Adalet talebinin sokaklara, parklara taştığı bir atmosferde Saray'dan AKP kurmaylarına Bahçeli'den BBP'ye 16 Nisan'da rejim değişikliğine evet diyen her kim varsa CHP'ye ve toplumsal muhalefete karşı saldırıya geçti. On günü aşkındır barışçıl bir biçimde devam eden ve gün geçtikçe büyüyen Adalet Yürüyüşü’nün iktidar blokunu ne denli korkuttuğunu görmek için tehditlere ve karalama kampanyasına bakmanız yeterli. Tam böyle bir zamanda, darbe girişiminde bu yana iktidara destek veren Perinçek çıktı ve adaletin "altın çağını" yaşadığını söyledi. "AKP'nin yargısı" tartışmalarını yersiz buluyordu Perinçek. Kendini yargılayanların bugün hapiste olmasını adaletin tecelli ettiğine kanıt olarak sunuyordu. KHK'lerle işinden olan solcular, demokratlar umurunda değildi, hapisteki gazeteciler de… Türkiye'nin verdiği "kritik mücadelede" haksızlıklar oluyorsa hoş görülebilirdi!


Perinçek'in "savaş hukuku"na sırtını dayayan "olur böyle şeyler" çıkışı bana ne hatırlattı biliyor musunuz? AKP ve Fethullahçıların ittifakının bir ürünü olan Ergenekon, Balyoz davalarını. O günlerde "Bu bir tarihi mücadeledir" diyenler iktidara destek çıkan liberallerdi. Aralarında "Amaç demokrasiye ulaşmak ise bazı haksızlıkları görmezden geleceksiniz" mealinde cümleler kuranlar da vardı. Türkan Saylan'ın sabaha karşı evi basılmasa iyiydi ama çok da büyütmemek gerekirdi. Hem o zaten… ya da Kuddisi Okkır hapiste ölüm döşeğine düşmüş olabilirdi ama darbelerle hesaplaşılacaktı! O dönemde sırf tribünlere oynamak için bir biçimde içeriye alınan derin devletin meşhur canilerinin üzerine gitmek ve bağlantılarını deşifre etmek yerine düzmece haberlerle ordunun, yargının ve medyanın dizayn edilmesine destek olmuşlardı. Sonucun ne olduğunu hepimiz biliyoruz; darbelerle hesaplaşmak yerine başka darbecilerin önü açıldı; hukuk skandallarından demokrasi değil diktaya giden yol haritası çıktı. Hukuk katledilirken alkışlayanların bir bölümünün şimdilerde Saray rejimine muhalefet etmesi geçmişteki hataların üstünü örtmüyor.

Evet’in sokak kanadı
Adalet Yürüyüşü’nün ilk gününden bugüne Kılıçdaroğlu ve yürüyüşe katılanlara yönelik silahlı tehditlerin artarak sürmesi tesadüf değil. Bu tehditlerin bir bölümünü 16 Nisan öncesinde de görmüş hatta bazı darp ve saldırı örneklerini de yaşamıştık. O günlerde yazıp çiziyorduk ve diyorduk ki toplumsal muhalefet sokakta görünür olursa muktedir, sokak hâkimiyetini ajandasının ilk sırasına koyacak. Aslında Gezi'den bu yana iktidar cenahında bölük pörçük hazırlıklar vardı. Şimdi o hazırlıklar belirli bir "olgunluğa" gelmiş görünüyor.

İktidar alelacele geçirdiği yasalarla seçici bir biçimde güvenlik birimlerinin silah kullanma yetkisini genişletiyor. Son olarak özel güvenlik hizmeti yerine getirenlerin komisyon ve vali onayı ile uzun namlulu silah taşımasına onay veren yönetmelik değişikliği yayınlandı. Öte yandan Evet'in para-militer bir kanadı olduğuna dair şüpheler artıyor. Bireysel silahlanma oranındaki tırmanış endişe verici düzeyde. AKP'lilerden gelen silahlanma çağrıları ile bu artış arasında bir ilişki olmadığını söylemek ise fazla naiflik olur. Bütün bu manzara Saray rejiminin nereye doğru "evrildiğinin" göstergesi. İktidar sokakta neferlerinden başkasını görmek istemiyor! OHAL gerekçesiyle Antalya'da kaldırılan adalet çadırı, valilikçe izin verilmeyen onur yürüyüşü bu zihniyetin farklı yansımalarından ibaret.

Siyasal İslam’ın kuşatması
Kuşatmanın sokakla sınırlı kaldığını zannetmeyin. Yeni müfredat konusunda tüm uyarılara kulak tıkayan MEB, Saray rejiminin ders programını öğretmenlere ve velilere dayatıyor. Sadece evrim teorisinin çıkarılması da değil mesele, AKP kendi ümmet anlayışını ve ona uygun İslam ve tarih anlatısını müfredata zerk ediyor. Bitti mi elbette hayır… MEB'in "kurum açma, kapatma ve ad verme yönetmeliği" yayımlandı ve her eğitim kurumunda olmazsa olmazlar arasına abdesthane ve mescit de giriverdi. Okulun yanı başında cami varmış yokmuş önemli değil tıpkı başka din ve mezhepten öğretmen ya da öğrencilerin olup olmadığı gibi… Bunun ibadet özgürlüğü meselesi olmadığını, bizzat laikliği yok etmek olduğunu anlayacak zekâya sahibiz.

Öyleyse…
İslamcıların metotlarında zor ve şiddet çoktandır akçeli vaatlerin ve ödüllerin yerini aldı. Siyasal İslam kendi ajandasını uyguladıkça sokaktaki şiddet pratikleri artacak, seküler yaşam alanları daha da daralacak. Bugün için İslamcı hegemonyaya direnmek demokratların, cumhuriyetçilerin, sosyalistlerin, seküler Kürtlerin ortaklaşabileceği en önemli zemin. Hal böyleyken adaletin ancak laik bir düzende gerçek anlamıyla tecelli edebileceğini bilen herkesin, adalet talebinin yanına laikliği de koyması şarttır.