Bugün kredi göstergelerini okuyarak krizin gidişatı hakkında bilgi edinebiliyoruz, fakat aynı zamanda son 16 yıla baktığımızda bugünkü krizin nedenlerine de borçlanma üzerinden varmak mümkün oluyor. Dolayısıyla bugün kredi hacmindeki daralmayı tersine döndürecek, ücret artışı öngörmeyen uygulamalar krizle gerçekçi bir mücadeleyi değil, krizin zamana yayılmasını ortaya koyuyor. BORCA DAYALI TÜKETİM Türkiye ücretlerin düşük, baskılanmış olduğu bir […]

Bugün kredi göstergelerini okuyarak krizin gidişatı hakkında bilgi edinebiliyoruz, fakat aynı zamanda son 16 yıla baktığımızda bugünkü krizin nedenlerine de borçlanma üzerinden varmak mümkün oluyor. Dolayısıyla bugün kredi hacmindeki daralmayı tersine döndürecek, ücret artışı öngörmeyen uygulamalar krizle gerçekçi bir mücadeleyi değil, krizin zamana yayılmasını ortaya koyuyor.

BORCA DAYALI TÜKETİM

Türkiye ücretlerin düşük, baskılanmış olduğu bir ülke. Buna rağmen ekonomik büyümeye önemli bir katkı tüketimden geliyor. Nasıl oluyor derseniz, muazzam bir tüketim pompalamasıyla oluyor. Gelirinin 10 katına kadar borçlanma imkânı yaratılan, cebinde her bankanın kredi kartını taşıyan bir nüfus düşünün. 2013 öncesi uluslararası sermaye girişlerinin bol olduğu, kredi faizlerinin bugüne kıyasla düşük olduğu zamanlarda borç döndürülebilir durumdaydı ve yüksek bir tüketim seviyesini yeterli ücret artışı olmadan karşılayabildik, bu şekilde ekonomik büyümeye önemli bir katkı sunduk.

Bugün ise hava tersine döndü, kur ve faiz arttı ve borçlanma maliyetli hale geldi. İnsanlar tüketimlerini kısarken, borçlarını da borçla kapatma yoluna girdiler. Buna rağmen kredilerde ciddi bir düşüş var. Bu durum, krizin derinleştiğini, bireylerin ve şirketlerin tüketimlerini kıstıklarını, talepteki ciddi gerilemeyi gösteriyor.

TEMEL İHTİYAÇLARA YETMİYOR

Kredilerle ilgili bir veri var ki önemli. Türkiye Bankalar Birliği (TBB) rakamlarına göre toplam kredi kullanan kişilerin yüzde 46’sı, geliri 0 ila 2.000 TL arası yani asgari ücretin altında olanlardan oluşuyor. Bu guruba asgari ücretlileri ve geliri 3.000 TL olanları da eklersek toplam kredi kullananların yüzde 57’si yapıyor. Türkiye’nin uzun zamandır yüksek enflasyon ve düşük ücretli ülkeler liginde olduğunu düşünürsek, bu borçların önemli bir kısmının yaşamsal ihtiyaçlar için yapıldığını düşünebiliriz. Tüketici kredilerinde, özelde ihtiyaç kredilerinde 2017’den 2018’e hem kullanılan miktarda hem de kişi sayısında önemli bir düşüş, bunun yanında kredi kartlarında da yüzde 18’lik artış gözleniyor. Bu da, ücretli kesimin giyim, beyaz eşya ve mobilya gibi ertelenebilen harcamalarını ertelediği, fakat gıda masrafları gibi zorunlu tüketimlerini de kredi kartlarıyla gerçekleştirdiği ortaya çıkıyor.

KRİZDEN ÇIKIŞ POLİTİKASI

2018 ilk çeyrekte tüketimin büyümeye katkısı 6,7 puan iken, bu katkı üçüncü çeyrekte 0,7 puana düştü. Tüketimdeki daralmanın mart ayı içinde açıklanacak 2019 1. Çeyrek büyüme verilerinde de devam edeceği şimdiden belli. Ekonomik büyüme yaratabilmek için talebi yeniden canlandırmaya ihtiyaç olduğu şüphesiz. Fakat bunun gelir artışını destekleyen, bu şekilde sadece tüketimi değil tasarruf artışını da hedefleyen, istihdam yaratan politikalarla mı yapılacağı yoksa kredi pompalaması yoluyla mı iteleneceği ekonomiden ziyade siyasi bir seçim.

Bugün krizden çıkışı tüketimin yeniden canlandırılmasında gören ekonomi yönetiminin uygulamalarına bakıldığında, uygulamaların nitelikli ücret yerine borçlanma teşviklerini önüne koyduğu anlaşılıyor. Kredi kartı borçlarının tek bir çatı altında birleştirilmesi, en son BDDK’nın bilgisayar, taşımacılık, seyahat, sağlık harcamaları gibi alanlarda taksit sayısının artırılmasına ilişkin kararı bu uygulamalara birer örnek.

Unutmayalım ki, tüketim borçlanma yoluyla da ücret artışıyla da canlandırılabilir. İkisinde de ekonomik büyüme yaratırsınız. Fakat bizlerin de bildiği gibi borç teşvikleriyle elde edilen büyüme eşitsiz, istihdamsız, sanayileşmeyi barındırmayan ve her daim krizlere açık bir şişkinlikten ibaret kalır. Önemli olan istihdamı ve gelir artışını da sağlayacak olan üretim politikası uygulamak, bu yolla adil bir ekonomik büyümeyi sağlayabilmektir.