Başlıktaki sözcük, 7 Ekim 1992’de onu konuşan son kişinin de ölümüyle yok olan bir dile ait. Ubıh diline… Anadolu’da kendi dillerini ve kültürlerini yaşatmak için çabalayan Çerkeslerin bir evladı olarak Tevfik Esenç; Manyas’ın Hacıosman köyünün efsane adamı, 7 Ekim 1992’de yaşamını yitirene kadar, dünyanın dilbilimcileriyle de birlikte çalışarak, bu dili yaşatmak için çırpındı durdu. Ancak, […]

Başlıktaki sözcük, 7 Ekim 1992’de onu konuşan son kişinin de ölümüyle yok olan bir dile ait. Ubıh diline…

Anadolu’da kendi dillerini ve kültürlerini yaşatmak için çabalayan Çerkeslerin bir evladı olarak Tevfik Esenç; Manyas’ın Hacıosman köyünün efsane adamı, 7 Ekim 1992’de yaşamını yitirene kadar, dünyanın dilbilimcileriyle de birlikte çalışarak, bu dili yaşatmak için çırpındı durdu.

Ancak, “Son Ubıh” olarak anılan Esenç’in diline ölümcül darbe tam 155 yıl önce başlıktaki sözcükle vurulmuştu: Sürgün! Ubıhça artık yok olmuş dillerinden biri…  

BirGün’deki ilk yazılarımdan birinde, 21 Mayıs’a denk gelen bir yazı olmalı; “Siz hiç balık yemeyen bir halk tanıyor musunuz? Hemen yanı başımızda yaşayan, bizimle ağlayıp bizimle gülen Çerkeslerin balık yemediklerini biliyor musunuz?” diye sormuştum.

21 Mayıs, Çerkesler için “Soykırım ve Sürgün” günü. Bu yıl da, ilk anmayı, bu topraklarda karaya ilk ayak bastıkları yerlerden biri olan Kefken yakınlarında Karaağaç köyünde yaptılar, Babalı köyü sahilinde “Nart ateşi” yaktılar. Sürgünde ölenler anısına denize karanfiller bıraktılar. Ardından, İstanbul’da Rus Konsolosluğu önüne kadar yürüdüler ve “Büyük Çerkes Soykırımının 155. yılında biz yine muhatabın karşısındayız” diyerek adalet çağrılarını yinelediler.

Yıllar önceki yazımın sorularını şöyle yanıtlamıştım: “Şeyh Şamil isyanı bastırılınca, Batı Kafkasya halkının yüzde 90’ı Osmanlı topraklarına sürüldüler. Hayvan taşımakta kullanılan Osmanlı ve Rus gemileri, tıka basa ‘yükledikleri’ Adige ve Abhazları, Karadeniz’in karşı kıyısına taşıdılar. Çarlık Rusyası’nın askerleri, gidenler geri dönmesin diye, köylerini yaktı, yıktı, yerle bir etti. Gemilere doluşan insanların ancak yüzde 50’si ulaşabildi menzile. Gemilerde ölenler, gözyaşları içinde Karadeniz’in kara sularına bırakıldılar. Balıklara yem oldular. İşte tarihin en trajik yolculuklarından biri olan bu sürgünden sonra Çerkesler ağızlarına balık koymadılar. Karadeniz’e kıyısı olan Adige ve Abhazya cumhuriyetlerinde balıkçılık yapılmadı. Çerkesler, Karadeniz’in balıklarında o sulara bıraktıkları canlarını gördüler. Balık yemediler, yiyemediler…”

Tarihçi Kemal Karpat’a göre, 1859-1879 arasında sürgün edilen Çerkeslerin sayısı 2 milyon civarındadır ve bunlardan 500 bini Osmanlı topraklarına ulaşmadan yaşamlarını yitirmiştir. Trabzon’daki Rus konsolosunun yazdığı bir rapor, ölümlerin insanların tıka basa dolduruldukları gemilerden karaya çıktıklarında da sürdüğünü göstermektedir: “Trabzon’a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada (Batum) bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4.650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğü haberini aldım.”  

Bu süreçte bazı Çerkes halkları tamamen yok olmuş, Ubıhlar yok olmanın eşiğine gelmişti. 1834 yılında nüfusları 573 bin olarak kaydedilen Adıgeler’in nüfusunun 1867’ye gelindiğinde 44 bine düşmüş olması trajedinin boyutunu gösteren bir başka veridir. 100 yıldan uzun süren Rus-Çerkes savaşlarının 21 Mayıs 1864’de sona erişi, kimi Çerkes halkları ve dilleri için sonun başlangıcı olmuştur.

Çerkesler’in Rusya’dan; resmi bir özür, “soykırım ve sürgün”ün kabulü, çifte vatandaşlık ve Kafkasya’ya geri dönüşün kolaylaştırılması gibi talepleri var. “Soykırım ve sürgün”ün tanınması Türkiye’den de beklentileri.

Tsitsekun! 

Bu sözcüğün dili yok oldu, ancak “sürgün”ler devam ediyor. İnsanlar kâh savaşlar, kâh ekonomik nedenlerle dünyanın orasından burasına sürünüyorlar.