Erdoğan-AKP iktidarını ayakta tutacak tek şey, devletin şiddet aygıtlarının daha etkin ve sert şekilde kullanılması ile sokak gücünün, milislerin ve SADAT gibi yasadışı derinliği olan örgütlerin harekete geçirilmesiyle mümkündür.

Tükenen iktidar her an çökebilir

İslamcı totaliter iktidarın bütün meşruiyeti tükenmiş görünüyor. Diğer bir ifade ile gerici-faşizan rejimin yaslandığı bütün iç ve dış dinamikler değişmiş durumda. Ancak, bu nesnel duruma karşın siyasal İslamcı hareket direniyor. Dinci kadro, iktidarı sürdürmek ve İslami bir rejim kurmak konusundaki ısrarını sürdürüyor. Bu ısrar, toplumsal gelişimin, ülkenin tarihsel ilerleyişinin önünü tıkıyor. Bu çelişkinin yarattığı şiddetli gerilimin daha fazla sürdürülemeyeceği, deyim uygunsa tarihsel “nass” düzeyinde bir sosyolojik yasa oluyor.

Toplumun ve ülkenin önünde bir ikilem bulunuyor. Bu ikilem şudur; ya dinci totaliter iktidar değişecek/düşecek ve ülke restorasyoncu da olsa demokratik bir rotaya girecek ya da ülke açık zora dayalı bir islamcı-faşist rejime savrulacak. İkinci olasılığının her geçen gün zayıfladığını, ancak riskin ya da tehlikenin devam ettiğini söyleyebiliriz. İkilem böyle olunca, meşruiyetini tüketen ve gücünü yitiren AKP-MHP iktidarının, bir anda ve hiç beklenmedik şekilde çökebileceğini öngörebiliriz.


Bu durumda Erdoğan-AKP iktidarını ayakta tutaca tek şey devletin şiddet aygıtlarının (adliye-polis) daha etkin ve sert şekilde kullanılması ile sokak gücünü, milisleri ve SADAT gibi yasadışı derinliği olan örgütleri harekete geçirmesiyle mümkündür.

AKP HIZLA SONA YAKLAŞIYOR

Beni izleyenler bilir, yaklaşık altı yıldır, zaman zaman gerek yazdığım bazı yazılarda gerekse çıktığım kimi televizyon programlarında AKP iktidarının tarihinin en güçsüz döneminden geçtiğini, hızla sona doğru gittiğini ve ömrünün fazla süremeyeceğini belirttim. Erdoğan yönetiminin bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitirdiğini ve bu nedenle tarihsel ömrünü doldurduğunu ileri sürdüm. Bu öngörüm şaşkınlıkla karşılandı. Öyle ya, AKP kendi iktidar tarihinin en güçlü döneminde görünüyordu. Ben ise, tam tersine AKP iktidarının paradoksal olarak gücünün zirvesinde sanıldığı aşamada, gerçekte kendi tarihinin en zayıf döneminden geçtiğini vurguluyordum.

Aradan altı yıl geçti, Erdoğan ve AKP iktidarı devam ediyor. Dolayısıyla ister istemez, "AKP iktidarı gitti gidiyor, bir yıl sürmez gider diyordun, ama hala işbaşında, yanılmadın mı" diye sorulabilir. Bu soruya hem “evet” hem de “hayır” diye yanıt verebilirim.

Bu altı yıl içinde neler olduğunu anımsatmak isterim; 1 Nisan 2016 tarihinde o dönem imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni olduğum ABC Gazetesi’nde yayımlanan yazımda Türkiye’nin bir darbeye doğru sürüklendiğini açıkça belirttim. Ülkenin bir darbeyi doğru sürüklendiğini o yazıdaki açıklıkla yazan ya da söyleyen başka kimse yoktu. Bu yazıdan sadece 3,5 ay sonra 15 Temmuz 2016’da Fethullahçı Çete kanlı bir darbe kalkışmasında bulundu. AKP iktidarı "neredeyse" gidiyordu, hem de daha bir yıl dolmadan. Erdoğan iktidarı krizi bir fırsata çevirerek darbe içinde darbe yaptı ve cumhuriyet kurumlarından ayakta kalanları da tasfiye etti.

Ardından, Başkanlık Anayasası için 16 Nisan 2017’de referanduma gidildi. Ancak, dar bir oligarşik iktidara dönüşen Erdoğan-AKP kliği sandıkta kaybetti. Yine "neredeyse" gidiyordu. Ancak, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) marifeti ve sahte oyları geçerli sayan yasadışı kararıyla adeta referandumu gasp ederek iktidarda kaldı. Eğer muhalefet, 16 Nisan akşamı, o seçim sahtekarlığı ve yasadışı operasyon karşısında halktan oylarına ve iradesine sahip çıkmasını isteseydi, tablo bugün çok farklı olabilirdi.

Sonuç olarak, benim sözünü ettiğim o bir yıl (süreç) gerçekte devam ediyor. Yani hala o yılın içindeyiz. Uzayan bir yıl bu. Tıpkı büyük Türk (Kırgız) yazar Cengiz Aytmatov’un o büyülü romanının adı gibi bazı tarihsel dönemeçlerde “Gün uzar yüz yıl olur” bazen de bir yıl uzar ve bir sürece dönüşür. Çünkü, Erdoğan-AKP iktidarı altı yıldır gitmeye en yakın noktada duruyor.

Bütün sorun, tarihin çağrısına uyacak ve gereğini yapacak bir muhalefet hareketinin bulunmasıdır. Belki günümüzün farkı, bu muhalefet boşluğunun bir ölçüde doldurulmuş olmasıdır.

İKTİDAR AŞKI GERİLİMİ ARTIRIYOR

Yukarıda da ifade ettiğim gibi; AKP’nin tarihsel ve siyasal ömrünü doldurmasına karşın iktidarda tutunmaya çalışması, ülkede gerilimi artıran en önemli etkeni oluşturuyor. Yaklaşık 6 yıldır, yani 2015 Haziran’ından beri Erdoğan-AKP iktidarının, siyasal ömrünü uzatmak konusundaki ısrarı ülkenin yaşadığı krizin temel nedenidir. Ülke içinde alabildiğine daralmış bir desteğe sahip olan AKP iktidarı, dışarıda ise yalnızdır.

AKP yönetimi, 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren iktidarı zorla, tehditle ve hileyle elinde tutuyor. Toplumun seçim sandığına inancı ve güveninin ülke tarihinin en dip noktasında olduğu izleniyor. Öyle ki, 16 Nisan 2017 referandumunun da ardından yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de meşruiyetinin bulunmadığı, seçimi gerçekte AKP’nin ve İslamcı oligarşinin kaybettiğini bir kez daha vurgulamak gerekiyor.

Zaten Fethullahçı çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra oluşan atmosferden, yani “bunlar seçimle gitmeyecekler” şeklindeki bir kanaatin güç kazanmasından destek almıştı. Değilse, o kadar kötü bir planlamaya dayalı bir çılgınlığa kalkışılamazdı.

Yukarıda da belirtildiği gibi, 15 Temmuz darbesinin yarattığı krizi fırsata çeviren AKP iktidarının gerçek programı (gizli ajandası) insanlığın ilerici birikimine yönelik açık bir saldırının başlatılması, çağdaş yaşam tarzına yönelik aşağılayıcı tutumun derinleşmesi, Cumhuriyet kurumlarının sakınmasız şekilde imha edilmesi ile açığa çıktı.

AKP iktidarı, İslamcı siyaset sınıfı, dinci entelijansiya ve yeni zenginleşen muhafazakâr sermaye kesimlerinden oluşan oligarşik bir grubun totaliter rejimine dönüştü. Sermaye biriktirme ihtiyacı ve hırsı, dizginsiz bir yağma düzeni yarattı. Dahası dincilik/islamcılık, yeni bir sermaye birikim yöntemi haline geldi.

KÜRESEL İŞLEVİNİ DE KAYBETTİ

Uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç işlevi gören AKP’nin bu konumunu kaybettiği de artık kesindir. AKP’nin, sermaye içi daha dar dinci bir çevreye ve bu kesimlerle uzlaşan radikal güçlere dayalı faşizan bir rejim kurmaya yönelmesinin temel nedenlerinden biri de budur.

Erdoğan-AKP iktidarı, her şeye karşın, rejim değişikliğini tamamlamak ve ülkeyi öngördüğü siyasal ve toplumsal hedeflere taşımak konusundaki ısrarını sürdürüyor. Bu ısrar bütün toplumu geriyor. Türkiye, boğazını sıkan gerici-faşizan bir iktidardan kurtulmanın demokratik yol ve yöntemlerini arıyor. Eğer bu yol tıkanırsa ülkenin bir iç çatışmaya sürüklenmesi kaçınılmaz görünüyor.

Bu nedenle, uzun süredir etkili ve güven veren bir iktidar alternatifi bulunmayışının yarattığı karamsarlık havasının ilk kez dağıldığı ve bir iyimserlik rüzgârının estiği ortamı/havayı, toplumda oluşmaya başlayan karanlıktan çıkış umudunu büyütmek gerekiyor. Değilse, belirsizlik ve tedirginlikten kaynaklanan toplumsal anksiyetenin bir panik atağa dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor. Böyle bir toplumsal panik atağın nasıl sonuç yaratacağını ise kestirmek zordur.

Erdoğan-AKP iktidarının her an çökme olasılığı tarihsel, toplumsal ve siyasal meşruiyetini ve gücü tüketmesinden kaynaklanıyor. Bu çöküş birden bire ve herhangi bir nedenle gerçekleşebilir. Aktüel neden, MHP’nin koalisyondan kopması, AKP’nin bölünmesi ya da beklenmedik bir başka gelişme olabilir.