir zemine çeken “teknokratik yönetimlere” hınç duyuyor. Dolayısıyla tüm politikacı sınıfı bu gazaptan pay alıyor.

4 Sorun emekçilerin bu öfkelerinin gerçek hedeflere, yani kapitalist düzene, mülkiyet ilişkilerine, emperyalist tasarımlara yönlenmemesinde. Aksine, Trump benzeri demagoglar, kitlelerin reaksiyonlarını Çinlilere-Meksikalılara, göçmenlere, Müslümanlara, eş cinsellere sevk etmeyi beceriyorlar. Tepki duydukları hedefleri salvolayanın zengin, güçlü, “kazanan” statüsünde bulunması, yaşadıkları “aşağılanma” duygusundan bir an sıyrılmalarını sağlıyor. Sunulan kolaycı reçeteler, basit sloganlar, kaybedilen “mesut geçmişin” tekrar yakalanacağına dair nostaljil umutlar sade yurttaşları “yanılsamaya” sevk edebiliyor.

5 Burada sağ popülistlerle-sol popülistleri aynı torbaya sokan “liberal” kolaycılığı mahkûm etmek önem taşıyor. Doğru, popülizmin sağ ve sol versiyonlarının, bütünlüklü programlara; ideolojilere başvurmadan, sıradan insanın tepkilerine pratik çözümlerle karşılık verebilme; akıldan çok duygulara hitap edebilme gibi benzer yönleri bulunabilir. Trump örneğinden hareketle, sağ popülizm, vergi oranlarının düşürülmesi, finansal spekülasyonların tamamen serbest bırakılması, sosyal güvenlik ve sağlık programlarının budanması gibi yoksullar aleyhine, zenginler çıkarına öneriler içeriyor. Halbuki en fazla Hugo Chavez ile özdeşleşen sol populizm, mülkiyet ilişkilerine müdahale etmeden, kamu kaynaklarını yoksullar lehine kanalize eden; tercihlerini ayrıcalıklılar değil, altta kalanlar lehine kullanan bir anlayış olduğu için farklılaşıyor.

6 Sosyalistler bir yandan kendi bağımsız stratejilerini-programlarını inşa eder, örgütlenmelerini geliştirirken; öte yandan konjonktüre göre ABD’de Sanders, Britanya’da Corbyn benzeri “sol” akımları “destekleme-etkileme-yönlendirme” misyonunu da üstlenebilirler. Benzer biçimde İtalya’da 5 Yıldız hareketinin sol damarına destek, reaksiyoner sağ yönelimlerine de eleştiri temelinde “objektif” bir pozisyon alabilirler.

7 Sınıf ve sömürü eksenini temel alan, bu anlamda işini kaybeden-yaşam standardı gerileyen kesimlerin şikayetlerine ekonomi zemininde çözüm arayan “eşitlikçi” bir konumlanış, tabii ki kapitalist küreselleşmeye karşı mücadele temelinde hayatidir. Ne var ki, “politik doğruculuğu” küçümseyen; kadın haklarını, insan haklarını, insanın kendi bedeni üzerinde söz hakkını, kültürel çoğulculuğu ıskalamayan “özgürlükçü” bir hat tutturulması da ihmal edilmemelidir.

8 Teknolojinin gelişmesi, sosyal medya ortamının sunduğu olanaklar, faşist-ırkçı sağın da buralardan beslenmesine, sol ile biçimsel benzerlikler taşıyan propaganda yöntemleri benimsemesine yol açıyor, zaman zaman kafa karışıklığı yaratabiliyor. Bizdeki “Conversli Genç Siviller” benzeri, ABD’deki Alt-sağ akım ve Avrupa’daki iz düşümlerinin eylem biçimlerinden öte mesajlarının içeriğine yönelmek kritik önemde. Bu nokta da Judith Butler’ın Zeit Online söyleşisindeki:

Eğer bir grup sağ-kanat ırkçı bir araya gelir, kamusal alanın ırkçılara kucak açmadığını söylerlerse, bu gerçekte başkalarını dışlama hakkını talep etmek anlamını taşır. Onlar toplanabilmek ve ırkçı ve dışlayıcı projeleri için kamusal alan yaratmaya çalışıyorlardır. Bu da ne niyette, ne de sonuçta demokratik sayılabilir.

9 Demokratik değerleri hiçe sayan, hoşgörüyü reddeden, aydın ve okumuşları hedef tahtasına koyan bir akım, dünyanın farklı coğrafyalarında yaygınlaşıyor. Trump sonrası, bu değerlerin en fazla kök saldığı, Batı ve Doğu şeridindeki eyaletlerde tepki ve protesto dalgası yükseliyor. Eğitimli kitlelerin geleceklerini Kanada, Avustralya gibi, göreceli “hoşgörü” cennetlerinde arama eğilimleri güçleniyor. (Bu arayışlara bir yerlerden aşinasınız değil mi?) Fransa’da Marie Le Pen’in, sevinç çığlıklarına, dayanışma mesajlarına aldanmayın; evrensel değerlere, ortak paydalara, gerçek enternasyonalist bağlara sahip olma potansiyeline sadece solcular, sosyalistler sahiptir, milliyetçiler, ırkçılar değil. Yeter ki bu bağları güçlendirelim, ortak ruh hallerini ortak mücadele potasına akıtabilelim.

10 Trump zihniyetinin sadece bugünü ilgilendiren değil, gelecek kuşakların da geleceğini karartma riski taşıyan yönelimi ekolojiyle ilgili. Yetersiz de olsa, Paris İklim Anlaşmasını reddeden, ekolojik tehditleri “liberal bir safsata” diye nitelendirilen zihniyetin reddi; yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin aciliyeti bugün daha da büyük önem taşıyor.
Son söz: İnsanlara umut, heyecan, güven veren ütopyalarımızı ayrıntılandırmak; nefret söylemini, ırkçı, ayrımcı zihniyeti mahkûm etmek bugün her zamankinden daha acil… Türkiye’de, ABD’de, tüm yeryüzünde…