Tuhaf Şeyler Oluyor’u okumak yazarın ne yapmaya çalıştığını anlamakla da ilgili bir deneyim. Okur hem kendi hem yazarın derinliklerinden söktüklerini yeniden örerek yol almak zorunda

Tuhaf bir güzellik

EYLEM ATA GÜLEÇ

Tuhaf Şeyler Oluyor’u okumak yazarın ne yapmaya çalıştığını anlamakla da ilgili bir deneyim. Okur hem kendi hem yazarın derinliklerinden söktüklerini yeniden örerek yol almak zorunda.

Elinizde iyi bir kitap tuttuğunuzu hissettiğiniz ancak kitabın ruhuna ulaşamadığınız, metni zihninizde bir yere oturtamadığınız durumlar olmuştur. Kelly Link’in Tuhaf Şeyler Oluyor isimli öykü kitabı böylesi bir kitap. Link’in öyküleri sakin bir okuma süreci istiyor. Öykülerde belirsizlik öylesine baskın ki olta suya hızlı daldırılırsa yok denecek kadar az balıkla yetinmek gerekecektir. Atmosferi yakalamak, olayları takip etmek, karakterlerin portresini çizmek epey zor olsa da öykülere bir yerinden dâhil olmayı başardığınızda metni sökmeye elverişli hale geliyorsunuz. Öykülerdeki parçalı anlatımsa sökme işinin epey incelik gerektirdiğini gösteriyor.

Ölü bir adamın karısına yazdığı mektupları içeren Karanfil, Zambak, Zambak, Gül öyküsünde anlatıcı nasıl öldüğünü de karısının ismini de unutmuştur. Ama dördüncü sınıfta dayak yediği kızın adını -Looly Bellows- hatırlıyor. Hatta karısının kedisinin adını bile hatırlıyor. (Dikkatli okur bu isimleri akılda tutmalı, tekrar karşısına çıkabilir.) Öyleyse bu adam hakkında okur ne düşünmeli? Nasıl biri var karşımızda? Ölü adamın zihni neden önemli şeylere kapalıyken önemsizlere açık? Yoksa asıl önemli olanların önemsiz gibi görünmesinden mi? Bilmiyoruz. Ama anlamaya çalışmaktan başka çare yok.

tuhaf-bir-guzellik-439367-1.Bu öyküdeki mektubun ikinci paragrafında “Omzumda küçük bir iz var. Celeste? Son seviştiğimizde beni ısırdığın yerde” dedikten sonra dördüncü paragrafta tatilde kumsala isimler yazdıklarından bahsediyor. İsimler arasında Looly Bellows’un adı da var. Anladığımız kadarıyla anlatıcının zihni pek oynak. Mektuplarda daldan dala sıçrayıp önemsiz gibi görünen pek çok detaydan söz ediyor. Okur bu parçalardan hangisinin imgesiyle yola devam edeceğinden emin olamıyor ama okumayı sürdürmek için güçlü bir istek oluşmuş durumda.

Satırları didikledikçe, anlatıcının Looly Bellows’tan dayak yeme nedeninin kızın peruğunu kaldırması olduğunu öğreniyoruz. Sonra kafasından yumurta büyüklüğünde bir tümör çıkarıldığını ve kızın öldüğünü de. Ama bu öykünün Looly’nin ölümünü anlatmak için yazılmadığı belli. Didiklemeyi sürdürmek zorunda olduğumuzu anlayıp devam ediyoruz. Ölü adamın hatırladığı şeylerden biri, karısının kedisi, Ağaç. Bulunduğu yerde hortlakların ona verdiği isim de Ağaç. Mektuplardan birinde karısının odasına girmek için bahçedeki ağaca tırmandığını okuyoruz. Sonunda sabırlı okurun kucağında hortlakların, Looly’nin, Ağaç’ın ve başka pek çok ayrıntının düğüm olmuş harika yumağı kalıyor.

Kitaptaki öykülerin giriş cümleleri -iyi bir öyküden beklendiği şekilde- ilgi çekici. Mesela Uzmanın Şapkası iki çocuğun garip diyaloğuyla başlıyor. “Samantha, ‘Ölüysen o zaman dişlerini fırçalamak zorunda değilsin…’ diyor. Claire, ‘Ölüysen, diyor, bir kutuda yaşarsın ve etraf daima karanlıktır ama asla korkmazsın.”

Bu öykünün okuru bilindik, gerçek düzlemden kopmaya başka bir boyuta taşınmaya ikna eden bir anlatımı var. Aynı zamanda yazarın üslubuna yaklaşmak için de fırsat veriyor. Öyküde babalarının bakıcıya emanet ettiği iki kız çocuğunun bakıcıyla oynadıkları oyun anlatılıyor. Bakıcı kuşku uyandıran bir karakter, çocukların ölü olma oyununa doğallıkla dâhil oluyor. “Bakıcı ‘ölüysen diye tersliyor, hava hep çok soğuk ve rutubetlidir, ayrıca çok ama çok sessiz olman gerekir, yoksa Uzman seni kapar.” Üçü birlikte tavanarasına çıkıyorlar. Tavanarasında çiviye asılı bir nesneyi kurcalıyorlar. Bakıcı bunun Uzman’ın şapkası olduğunu ve her türlü sesi çıkarabildiğini söylüyor. Oyunu coşkuyla sürdürüyorlar. Öykü hayali, üst bir boyutta ilerlerken birden okuru iterek gerçeğin kucağına düşürüyor. Nasıl mı? Bakıcının ikinci düzlemde şapka tarafından ısırılan elindeki kanı gerçek düzlemde emmesi sağlanarak. “Bakıcı avucunu emerek, ‘Hayır, diyor, yatma vakti geldi.”

Link’in öykülerinde gerçek olanla tekinsiz olan iç içe durumdadır. Olmayacak şeyler metinde yaratılan atmosferin gücüyle olduruluyor. Anlatının sunumuna ikna olduğunuzda abartılı durumlar öyküye coşkulu bir ritim kazandırıyor. Örneğin, anne babasına duyduğu özlemin gücüyle görünmez olan çocuğu, kötü şans kokan pelerini, çeşit çeşit takma burnu olan babayı, tavus kuşları köşeye sıkıştırdığı için havuza düşüp ölen anneyi yadırgamıyorsunuz.

Kitabın sonlarına doğru imgeler -yazar tarafından bilinçli olarak- iyice savruluyor. Okur tam bir debelenme halinde kalıyor. Çatallanmış pek çok yoldan hangisinde yürüyeceği konusunda fikir vermemekte direnen yazarın baskısını üzerinde hissediyor. Bu deneyimin nasıl sonuçlanacağı okurdan okura ve kaçıncı okumanın yapıldığına bağlı olarak değişecektir. Tuhaf Şeyler Oluyor’u okumak yazarın ne yapmaya çalıştığını anlamakla da ilgili bir deneyim. Okur hem kendi hem yazarın derinliklerinden söktüklerini yeniden örerek yol almak zorunda.