İnsan bir şehri çocuk kalbiyle severse hep sever. İnsan bir şehre çocuk gözüyle bakarsa hep iyilikle bakar. İnsan bir şehre çocukluğunu görmeye giderse şiirle gider, şiirle döner. İyi ki o şehre gittim, iyi ki orası ‘yeni’ görgüsüzlüğüne uğramayan, ‘eski’ bir şehirdi

Tuhafiye: Şiire ve şehre övgü

“Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” deyişine katılırım Yahya Kemal’in. O bunu İstanbul için söylemiştir, ben de bir semt olarak sevdiğim bir şehir için tekrarlarım. Türkiye’nin en güzel semti diyelim, Eskişehir için. Karanlığın bir çöl gibi yayıldığı, uzadığı, gözümüzü yakan bu karanlıktan ve gönlümüzü kavuran bu çölden nasıl kurtuluruz duygusunun her şeyin yerini aldığı bu ‘çok çiğ çağ’da Eskişehir bir vaha gibi.

İnsan yıllar sonra çocukluğunu görmeye gittiği bir kenti, hiç olmazsa o eski haliyle bulmak, yeniden yaşamak ister. Yoktur öyle bir şehir. Şehirler değişmiş, insanlar değişmiş, adetler değişmiş, daha da acıklısı renkler değişmiştir. Yazın rengi solmuştur, bir zamanlar sevincin köpürmesi gibi yükselen sular çekilmiştir, çarşılardan sesler çekilmiştir, çünkü kadınlar şehirlerden çekilmiştir. Kadınlar şehirlerden çekiliyorsa bu bir kara haberdir. Güzün yaklaşması, kışın çökmesi değildir bu. Bir daha kalkmayacak bir karanlığın ağırlığıdır.

Anadolu’nun ortasında ve doğusunda uç veren yeni mevsimdir bu. Koyu, ağır, buyurgan ve ezici. Oysa Hayat mecmuasının ortasındaki ucuz manzara resimleri gibiydi eski mevsimler. Hafif, uçucu, yazlık sinemaların tahta sandalyelerinde uyuya kalmış, üstü anne hırkalarıyla, baba ceketleriyle örtülen çocuklar gibiydi mevsimler ve şehirler. Her mevsim gibi her şehir de kendine benzerdi. Ve o şehirlerin pek çoğunda kadınlar erkeklerin kolunda çay bahçelerine, bira bahçelerine giderdi. Şimdi niye kadın cinayetleri çoğaldı diye sağa sola bakınıyor herkes. Kendisine bakan yok. Çünkü kadınlar artık biat kültürünün köleleri oldu, ve onlar için öngörülen ev rejimiyle kadın sistemin kapatması oldu, kadının sokağa çıkması ahlaksızlık olarak bir numaralı cinayet nedeni sayılmaya başlandı. Kadınların sokağa çıkmadığı, çıkamadığı şehirler, şiirsiz şehirler. Kadın yoksa şiir de yoktur, şehirde kadın yok bu ne kederdir diye yazıklanmak gerekir.

İnsan bir şehri çocuk kalbiyle severse hep sever. İnsan bir şehre çocuk gözüyle bakarsa hep iyilikle bakar. İnsan bir şehre çocukluğunu görmeye giderse şiirle gider, şiirle döner. İyi ki o şehre gittim, iyi ki orası ‘yeni’ görgüsüzlüğüne uğramayan, ‘eski’ bir şehirdi.Ve orası bir şehirdi, çünkü şiiri vardı. Şehirdi, çünkü kadınlar sokaktaydı, üstelik gece ve gündüz, parklarda, caddelerde, nehir kıyısında. Şimdi şiir kadınların özgürce sokaklara çıkması, özgürce kahkaha atması ve asla biat etmemesidir. Nazım Hikmet’in ümidin ve kadınların düşmanlarına karşı yazdığı şiirdeki gibi, “Ve elbette ki sevgilim elbet/dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya/dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla/bu güzelim memlekette hürriyet”. İşte Eskişehir o şiirdir.

Eskişehir Uluslararası Şiir Buluşması 5. yılına girerken çocukluğun şiirin anayurdu olduğunu da bir kez daha hissettim. Çocukken içinden geçtiğim şehir şimdi şiir olarak yeniden karşıma çıkıyordu işte. Yoksa çocukken içinden geçtiğim şiir mi beni içinden geçiriyordu? Öyleyse şehir de şiir de, tıpkı şarkının dediği “bir nefes gibi” ruha can üflüyordu ve can o ruhla kendinden geçiyordu. Buralar edebiyat, biz şiire dönelim...

Eskişehir’de hayatı canlandıran, renklendiren, neşe katan, yerel yönetimlerin özgür, insanca, kardeşlik içinde ve kimseyi ötekileştirmeyen bir yaşam biçimi sunabileceğini gösteren Tepebaşı Belediyesi ve sevgili başkanı Ahmet Ataç 5 yıldır bu festivalin yapılmasını sağlıyor. Tıpkı Sanat Çalıştayı ve Pişmiş Toprak Sempozyumu’nu da aynı inanç ve kararlılık içinde gerçekleştirdiği gibi, şehrin şiir ve şiirin de Eskişehir olduğunu gösteren bu buluşmaya evsahipliği yapıyor. Bu şiirin sokağa çıkması demek, şiirin sokağa çıkması kadınların sokağa çıkması demek, öyleyse şiir herkes için özgürleştirici bir ruh. İşte Tepebaşı Belediyesi’nin yaptığı şey şehrin bu güzel ruhunu korumak, onu hep taze tutmak.
Özdemir İnce ile başlayan onur konukluğu Enis Batur, Cevat Çapan ve Ataol Behramoğlu ile sürdü, bu yıl da Eray Canberk Eskişehir Uluslararası Şiir Buluşması’nın onur konuğu. 28-31 Mayıs 2015 günlerinde gerçekleştirilecek buluşmada dünyadan 9, Türkiye’den 30 şair yer alıyor. Macaristan, Lüksemburg, İskoçya, Fransa ve Danimarka’dan, Ankara, İzmir, İstanbul, Eskişehir ve Türkiye’nin dört yanından yaşları, kuşakları, şiir anlayışları, inançları, dünya görüşleri farklı şairler. Farklılıklarıyla zengin ve renkli bir şehre de böyle bir buluşma yakışır, farklılıkların buluşması. Bu yıl BAU Medeniyetlerin Sesi Korosu ile Müzik Kutusu toplulukları da şiir-müzik buluşmasını gerçekleştirecekler.
‘Neredesin Aziz Nesin, neredesin Melih Cevdet Anday?’ diye döne döne sorduğumuz, yana yana aradığımız aydınlarımızı, bilgelerimizi de 100. doğumgünleri vesilesiyle panellerde konuşacağız. Nazım Hikmet Ödülü’nü İm Bilse Er Ölmes kitabıyla kazanan Mahmut Temizyürek’ten Nazım Hikmet’i ve Don Kişot’u dinleyeceğiz. Hüseyin Duygu Danimarkalı 4 şair ile ‘kuzeyin şiiri’ni konuşacak. Eray Canberk’in şiiriyle ilgili bir etkinlik olacak. Ve elbette Eskişehir’in has evladı, oğlumuz, kardeşimiz, canımız Ali İsmail Korkmaz için, onun kuşlar su içsin diye yağmura bakan ellerine şiir bırakacağız, Ali İsmail için onun yanıbaşında şiirler okuyacağız, onu sevgiyle, mahcubiyetle anacağız.

Bu bir şiire ve şehre övgü yazısıdır. Ali İsmail’e, çocukluğa, gençliğe, kadınlara, şiire, şairlere, sokaklara, parklara, hazirana övgü yazısıdır. Şiire dönüp çocuklukla, çocukluğa dönüp şiirle gelme yazısıdır. Şiire, şehre ve Uluslararası Eskişehir Şiir Buluşması’na davet yazısıdır.